Bir tek şeyi değiştiremeyiz, amacımızı

Paradigma doğruysa o zaman onun için gereken doğru insanları bulmak, tayin etmek, cezaevindeki insanlarımıza sahip çıkmak, sürgündekilerimizi unutmamak, mücadelenin dışına yoksulluk ve imkânsızlık sebebiyle düşmek zorunda olanların yanına gitmek, elinden tutmak ve partiyi hakiki insanlarla doldurmak ve artık bu “celebrity partisi” palavrasından vazgeçmek gerekir.

Tar- ODAK Ankara’ya hoş geldiniz sevgili seyirciler. Bugün son günlerde olduğu gibi Yine siyasetin çok hızlı aktığı tartışmaların neredeyse seçim dönemini aratmadığı bir güne daha uyandık. Güne damgasını vuran Halkların Demokratik Partisi eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın Artık Gerçek’ ten İrfan Aktan’a verdiği röportaj ve buradaki sözleriydi. Bütün bunlar olurken bir yandan da Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde bir yönetim değişikliği, MYK üyelerinin istifası ve yeni dönemde CHP’nin nasıl ilerleyeceği, İyi Parti’nin ise Millet İttifakı’nı sadece bir seçim ittifakı olarak gördüğü, ilerleyen süreçte yeni işbirlikleri kurulabileceği mesajıydı.

Öte yandan Deva Partisi de bütün bu siyasi partilerin birbirleri içerisindeki tartışma ve çatışmalardan nasibini aldı ve kendisine yöneltilen Millet İttifakı’na hiç oy kazandırmadığı yönündeki eleştirilere en az yüzde dört bandında oy getirdik dedi. Bütün bunları önümüzdeki günlerde de tartışmaya, muhalefetin seçim sonuçlarının ardından kendisine dönük eleştiriler ve bazı yerlerde ise istifaları aktarmaya devam edeceğiz. Bugün ise odak Ankara’da odaklandığımız konu Halkların Demokratik Partisi ve Yeşil Sol Parti canlı bağlantı yoluyla HDP’nin onursal başkanı Ertuğrul Kürkçü bizlerle birlikte.

Hoş geldiniz Sayın Kürkçü.

Hoş bulduk.

Evet bugün Yeni Yaşam Gazetesi’ne bir yazınız da yayınlandı. Seçim sonuçlarını HDP açısından Emek Özgürlük İttifakı açısından değerlendiren bir yazıydı. Orada HDP’nin kesintisiz bir yükselişte olduğu bir dönem olduğunu, bu kesintisiz yükselişi ise 2014-2015’te çözüm sürecinin askıya alınması ve onu izleyen çöktürme harekatının kaçınılmaz sonucu olan kent savaşlarının doğurduğu çatışma iklimi olduğunu söylediniz. Buradan başlamak istiyorum ben biraz daha geriye giderek. Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi ve sosyalistler ve demokratlarının bir araya geldiği HDP fikriyatı, üçüncü yol fikriyatının bir çöktürme harekatıyla karşı karşıya olduğunu sıklıkla duyuyoruz. Bu harekat ne zaman başladı ve şu ana kadar HDP’den bu harekata karşı verilen yanıtlar sizce yeterli miydi?

HDP, mesela Cumhuriyet Halk Partisi gibi bir partiymiş ve bu parti, işte, eşit koşullarda yarışıyormuş gibi konuşuluyor. Oysa bizim yarış sahamız ayrı. Biz başka bir sahada yarışıyoruz. İki kolumuz ve bir ayağımız kırılmış durumda. Tek ayakla aynı mesafeyi değil, daha uzun bir mesafeyi, daha büyük bir engebeli alanda koşmaya mecburuz. Fakat “ah” demeden koştuğumuz için sanki bütün bunlar olmamış gibi konuşuyoruz.

Kürkçü- Doğrusu HDP’nin elinden gelen bütün güçle bu harekâtı bertaraf etmeye çalıştığını, bunu göğüslemeye, ötelemeye ve buna rağmen siyaset sürdürmeye çalıştığını söyleyebilirim, söylerim. Hakikat budur. Bunun en önemli kanıtı Halkların Demokratik Partisi’nin başta Selahattin Demirtaş olmak üzere yirmiye yakın milletvekili, belediye başkanları, yöneticilerinin ve binlerce üyesinin bir cezaevi devresinden geçtiği, bunların önemli bölümünün halen on bine yakının -altı bin civarında tahmin ediyorum- cezaevlerinde olmasına rağmen Halkların Demokratik Partisi’nin hala bu operasyon başladığındaki statüsünün Türkiye’de sürmekte olduğudur: [HDP] Türkiye’nin en önemli muhalefet gücü ve üçüncü büyük partisidir. Bana sorarsanız aslında ana muhalefet partisidir. Dolayısıyla buna göğüs gerildi.

Bu koşullar altında yapılabileceklerin hepsi en yaratıcı biçimde yapılabilmiş midir sorusuna elbette salt teorik ve hipotetik olarak bile olsa “yapılamamıştır” cevabını verebiliriz. Çünkü bu yanıtı vereceklerin önemli bir bölümü siyaseten diskalifiye edildikleri, ya sürgüne ya hapse ya bilinmezliğe mahkum edilmiş oldukları için parti elindeki kıymetlerin sınırlı bir bölümüyle buna cevap vermek durumunda kalmıştır.

İkincisi halka yönelik saldırı partiye yönelik saldırıdan kat be kat fazladır. Dolayısıyla halkın partinin kuvvet kaynaklarına saldırılmıştır. Nihayet bizim hareketimiz Kürtlerin özgürlük mücadelesinden alıyor başlıca enerjisini. Bu enerji kaynaklarına saldırıldı. Aşağı yukarı o günden beri kesintisiz artan, karmaşıklaşan, yeni teknolojilerle desteklenen bir askeri saldırı altındadır Kürt halkı ve öncüleri. Öte yandan Türkiye’nin idari  yapısı Kürtlere  bir tür sömürge statüsü, Türkiye’nin geri kalanına otoriter bir genel rejim olarak yeniden formüle edilmiştir ve sömürge statüsü altında her türlü politik faaliyeti inanılmaz bir saldırı altındadır. Böyle baktığımız zaman aslında karşı karşıya kaldığımız saldırının anlamı daha iyi kavranabilir.

