Toplumun tarihsel bilinci olma yükümlülüğü

Önümüzdeki bir ay, demokratik ve toplumsal kurtuluş dinamiklerinin yürüyüşlerini birbirlerine yaklaştırmak için hiç de azımsanacak bir süre değil. Ancak bunun başını çekecek bir iradeye ihtiyaç var.

İttifaksız siyaset olmaz, siyasetsiz de ittifak olmaz. Siyaset devlet iktidarını ele geçirmek ve elde tutmak hedefiyle girişilen eylemlerin ve onlara yol gösteren düşünce ve bilgilerin toplamıdır. İktidar güç demektir, devlet iktidarını güçle korur. Onun yerini almak, onu değiştirmek ya da onun egemenliğinden kurtulmak iktidarın seferber edebildiğinden daha çok gücü seferber edebilme kabiliyetine sahip olmayı gerektirir. Bu pratikte, ittifak kurma ve yönetme kabiliyeti demektir.

Sınıflı bir toplumda iktidar eninde sonunda, her zaman bir sınıfın iktidarıdır, ancak şu kayıtla: Sınıf iktidarı bir soyutlamadır. Somut iktidar ise, genellikle aralarından biri öne geçip kendi suretine yaklaştırdığı için o sınıfa izafe edilen, ama gerçekte iç içe geçmiş, çelişkili çıkarlara sahip çoklu bir sınıflar koalisyonunun iktidarıdır. İktidarın dilinden “devletin tekliği” hiç eksik olmasa da o, gerçeklikte hem toplumun sayıca azınlıkta olan sınıf ve tabakalarının ittifakına dayandığının, hem de bu nedenle esasen kırılgan bir egemenliği elde tuttuğunun bilgisi ve bilinciyle doludur. Böyle olduğu için de tarihsel eğilimi, gücü en çoğa çıkartmaya yöneliktir. Bir yandan egemen ittifak çevresindeki yığınağı tahkim ederken, öte yandan kendi dışındaki potansiyel iktidar odaklarının evrimini daimi bir dikkatle izler ve halkın, mukabil ittifaklar oluşturma olasılığını aklından bile geçirmemesini sağlamak üzere 7/24 mesai yapar, her an hassas terazisiyle güç kaymalarını ölçümler.

İktidar dışı odaklar önce devşirilmek üzere yoklanır. Aşağıda farklı topluluklar, sınıflar arasında bir alternatif ittifak eğilimi akıllardan geçse de gerçekleşmesinin önüne kesmek üzere sosyal ve politik denetim mekanizmaları kurulur. Kollar, tarihsel çıkarları egemen ittifakın karşısındaki ittifakta toplanmakta olan sınıf, grup ve topluluklar arasındaki uzlaşmazlıkları derinleştirmek üzere sıvanır. Psikolojik harekat, siyasi polis, istihbarat, dezenformasyon, antipropaganda ve bunların kamusal çıkar ve yarar örtüsü altında işletilmesi için lazım gelen örgütler, kurumlar, kuruluşlar, şirketler, medya, kültür, futbol -aklınıza ne gelirse hepsinin asli işlevi, ezilenlerin, yönetilenlerin, yoksulların, egemenliğin bukağılarından kurtulma ihtiyacında olanların bir siyasal çoğunluk oluşturmak üzere birbirleriyle anlamlı bir koalisyon, bir ittifak oluşturmalarının önünü kesmek üzere daimi bir gerilim halinde tutulmalarıyla ilgilidir.

