Barış yoksa, demokrasi de ol(a)mayacak

Rusya’nın Ukrayna istilasına karşı çıkmak ne kadar demokratik bir haksa, Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında ve Rojava’da at koşturmasına, kendi yurttaşlarına yönelik sömürgeci uygulamalarına karşı çıkmak da o kadar görevdir


Geçtiğimiz hafta, dünya, Kürtler’in yaşadığı her yerde büyük bir toplumsal kabarışa tanık oldu. Türkiye’de, dört parça Kürdistan’da, Almanya’da, Kuzey Avrupa’da, Rusya’da, Japonya’da Newroz kutlamalarında Kürtler ve sistematik olarak bastırılan talepleri öne çıktı…

Dünyada en büyük nüfusa sahip devletsiz halk olan Kürtler temelde, her yerde “kendi kaderini tayin hakkı”nın tanınmasını istiyor. Bunun karşısındaki en büyük engel ise bölünmüşlükleri. I. ve II. Dünya Savaşları’nda Kürtler’in tarihsel yurdu dört devlet arasında bölündü. Halk, varlığını yalnızca toprak değil, iktisadi yaşantı ve kültürel ve ruhsal şekillenme açısından da parçalanmış olarak sürdürmek zorunda bırakıldı.

2022 Newroz kutlamaları, Kuzey Kürtleri arasındaki bu parçalılığı aşma yolundaki büyük arzu ve heyecanı yansıtması bakımından dikkat çekiciydi. 2015’ten bu yana AKP-MHP iktidarı altında hiç azalmaksızın süre giden baskı ve dışlanmaya Kürtler özellikle Diyarbakır Newroz alanında, ama ona yaklaşan bir güçle Van, Ağrı ve Batman’da ve İstanbul ve İzmir’de de çok güçlü yanıtlar verdiler. Sömürgeciliğe ve faşizme karşı iki cephede ulusal ve demokratik ittifakların başını çektiler.

Ancak, Kürtlerin mücadelesi yalnızca Kuzey’de değil, İran, Irak ve Suriye rejimleri altında ve yalnızca sivil ve demokratik siyaset alanında değil, dolaysız çatışmalarla da süre gidiyor. Çatışmaların yönünü bir süredir Ankara’nın Kürtler’in varlık ve haklarına yönelik saldırısı belirliyor. 7 Haziran 2015’ten, hatta onun öncesinde DAİŞ’in Kobanê direnişi ve Rojava devrimiyle yenildiği Kuzey Suriye’de Kürtler’in özyönetimlerini kurmaya başladıkları 2014’ten bu yana Ankara yeni bir strateji benimsedi: Kuzey’i tam kontrol altına alabilmek, Türkiye’deki sivil ve demokratik mücadeleyi ezebilmek için Rojava ve Başur’daki Kürt özgürlük dinamiklerine yönelik bir işgal ve bir tür yarı-sömürge siyaseti uyguluyor.

Bu siyasetin askeri cephesinde TSK güçleri havadan ve özel harekât birimleriyle karadan yıkıcı saldırılar sürdürürken, rejim Irak, İran ve Suriye’de kalıcı dayanaklar için kendisine dolaylı veya dolaysız yerel ve uluslararası müttefikler arıyor ve buluyor. Etnik ve ulusal yarılmalar, sınıfsal farklılaşmalar, uluslararası krizler, Ankara’nın hareket alanını genişletiyor.

Bu çerçevede, Newroz’un hemen ertesinde Ankara’nın önümüzdeki aylarda Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında kapsamlı bir askeri harekata hazırlanmakta olduğu yolunda haberler akmaya başladı. Şiiler arasındaki ayrılıklar dolayısıyla Bağdat’ta İran nüfuzunun sarsılmaya başlamış olması, Rusya-NATO çatışması dolayısıyla Moskova ve Washington’ın dikkatlerinin Orta Doğu’dan uzaklaşmış olması Ankara’ya Kuzey Irak’ta kısa süreli ancak yıkıcı askeri harekatlar için elverişli bir ortam sunuyor. Yeni küresel ve bölgesel dengeler bağlamında bu öngörülebilir bir gelişmeydi.

Nitekim Ankara’nın Hewler ile yeni bir askeri harekatın gerekçesini ve alt yapısını oluşturmak üzere bir mutabakat oluşturduğuna dair, adları ve kimlikleri bilinen siyasal yorumcular ve siyasal şahsiyetlerden Kürt haber kaynaklarına bilgi akıyor. Haberlere göre, Nisan’da Türkiye geniş ölçekli bir askeri harekata hazırlanıyor.

Bu amaçla, İdlib’de konuşlu TSK birliklerinden 400 kişilik bir kuvvetin Kuzey Irak’a kaydırılmakta olduğu haberleri geçtiğimiz hafta Arap ve Kürt basınında yer almıştı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi çevrelerinden de Süleymaniye ve Hewler’den yayın yapan Kürt kaynaklara, TSK harekatının gerekçesini oluşturmak üzere, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattına yönelik sabotaj, önde gelen Peşmerge komutanlarına yönelik suikast ve sivillere yönelik katliamlar gerçekleştirileceğine ilişkin haberler sızıyor.

İçerideki siyasal desteği durmaksızın azalan ve bir yıl içinde seçimlere gitmeye mecbur olan Erdoğan yönetiminin, kararsız seçmen kitlesini yanına çekmek, Kürtler’in kararlı muhalefetini kriminalize etmek ve İYİ Parti üzerinden Millet İttifakı’nı parçalamak üzere Kürt karşıtı bir savaş senaryosunu gündeme getirmesi mümkün. Bunun bir örneği 2015 Haziran-Kasım arasında uygulanmıştı. “Sopalı seçim” taktiğinin AKP’yi bir erken çöküşten zor bela kurtardığını ve 15 Temmuz sahte darbesine taşıdığını akıldan çıkarmamak gerekir. Tarih tekerrürden ibaret olmasa da, tarihte, sonuç aldığı görülen bir senaryoya birden çok kez müracaat edildiği bilinen bir gerçektir.

Görünen köy kılavuz istemez, Türkiye’nin demokratik geleceği işçi hareketi ve toplumsal muhalefet, Kürt muhalefeti, kadın hareketi ve Alevi muhalefetinin bir arada hareket etmesine, rejimin bekasıysa bu kuvvetlerin birbirine karşı konumlanmasına bağlı.

“Karanlık” denilen senaryolarda aslında görünmeyen bir şey yok.  Rejim, muhalefet dinamikleri arasındaki iç çelişkileri son haddine kadar gereceği bir stratejiyle dış dinamiğe abanır savaş ve faşizme yatırım yaparken, muhalefetin büyük bir güçle dikkatleri iç dinamiklere çevirmesi; emekçileri, Kürtleri, Alevileri ve kadınları barış ve demokrasi ittifakı çevresinde ve dayanışma halinde tutması şart.

Güncel gelişmeler, muhalefeti barış ve demokratik çözüm talebini yükselterek savaş seçeneğini kategorik olarak dışlamaya; Kürdistan demokratik güçlerini de, bütün Kürdistani eğilimleri demokrasi ve barış ittifakının arkasında toplamaya ve sömürgecilikle uzlaşma seçeneğini dışlamaya davet ediyor.

Rusya’nın Ukrayna istilasına karşı çıkmak ne kadar demokratik bir haksa, Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında ve Rojava’da at koşturmasına, kendi yurttaşlarına yönelik sömürgeci uygulamalarına karşı çıkmak da o kadar görevdir.

Barış yoksa demokrasi de olamayacaktır.