Bunlar bazen unutuluyor. Yani Halkların Demokratik Partisi de mesela Cumhuriyet Halk Partisi gibi bir partiymiş ve bu parti, işte, eşit koşullarda yarışıyormuş gibi. Oysa bizim yarış sahamız ayrı. Biz başka bir sahada yarışıyoruz. Irki kolumuz ve bir ayağımız kırılmış durumda. Tek ayakla aynı mesafeyi değil daha uzun bir mesafeyi, daha büyük bir engebeli alanda koşmaya mecburuz. Fakat “ah” demeden koştuğumuz için sanki bütün bunlar olmamış gibi konuşuyoruz.

Gözümüzün önüne getirelim. Evet baskı altındadırlar. Fakat örneğin ana muhalefet partisi Halkların Demokratik Partisi’nin de muazzam desteğiyle aslında Ankara’da, İstanbul’da, Adana’da, Mersin’de, Antalya’da Hatay’da onlar olmasa kazanılamayacak belediye başkanlıklarını Millet İttifakı adaylarına ve daha çok Cumhuriyet Halk Partisi adaylarına kazandırmışlardır. Kendi belediyeleri kayyımlar ile ellerinden alınmıştır ama eşit şartlardaymışız gibi karşılaştırmalara maruz kalıyoruz. İster istemez insanlar bunu unutma eğilimindeler. Koşulları eşitlemeden aynı şeylerden tartışıyormuş gibi yapamıyorlar. Ama aynı şeylerden tartışmıyoruz. Halkların Demokratik Partisi apayrı bir siyasi mücadele serüveninden aynı finiş ipine yaklaştığı için o finiş anındaki fotoğrafa bakılarak konuşuluyor ama onun arkasında muazzam bir tarih ve sessiz sedasız yazılmış büyük bir kahramanlık destanı olduğunu ve bu hakkı talep ettiğimizi söylemek isterim doğrusu.

Siz de bahsettiniz. Bir yandan tabii ki tarihi çok hızlıca da unutuyoruz ve yazıda da bahsediyorsunuz. İki dönem arasındaki yerel seçimlerde metropollerin dışında birçok şehrin de kaybettirildiğini ve bunda da HDP’nin çok ciddi bir etkisi olduğunu söylüyorsunuz. Buna dönük bir taraftan özellikle daha batı kamuoyu denilebilecek kamuoyundan eleştiriler geliyor Ama Kürt halkının da içerisinden özellikle belli bu alanda çalışan eden siyaset bilimcilerden, gazetecilerden ya da Kürt halkının HDP dışındaki birleşenlerinden de bir yandan HDP eleştiriler alıyor. Bu stratejinin doğru olmadığı Cumhuriyet Halk Partisi’ne hem belediye başkanlığı sürecinde hem de Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı sürecinde verilen desteğin HDP’ye kaybettirdiği yönünde yorumlar oluyor. Siz bütün bu süreçteki Erdoğan’ın ve AKP’nin kurduğu sistemi geriletmek için kurulan bu zımni ortaklıkların doğru karar olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu seçimlerde birinci turda aday çıkartmama fikri sadece bizim fikrimiz değildi. Emek ve Özgürlük İttifakı bu fikre sahipti. Emek ve Özgürlük İttifakı’na dahil olmayan birkaç parti dışında yani seçimleri boykot edenler dışında hepsi buna dahildi. Kürt halkının içinde etkin bir çoğunluk, etkin bir güç bundan yanaydı. Nedeni şuydu. Türkiye’deki seçimler hileli olduğu için birinci turda tamamlanamayan seçimin ikinci turda mutlaka iktidar tarafından elde edileceği bunun için de birinci turda en öndeki adayın arkasına muhalif adayın arkasına yığınak yapmak ortak fikri çok yaygın bir fikirdi.

Her şeyden önce verilmiş ya da nasıl desem bugün verilmiş, yarın unutulacak kararlar değil. Bunlar. Bizim konferans ve kongre kararlarımızdan ve onu takip eden  büyük dönemsel değerlendirmelerimizden doğan kararlar. Bunları bir heyet kendi başına almadı. Kongre kararlarını bütün üyelerimizle hep birlikte aldık. Dolayısıyla üyelerimizin verdikleri kararları unutmaya hakları yok. Kongre delegasyonunun verdiği kararları unutmaya hakkı yok. Parti Meclisimizin ve Merkez Yürütme Kurulumuzun verdikleri kararları unutmaya hakları yok. Bunlar geniş dönemsel değerlendirmelerin sonucuydu ve ben doğru kararlar olduğunu düşünüyorum. Doğru kararlar olduğunu düşünüyorum bu kongre ve konferans kararlarının. Bu kararlar, ama, herhangi birinin cumhurbaşkanlığı adaylarını destekleyip desteklememek ya da herhangi bir belediye seçiminde takınılacak tavırla ilgili değildi. Bu karar şununla ilgiliydi: Biz Halkların Demokratik Partisi ve onun etrafında oluşmuş bulunan üçüncü kutup, üçüncü yol, üçüncü odak olarak karşımıza faşizmin kurumsallaşmasının sonlandırılması ve faşizmin def edilmesi hedefini koyduk. Bu Halkların Demokratik Partisi’nin kendi kendine başarabileceği ya da kendi başının çaresine bakabileceği bir görev değildi. Bu, Herkül’e layık bir görevdi ve ancak efsanede, mitolojide olduğu gibi büyük ırmakların yönünün değiştirilmesiyle Herkül’ün on ikinci işi [başarılabilir], Aguias’ın ahırları temizlenebilirdi. Bu hedef ile hareket edince parti karşısına demokrasi ittifakı diye kocaman bir mesele koydu. Bence bizim sonunda varmış olduğumuz emek ve özgürlük ittifakı bu demokrasi ittifakının ancak bir tamamlayıcı parçası, bir mütemmim cüzü, bir bileşeni olabilirdi. Faka  Ittifakın kendisi haline geldi. Ben bu açıdan bu hedefi tutturamadığımızı düşünüyorum. Öyle bakacak olursak yani kongre kararı yanlış olduğu için değil kongre kararı tamamlanamadığı, hitamına, sonuna erdirilemediği için eksik kuvvetle girdiğimizbir mücadeledir. Bu aslında ikinci kutbu yani iktidar kutbunun karşısındaki kutbu demokrasi alanına çekmek için gösterilecek başarıyla yakından ilgiliydi.

Cumhuriyet Halk Partisi’yle girilen temaslar da zaten bunun ürünüdür, eseridir. Kısmen bu 2018 seçimlerinden müdevver bir davranıştı. 2018 seçimlerinde ve daha sonra 2019 yerel yönetim seçimlerinden ortaya çıkan sonuçlar 2020 kongremizde tescil edildi. Dolayısıyla burada keyfi bir şey yok. Bir dönem değerlendirmesi kararı var. Ben bunun yanlış olduğu kanaatinde değilim. AKP, MHP, Ergenekon diktatörlüğünün – ki bu aslında bir uluslararası diktatörlüktür, yani sadece kendisinden ibaret değildir. Bölgedeki bütün gericilik kaynaklarının etrafında toplandığı, dönün bakın siyasi İslam’ın bölgedeki bütün gücünün kendisine transfer edildiği öte yandan Rusya ve Çin’in tercihlerini kendisinden yana kullandığı, Avrupa’nın “göçmen tehlikesini” bertaraf etmek için hukuk dışı, demokrasi dışı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dışı davranışlarını tolere ettiği, görmezden geldiği muazzam bir arka plan üzerinde yürüyen bir diktatörlüktü- karşı maksimum kuvveti seferber etmek karşı kamptaki çelişkilerden yararlanmak, dolaylı ittifaklar kurmak, bunlar mücadele sanatının savaş sanatının siyaset sanatının incelikleri.

Şimdi şöyle denebilir: “İnce bir sanatkâr gibi davranamamıştır parti.” Hay, hay başımızın üstünde. Ama şunu konuşalım. Doğru bir stratejiye sahip miydik? Ben stratejinin doğru olduğunu, hedeflerin doğru tespit edildiğini görüyorum. Pek çok başka yan sebeple doğru taktiklerin her zaman izlenememiş olabileceğini, doğru söylemlerde buluşulmuş olmayabileceğini vb. her birini tek tek elden geçirebiliriz. Fakat bunun için bizim hakikatenbir parti mahkemesi kurmamız lazım. Parti mahkemesi kongredir. Bu, bütün her şey masaya konduktan sonra üzerinde karara varabileceğimiz bir şeydir. Çünkü Halkların Demokratik Partisi çok geniş bir parti. Evet sayıca en büyük parti değil. Bizim üye sayımız aslında pek çok partininkinden daha az. Üyelerimiz kendilerini Yargıtay listesine bir itiraf gibi yazdırmak istemedikleri için de “üye olmadıkları halde üye gibi görünen” bizde çok daha fazladır. Sonuç olarak, üyelerimizin hepsinin baktığı yer daha farklı. Kırda yaşayanla, kentte yaşayan, kadınla erkek, Kürtle Türk emekçiyle orta sınıf, aydın, mülk sahibiyle mülksüzamele, bunların partiye, hayata, partinin taktiklerine yaklaşımları farklı farklı.

Bunların hepsini birden mütalaa edebileceğimiz biricik meşru zemin bizim kongrelerimiz ve ben kongrenin bugüne kadar yanlış bir hüküm verdiğini söyleyemeyeceğim. Bu kadar yıldır -hatta siz de başlangıçta Halkların Demokratik Kongresi kurulurken  kenditemsil ettiğiniz topluluğunu bir ferdi olarak bu kuruluşun nasıl aşağıdan yukarıyademokratik biçimde işlediğine tanıklık etmiş birisiniz- buradan çıkan sonuç genellikle yanlış olmuyor. Fakat belki şu söylenebilir özellikle 2015’ten sonra yani parlamentonun, medyanın faaliyetin tamamını örtüyor olması, medyanın bütün projektörlerinin partiye doğru dönmüş olması bizi bir tür “celebrity” (şöhretler) partisi gibi gösterdi. Bunun büyüsüne kapılan çok oldu ve partinin asıl taban örgütü olması gereken Halkların Demokratik Kongresi, yani daima partiyi hayatın hakikatlerine yaklaştıracak, -medyanın dolayımladığı hayatı değil, hakiki hayatı, ayakları çamurlu olanların toplantılarda çoğunluğu oluşturduğu yerde karar verilmesini sağlayacak biricik teminat elimizde buydu. Maalesef yavaş yavaş her şey partinin içine doldu. Kadın hareketi partinin içine doldu. Halkların Demokratik Kongresi partinin içine doldu. İşçi hareketi partinin içine doldu. Parti her şey, topluluklar hiçbir şey haline gelince aslında temas da ister istemez azaldı. Bunun bir payı olabilir. Ama gene de bunu da ben mesela bunu teorik olarak söylüyorum. Uzun süre Halkların Demokratik Kongresi’nin eş sözcülüğünü yaptığım için böyle hissediyorum. Ama bakalım başka hakikatler ne? O yüzden ben sabırla doğru mekanizmaları çalıştırarak sonuca gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki bu arada herkes düşündüğünü söyleyecektir. Benim buna da hiçbir diyeceğim olamaz. Bunlardan stratejinin doğru olduğunu düşünen birisi olarak alınganlık göstermem de gerekmez. Onu da bir kenara koyuyorum. Belki de haklı çıkacaktır. Ama bunu da usulüne göre muhakeme ettiğimizde -zaten bütün partinin bütün manası bundan ibaret: Farklı sektörleri, farklı eğilimleri, farklı fikirleri bir araya getirmek ve bunlardan müşterek bir sonuca varmak- daha bunu görmedik. Şu an kendini bu olaylarda canı yanmış hissedenlerin sesi daha çok çıkıyor. Doğrudur.

Fakat, bu partinin öte yandan yapısını bilmek lazım. Halkların Demokratik Partisi, kongrede seçilen parlamento yani parti meclisi ve onun seçtiği Merkez Yürütme Kurulu Kongreden seçilen iki [Eş] başkandan müteşekkil değil. Bizim çok fazla hayat kaynaklarımız ve dinamiklerimiz var. Kürt halkının, Kürt milletinin içindeki kuvvet merkezleri her zaman partiye bire bir yansımıyor ama partinin bütün hayat ve faaliyetinde son derece önemlidir. Onların onayları olmadan, onların rızası olmadan parti genellikle adım atamaz. Fakat neticelere baktığınız zaman kolaylıkla yönetime fatura edebiliriz. Ama biz devrimciysek gerçek sonuçlarla ilgileneceğiz ve gerçek sonuç görünenden farklı. Zaten öyle olmasa bilim diye bir şeye, araştırma diye bir şeye ihtiyaç olmazdı. Uzatmayacağım.

Netice şudur: Partinin eş başkanları, Merkez Yürütme Kurulu ve Parti Meclisi ile kongre delegeleri bütün sonuçların sorumluluğuna sahiptirler. Adres aranıyorsa, adres budur. Fakat yargı daha geniş bir yerden ve daha tarihsel,  siyasal olarak etraflı bir değerlendirmenin ürünü olması gerekir. O nedenle ben şimdiki erken yargıları henüz yetersiz buluyorum, ama kıymetsiz değil. Onların da kendine göre kıymeti var. Çünkü bu bunları diyen insanlar da bu partiye destek verdiler, kuvvet verdiler. Neyse verebilecekleri onu verdiler, az verdiler, çok verdiler. Partinin kendini sevenlerle şöyle bir anlaşması yok yani: Çok veren çok konuşacak, az veren az konuşacak diye. Neyin çok neyin az olduğu da izafi. O yüzden o değerlendirmeler yok ama daha henüz halk konuşmadı. Ben onu söyleyebilirim. Onlar yerel kongrelerimizde konuşmaya başlayacak ve tabii ki büyük bir hasretle onu işitmeyi bekliyoruz. Çünkü parti pek çok kez büyük felaketlerin eşiğinden halka danışarak döndü.  Kendine verdiği kıymet azaldığında halkın kendisine onun verdiğinden çok daha fazla kıymet verdiğini görünce kendine geldi vb. O yüzden bu alışveriş bizim için çok önemli ama ben şimdiden söyleyebilirim, bizim en büyük eksiğimiz, varsa eğer, karar süreçlerine sıradan partililerimizi [katamadık] -sıradan partilerimiz aslında şu demek, sıradan lafı, biraz burada lügat yetmiyor: Sıradan partilerimiz elinde olanı ve olmayanı da veren demektir. Taşın üzerinde otururlar, yiyecek ekmekleri yarına vardır, yoktur bilmezler ama evlerine gelen siyasiye bir kral gibi muamele ederler. Bu insanlar her şeyi verir- onların ne dediklerini daha duymadık. Ben onları tabii ki duymak istiyorum. Eminim ki burada çok çeşitlilik olacak ve zenginleşeceğiz diye düşünüyorum. Öte yandan tabii şunları da işitiyoruz işte: “O istifa etsin, bu istifa etsin”. Biz zaten kongre sürecindeyiz. Her zaman bizde kongrelerde sonuç tayin edilir. Çok şükür ki bizim yönetmeliklerimize göre kimse iki kereden fazla başkan olamaz -bu son dönem başkanların başkan olarak devam ediyor olmaları tamamen seçim döneminde olmamızla ilgilidir. Seçim geçer geçmez. Kongre süreci başlayacaktır. Dolayısıyla bizim telaşa değil, serinkanlılıkla sahici bir muhasebe yapmaya ihtiyacımız var. Çünkü siz onu sormadınız ama herhalde fırsat versem soracaktınız. Aldım sazı bırakmıyorum… Şimdi biz bu seçim sonuçlarını bu böyle bir havaya girince yeterince etraflı değerlendiremiyoruz.

Evet istediğimiz olmadı. Partimiz [TBMM’ye] 100 milletvekili sokmadı. Bizim desteklediğimiz aday da cumhurbaşkanı olmadı. Fakat başka bir şey oldu. Diktatörlük karşısında ilk defa tümleşik bir muhalefet oluştu. Bu çok çok mühim bir sonucu bu seçimlerin. Bir bunu muhafaza etmek gerekiyor. Ikincisi önümüzde on ay sonra hatta daha kısa süre sonra yerel yönetim seçimleri var. Aslında eldeki iktidarları, yerel yönetim gücünü korumak ve genişletmek; Kürdistan’da da yeniden yeniden yerel yönetimlere hamle etmek veya muhtemel kayyım tehdidine karşı ne yapacağımızı konuşmak durumundayız ve eldeki, oluşmuş bulunan, kabarmış bulunan antifaşist duyarlılık genlik, genişlik ve herkeste kabarmış olan kurtulma arzusunu ikinci aşamaya taşımakla yükümlüyüz. Dolayısıyla her şeyden önce bu imkanın bizi ferahlatması lazım. Şahsen ben öyle düşünüyorum.

İlk kez bunu ele geçirdik ve iktidarda olmaktan başka elinde hiçbir şey yok iktidarın. Evet devletin sopası çok büyük. Herkesin sopasını kırar. Ama gördük ki bu seçimlerde, çamurdan ayaklı bir devin elindedir bu sopa. O ayakların birisini biz çok büyük bir güçle örselemiş durumdayız. İkinci ayağı yapmamız gerekeni yapamadık. Fakat şimdi yeniden o kırılmış olan ayağa sıra geliyor tartışmaya. Dolayısıyla mücadele bizim dövünmemizi beklemiyor. Dövünecek bir şey de yok. Nihayet yürüyüşe uygun olmayanlar ayıklanır -buna kendimi de katarak söyleyeyim- olanlarla yürünür. Bu dava bitmez. Bizim bir programımız var. Programa kimse itiraz etmiyor mu? Çok güzel. Demek ki bir halk iktidarı için mücadele ediyoruz. Biz bir üçüncü kuvvet merkezi miyiz? Evet bu üçüncü kuvvet merkezini yeniden icra ediyoruz. Biz bir ortak mücadele hareketi miyiz? Yani Türkiye’nin ve Kürdistan’ın demokratik ve sosyal muhalefet güçlerinin ortaklığı mıyız? Bu ortaklığı yeniden inşa edeceğiz.Ya da sorun başkadır. Bunun, bu projenin, bu paradigmanın kendisi yanlış deniyordur. Ben halkımızdan öyle bir şey işitmedim.

Paradigma doğruysa o zaman onun için gereken doğru insanları bulmak, tayin etmek, cezaevindeki insanlarımıza sahip çıkmak, sürgündekilerimizi unutmamak, mücadelenin dışına yoksulluk ve imkânsızlık sebebiyle düşmek zorunda olanların yanına gitmek, elinden tutmak ve partiyi hakiki insanlarla doldurmak ve artık bu “celebrity partisi” palavrasından vazgeçmek gerekir. Hakiki insanların hakiki partisini istiyoruz. Yirmi dört saat çalışan, hiçbir şeyden yılmayan, kendisi için hiçbir şey istemeyen bu halkın elli bini evladı toprağın altındadır. Toprağın üstünde olanların her gün bunu yeniden düşünmesi gerekir. O mücadele sayesinde var edilmiş bir partiyiz. O mücadeleyi yok sayarak, o hayatı yok sayarak o fedakarlıkları yok sayarak kendi keyfine göre bir şey yapmak isteyenler olabilir. Fakat bu burası orası değil. Bu Türkiye Sosyalist Hareketi’nin büyük devrimci mirasıyla Kürdistan Devrimci Hareketi’nin büyük devrimci mirasının buluştuğu ve kendi dışındakileri kucaklamak için kendisini feda ettiği bir süreçtir.

Bunun anlamı budur. Yoksa pekâlâ dar, çakı gibi keskin, küçük, cebe sığan ve her işi gören bir alet gibi de kendimizi mütalaa edebiliriz. Ya da çok geniş alanda büyük kuvvetlerle başa çıkması gereken çoğul çoklu bir sistem olarak da görebiliriz. Biz ikincisini hedefledik. Buna henüz ulaşamadığımız doğrudur ama Halkların Demokratik Partisi kendi ölçüleri kendi boyutları içerisinde aslında küçük bir Türkiye kurmayı başarmıştır. Her evin yarısı değiliz. Ama her evde bizden bir kişi var. Altı milyon insan demek, her evde ya bizim lehimizde ya da bizim için konuşan bir ses var demektir. Bundan daha büyük bir servet olamaz. Bunları nasıl işleteceğimize bakmak lazım.

Yöntemlerimiz eskiyse ilkelse, iptidaiyse yöntemlerimizi değiştiririz ama bir tek şeyi bence değiştiremeyiz: Amaçlarımızı değiştirmeyeceğiz. Biz liberal bir ekonomi değil bir kamucu ekonomi peşindeyiz. biz sermayeyle emeğin eşitliği değil, emeğin üstünlüğü peşindeyiz. Biz yoksulluğun telafi edilmesi değil, yoksulluğun ortadan kaldırılması peşindeyiz. Bu demek ki aslında biz bir sosyal mücadele partisiyiz. Bir sosyal kurtuluş partisiyiz. Bunun hakkını verecek miyiz? İçimizdeki bizzat yapımızda, birleşimimizdeki antikapitalist dinamikleri harekete geçirerek sadece Kürdistan’da değil aynı zamanda batıda da etkin parti, öncü parti, halkın sesi ve sözü olan parti sıfatına layık olduğumuz ilk kongremizden bugüne beşinci kongremize geldiğimizde gene tutunacak mıyız? Bu soruların cevaplarını olumlu verebilirsek bence bir sorun olmaz. O şimdi anlaşmazlık gibi görünen şeyler giderilebilir. Hafızayı beşer nisyan ile maluldür, yani insan hafızası unutmakla sakatlanmıştır. Öyle olduğu için her aklımıza gelen doğru olmayabilir. Bunları tartacağımız muhataplarla tartışmak kendi kendimize konuşmaktan her zaman iyidir. O yüzden ben hasretle bekliyorum kongreleri. Ne yazık ki doğrudan katılamam ama, ondan doğrudan çok fazla istifade edeceğimi düşünüyorum. Bütün herkesin de böyle yapmasını tavsiye ederim. Bizim şimdiki sıkıntımız aslında şudur: Biz kendi çekirdeğimize kadar belki gerilemiş olabiliriz. Ama çekirdek dokunulmaz, duruyor. Yani her şeyin kaynağı hala bizdedir ve yeniden serpilmek için bereketli topraklar üzerindedir. Bunu işletmek bizim elimizde.

Son bir şey daha söyleyeyim. Sizin sorunuzdan hareketle buraya geldik.  Bu seçimlerde birinci turda aday çıkartmama fikri sadece bizim fikrimiz değildi. Emek ve Özgürlük İttifakı bu fikre sahipti. Emek ve Özgürlük İttifakı’na dahil olmayan birkaç parti dışında yani seçimleri boykot edenler dışında hepsi buna dahildi. Kürt halkının içinde etkin bir çoğunluk, etkin bir güç bundan yanaydı. Nedeni şuydu. Türkiye’deki seçimler hileli olduğu için birinci turda tamamlanamayan seçimin ikinci turda mutlaka iktidar tarafından elde edileceği bunun için de birinci turda en öndeki adayın arkasına muhalif adayın arkasına yığınak yapmak ortak fikri çok yaygın bir fikirdi. Doğrusu bunu parti iki kere, üç kere tartıştı ve her seferinde Tayyip Erdoğan’ın birinci turda kazanmasının sorumluluğunu üstlenmenin ona [muhalefetin adayına] destek vererek birinci turda risk almaktan daha yüksek bir risk olduğuna genel olarak karar verildi. Fakat bunun, partimizin bir bölüm seçmeninden halkımızın bir bölümünden Kemal Kılıçdaroğlu’na ve partisine kaymaya neden olması ihtimali vardı. Bu bir yan zarardı bu süreçte. Bunu telafi etmek için yeterince tedbir alınıp alınmadığını bilmiyorum. O mevkide değilim. Yani bunladan o kadar emin olamıyorum maalesef. Fakat bir miktar bu kayma kaçınılmazdı. İkincisi önceki seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel olarak “stratejik denge” açısından genç ve Alevi kesimden bir miktar oyun halkların Demokratik Partisi’ne kaymasına tolerans gösterdiğini biliyoruz. Bu seçimde göstermedi, oyların hepsine ihtiyacı vardı. Dolayısıyla bizim yekûnumuzdan bir miktar eksilme olacağı belliydi. Fakat bunun için telafi edici mekanizmalar[la] bu açığın nasıl kapatılacağına dair bir stratejik yaklaşım yapılıp yapılmadığını ben hakikaten bilmiyorum. Bu kadar vakıf değilim bu mesafeden.

O yüzden bir şey diyemeyeceğim. Ama bunlar olsaydı belki de bu kritik [yüzde 10] barajının altına düşmemiş olsaydık daha salih bir tartışma yürütebilirdik. Şimdi iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış her şeyin söylenebileceği bir grafikte kalındı. Ancak diyeceğim şey, kendiniz aday göstermeyip bir başka adayı desteklediğinizde sizin saçaklarınızdan o tarafa kayma olacağı neredeyse bir fizik yasasıdır. Bunu hesaba katmak gerekirdi. Bunları şimdi geri çağırmanın ve kendimizi yeniden bir kuvvet merkezi olarak göstermenin zamanıdır. Ben Halkların Demokratik Partisi’nin aslında 2019 yerel seçimlerinde yaptığı manevranın tarihi olduğu düşüncesindeyim. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ayağının altından sihirli halıyı çekmeye katkıda bulundu partimiz ve Türkiye’nin batısındaki ferahlamanın en önemli sebeplerinden biriydi. İstanbul Belediyesi’nin gitmesi Tayyip Erdoğan siyasetinin yarı yarıya yıkılması demekti. Bu açığı kapatmak için Hüdapar’ın elini öpmek zorunda kalmış olmasına dikkat çekmek isterim. Ama bu yetmezdi. Bizim ikinci hamleyi tamamlamamız gerekirdi. Ben şahsen 2017 anayasa oylamasını 2018 genel seçimlerini ve 2019 yerel seçimlerini bir zincir olarak görüyordum. Fakat ne yazık ki 2017 oylaması da sonraki seçimler de -yerel seçim hariç- tam istediğimiz gibi sonuçlanmadı.

Şunu da ekleyip bitireyim: Bu sonuçlarda hile hurdanın hakkını ihmal ediyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dünyanın en sofistike hile mekanizmasını çalıştırdığını, muhalefetin bunun karşısındaki tedbirlerinin gülünç denecek seviyede olduğunu görüyoruz. Dün en son itiraf çıktı. Yanlış mı? hatırlıyorum. Yetmiş seksen bin sandıktaki ıslak imzalı tutanaklar muhalefette yoktu, sandıklar kapandığında. Bu ne demektir? Sandıkların yarıya yakını kontrolünüz dışındaydı. Ve boş bulduğu sandığa doldurmaz mı sanıyorsunuz siz AKP’liler. Her sandığa beş-on oy atsalar 800 bin oy ediyor yahu 70-80 bin sandıkta. Kaldı ki kimi sandıklar,20 bin sandık, doğrudan doğruya “0 diğer partiler, 500 AKP” diye sonuçlanan 350 seçmenli sandıklardan söz ediyoruz. Şimdi bütün bunların karşısında tedbir, şuydu muhalefetin tedbirleri. Sandıkları sel bastırırcasına oya boğmak. E bunun için HDP’yle iyi geçinmeniz gerekiyordu. Bunun için HDP seçmenini rencide etmemeniz gerekiyordu. Bunun için, katılmaları için bir sebep yaratmanız gerekiyordu. Gene [de], Meral Akşener’li bir Millet İttifakı Diyarbakır’dan cumhurbaşkanı adayı için bu kadar oy almışsa Kürt halkı -diyorlar ya “Ege’nin incisi Diyarbakır”- Türkiye’nin pırlantasıdır, demokrasinin tacıdır. Buna layık bir siyaset kurmak da Halkların Demokratik Partisi’nin başta gelen görevidir.

Ancak dediğim gibi biz çoğul ve çoklu bir partiyiz. Her mazlumun partisi olmak zorundayız. Ama başlıca kuvvetimiz bizim Kürt halkının demokratik enerjisinden geliyor ve bununla aramızda en ufak bir mesafe, en ufak bir ket olması bizi sahici bir parti olmaktan çıkaracaktır.

Ne zamana kadar? Türkiye’nin geri kalan yarısı da partimize teveccüh ettiği zamana, o zamana kadar böyleyiz.

Evet. Sayın Demirtaş’ın da buna benzer değerlendirmeleri oldu Artı Gerçek’te röportajı yayınlandı ve çok ses getirdi. Ben meselenin magazinel kısmını sormayacağım size ve HDP’nin de aslında böyle bir siyaset yapmadığını da uzunca sürede takip eden birisi olarak biliyorum. Ama söylediği iki konuyu sizinle tartışmak da istiyorum. Bunlardan ilki HDP’nin bir bileşen partisi yapısından sıyrılması gerektiğini söylüyor Demirtaş ve bir HDP’li kimliği inşa edilmesi önünde engel olduğunu, siz ise Yeni Yaşam’daki yazınızda bunun tam tersi HDP’nin çok ortaklı kurum yapısının korunması gerektiğini söylüyorsunuz. Demirtaş’ın bu değerlendirmesini siz nasıl buluyorsunuz ve bu çok ortaklı yapıdan kastımız bileşenler mi yoksa çok daha geniş bir zeminden mi bahsediyoruz?

Bileşenlerimiz var. Bileşenlerimiz sosyalist kimlikleriyle bu partinin “Geçiş Programı”na evet diyorlar ama onu aşan hedefleri var. Şimdi bu partiye bu böyle dediğimiz zaman -“bir HDP’li  şablonu olacak”- O HDP’li şablonun içerisine bunların hepsi sokamazsınız. Ama kendi farklılıklarıyla beraber HDP programını savunabilecek serbestlikte olabilir ve bu zenginliktir. Ben Halkların Demokratik Partisi’nin bundan kazandığını doğrusu düşünüyorum. O nedenle bizim çoklu olmamız kaçınılmazdır. “Özgürlük zorunluluğun tanınmasıdır” denir. Partimizin özgürce ilerleyebilmesi bu zorunlulukları idrakle mümkündür.

Şimdi bileşenler de tabii ki eşit hakla bu partinin kuruluşunda yer aldılar ama ben çokluktan söz ettiğimde daha çok sosyal blokları kastediyorum. Yani kadınların partisi olmak, Alevilerin partisi olmak, doğanın partisi olmak, Kürtlerin partisi olmak, işçilerin partisi olmak. Yani kapitalizmin mağduru ya da kapitalizmle çatışan kendi varlığı kapitalizmin yok olmasına bağlı birbirleriyle eşit ve aynı olmayan bloklar var Türkiye’de. Bu blokların ahenkli bir hareketine partimizin dayanması, hareketimizin dayanması gerekir. Bunlar aslında bir partiye sığmazlar. O nedenle partiyi bu manada tekleştirmek bence bu mücadelenin diyalektiğine en uygun formül değil.

Şimdi şu örneği vereceğim: Hizip kurmanın yasak olduğu bir partiydi, Sovyetler Birliği Komünist Partisi, sadece ahlaken, siyaseten, ideolojik olarak değil, kanunla da yasaklanmıştı, hizip kuran kendini  hapishanede buluyordu  parti kurmak ise imkansızdı. Fakat Sovyetler Birliği yıkıldığı gün Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin içerisinden en az beş tane ana akım parti çıktı. Onlarca da minik parti ve hareket çıktı. Yani toplumda ne varsa o partinin içindeydiler. Sadece kendilerini açıkça ifade edemiyorlardı. O yüzden de doğrulardan çok resmi doğrular konuşuluyordu. Hakiki doğru arka planda işlemeye devam ediyordu.

Geniş bir halk partisi olduğunuz zaman sizin içinizde bir çokluk olması ve farklı görüşler olması kaçınmazdır. Bunların ifade imkanlarını sadece korumak değil, muhafaza etmek değil, genişletme gerekir. Mesela bizim partimizde kadınlar ayrı örgütleniyorlar. Kadınların aldıkları kararlara partinin hiçbir unsuru karışamaz, burnunu sokamaz. bütün kurulların yarısı kadın olacaktır, bir kadın eş başkanımız olacaktır. Kimin olacağına kadınlar karar veriyorlar. Şimdi bu başka hiçbir partide olmayan bir şey. Iyi mi kötü mü? Bana göre iyi.  

Bileşenlerimiz var. Bileşenlerimiz sosyalist kimlikleriyle bu partinin “Geçiş Programı”na evet diyorlar ama onu aşan hedefleri var. Şimdi bu partiye bu böyle dediğimiz zaman -“bir HDP’li  şablonu olacak”- O HDP’li şablonun içerisine bunların hepsi sokamazsınız. Ama kendi farklılıklarıyla beraber HDP programını savunabilecek serbestlikte olabilir ve bu zenginliktir. Ben Halkların Demokratik Partisi’nin bundan kazandığını doğrusu düşünüyorum. O nedenle bizim çoklu olmamız kaçınılmazdır. “Özgürlük zorunluluğun tanınmasıdır” denir. Partimizin özgürce ilerleyebilmesi bu zorunlulukları idrakle mümkündür. Yoksa, biz şöyle bir şey haline geliriz: Halkların Demokratik Partisi’ne gelen herkes bir  doktrin eğitiminden geçer, o formatı alır ve o zaman asil üye olur. Halkların Demokratik Partisi kimliği aslında şimdiki kimliğidir: “Farklıyız ama eşitiz, farklıyız ama ortağız.” Ben bunun başka hiçbir partide olmayan bir kimlik olduğunu  düşünüyorum. O yüzden kuruluş mantığımız ki bu kuruluşta Kürtlerin özgürlük hareketinin bütün damarlarının etkisi vardır, biz çok büyük bir konsensusla bu kararı aldık. O yüzden ben belki de yeterince iyi anlatılamadığını düşünüyorum bunun. Bu bizim alameti farikamızdır. Ben bunun en önemli değer olduğunu fark ediyorum ve bizim uluslararası sosyal mücadeleler ve sosyalizm literatürüne yaptığımız özgün bir katkı olduğunu da düşünüyorum. Yani az da bulmuyorum yapılanı o manada. Biraz burada ısrarlı olduğumu söylemem gerekir.

Evet programın son dakikalarına geldik ama sizi yakalamışken bırakmak istemiyorum. Kanalın yayın akınışını da biraz bozmak pahasına bir soru daha iletmek istiyorum. O da yine Demirtaş’ın bir tespiti özellikle parti içerisinde nitelikli kadro eksikliği yaşandığını ve örgütsel olarak da bunun da örgütlenmenin önüne geçtiği yönünde bir tespiti var röportajda söylediği. Bunun tabii bir ayağı tutuklamalar, Partiye dönük çöktürme operasyonu ama bir yandan da bunun işte bir takım dedikodu merkezlerine, parti içerisindeki yozlaşmaya aynı zamanda da Kürt  halkı içerisinde de kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite paradigmasının aktarılamamasına da yol açtığını söylüyor. Aktarılamamasına da yol açtığını söylüyor. Ben bu konuda sizin görüşlerinizi öğrenmek istiyorum. Yani bu operasyonlar çöktürme harekatı dediğimiz HDP’nin örgütsel kapasitesini, kadrolarındaki niteliği ve Demirtaş’ın deyimiyle bunları bir vasatlığın iktidarına mı bıraktı yoksa burada tahlil etmek gereken daha geniş bir sorunmu var?

Bence bir kere bu fotoğraf doğru olabilir. Yani bunun bazı bölümlerine ben başka mercek altında bakabilirim ama heyeti umumiyesiyle bu fotoğraf yanlış bir şey söylemiyor. Fakat bunun sebepleri hakkında düşünmeye başladığımız zaman birden çok… Mesela şuna bakalım  biz kendi dışımızdaki sola oy kaybettik değil mi? Evet. Bunun sebebi kadrolarımızın “niteliksiz” olması değildi. Programımızın eksik yorumlanması ve mesela partinin antikapitalist hüviyetinin  esasen ortalamacı yaklaşımlar dolayısıyla bastırılmasıyla ilgiliydi.

Parti örneğin, seçim kampanyasının ortasında doğrudan doğruya seçim kampanyasının sebepleri ve süreciyle ilgisi olmayan pek çok temayı yükseltirken kapitalizmle mücadelenin  örneğin işçilerin işçi hakları işçilerin örgütlenme davası ve genel olarak kapitalizm karşısında  bir yeni sistem ihtiyacı gibi meseleleri mızrak başı yaparak yürüse belki de bu kayıpların bir bölümüne uğranmayacaktı ve partimizin yüzüne karşı insanlar “ilk Sosyalist Parti meclise girdi” demeyeceklerdi. Çünkü sosyalistler partili olarak ve partileriyle beraber bir ortak partinin [HDP’nin] parçası olarak çoktan meclise girmişlerdi. Ama bu hedefler maalesef demin dediğimiz gibi silikleşti, örselendi ve buna ben katılıyorum.

O yüzden partimizde gürül gürül akması gerekir düşünce özgürlüğünün kaynaklarının. Net konuşalım: Partimizde LGBT haklarını, LBTQ haklarını savunmak mecburidir hukuken, siyaseten yasaktır. Öyle bir şey olabilir mi? Nüfusun neredeyse yüzde 20’sini oluşturan bir  toplumsal cinsiyet ya da cinsiyet yöneliminin mazlumiyeti hakkında partimiz konuşmamayı tercih eder. Onlar da yüzümüze bakmayacaklardı tabii ki.

Ya da, atıyorum, Finlandiya’nın NATO üyeliğine partimiz meclisten geçerken ses çıkarmayacaktır. Antiemperyalist sebeplerle partimize göz dikmiş olan bakan insanlar burada bir tuhaflık göreceklerdir. O nedenle ben bir kere her şeyden önce programımızın ve başlangıç literatürümüzün ihya edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

İkinci olarak da Demirtaş’a o manada katılıyorum. Bizim demokratik modernitenin icap ettirdiği yaşantıları, ahlakı kültürel varoluşu bugünden kurabileceğimiz mekanizmalar, halkların demokratik kongresi bu amaçla kurulmuştu. Bu ya da benzer başka adla başka birleşimlerle bu yapılar kurulmadıkça partiyle hayat arasındaki bağ kurulamaz. Parti siyaset yapar. Partiye her şeyi sığdıramazsınız. Ama parti hayatın gidişine yön vermek ister. O yüzden hayat içerisindeki demokratik ve devrimci eğilimlerle her an temasta olması gerekir. Bunları teşvik etmesi gerekir. Partilerimiz ne kadar çok parti dışı yapılarda çalışıyorlarsa, -insan hakları derneklerinde, işte kent hakkı derneğinde doğa hakkı derneğinde, kadın hakkı derneğinde, inisiyatiflerde çalışıyorlarsa bunları ne kadar birleştiriyorlarsa- o kadar parti için çalışıyorlar demektir. Meclise taşınan siyaset neticedir. Bu nihayet bir işlem merkezidir. Ama asıl mesele öbürü, bunun için 2015’ten önce ve sonra da Halkların Demokratik Kongresi yavaş yavaş tasfiye olurken emilirken bunlara itiraz etmek gerekirdi. O zaman Sebahat’la çok uğraştık “üyelerimizi geri verin” diye ama Halkların Demokratik Partisi üyelerimizi aldı gitti. O nedenle daha geniş bir muhasebeye ihtiyacımız var.

Evet çok teşekkür ettik Sayın Kürkçü yayına katıldığınız için. Ben de çok teşekkür ederim.

Sağ olun. Umuyoruz ki önümüzdeki süreçte HDP’nin kongre sürecinde sizi tekrar yayınımıza almak ve ilerleyen değerlendirmelerinizle paylaşmak isteriz.

Çok teşekkür ederim. Çok kıymetli oldu. Sağ olun.

Evet. Ertuğrul Külküçü, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü konuğumuzdu.