Sınıflı toplum böyle olduğu, ezenler ve ezilenler arasında yarıla geldiği, yani yazılı tarih hep bir sınıf mücadeleleri tarihi olduğu için, toplumsal hayatta karşı karşıya gelenlerin, eninde sonunda, dolaylı dolaysız bin bir yoldan siyasette de karşı karşıya gelmemeleri söz konusu olmaz. Farklı çıkar ve değerlere sahip insan toplulukları, halklar, sınıflar, toplumsal cinsiyetler, tekil çıkarları uzun vadede birbiriyle çelişse de güncel güç dengeleri içinde ayakta kalabilmek, mevzi kazanmak, ilerlemek, kazanımlarını korumak için bilinçli veya bilinçsiz, daimî bir dayanışma ve çoğalma ihtiyacı içinde olduklarından kendiliğinden ittifaka eğilimlidirler. Onlar da çatışan güçler arasındaki güç kaymalarını gözlemler, kimin kazanıp kimin kaybetmekte olduğunu izler, olasılıkları değerlendirirler. Bu doğal süreçlerin bilinçli bir biçimde bir iktidar mücadelesi bağlamında siyasal zeminlerde yürütülmesine “siyasal ittifak”, askeri alanda ordular arasındaki mücadele ortaklığına “askeri ittifak”, seçimlerde iktidar karşısında belli hedefler için bir arada çalışmaya “seçim ittifakı”, sınıflar arasındaki stratejik kader birliğine örneğin “işçi-köylü ittifakı” derken soyutta hep aynı kavrayışı ifade ediyoruz: Farklı olanların birbirlerine yaklaşması ve güç maksimizasyonu.

Tarihte, başarıyla kotarılmış ve yürütülmüş bir siyasal ve toplumsal ittifakın eseri olmayan bir siyasal ya da sosyal devrim, bir halk kurtuluş mücadelesi, bir milli kurtuluş savaşı, bir özgürlük mücadelesi, bir antifaşist direniş savaşı ya da bir Anayasa referandumu zaferi, bir seçim başarısı yok. Ama tersine örnekler pek çok: Örneğin, bütün görkemli direnişine, tarihinin ilk proleter devrimi olarak kaydedilmesine karşın 1871 Paris Komünü’nün, Parisli işçiler ve Fransa kırlarının köylüleri arasında bilinçli bir ittifaka kavuşturulamadığı için, işgalci Prusya ordusuyla geçici bir ittifak kuran Versailles ordularınca nasıl kanla boğulduğunu biliyoruz.

İtalya ve Almanya’da faşizmin hiç de mukadder olmayan iktidarının birbirlerine karşı konumlanmış Sosyal Demokrat ve Komünist partiler arasında yarılmış işçi sınıfı güçlerinin faşist hareketin tırmanışına birleşik bir direniş gücü oluşturarak yanıt veremeyişlerinin, özetle bir antifaşist veya “demokratik” ittifak inşa edemeyişlerinin, bu toplumların bütün insani başarılarının onları başaran insanlarla birlikte toplama kamplarında, gaz odalarında mahvına nasıl yol açtığının izleri hala Avrupa’nın bütün kentlerinde, toplumların ruh ve maneviyatında yarattığı tahribatla her an kendisini gösteriyor.

AKP-MHP-Ergenekon diktatörlüğü Türkiye ve Kürdistan’da sömürgecilik ve faşizme karşı mücadele halindeki toplumsal ve politik güçler için bu tarihsel örneklerle pek çok benzerlikler taşıyan riskleri ifade ediyor. Elbette, II. Dünya Savaşı öncesi Avrupası’nda değiliz. Ne var ki, Türkiye’deki diktatoryal rejimin Kuzey Kürdistan’ın kendi kaderini tayin mücadelesini Güney Kürdistan’ın kuzeyi ve Batı Kürdistan’ı fiili işgal altında tutarak durdurmaya özgülenmiş fetihçi yönelişleri Kürtler için güncellenmiş sömürgecilik pratiklerini, Kürdistan’da ve  Türkiye’nin batısında faşizm, militarizm ırkçılık ve kadın düşmanlığını sistematik olarak beslerken, bölge ülkeleriyle ilişkilerindeki hegemonyacılık ve irredantizmin Alman faşizminin kötü ünlü “hayat sahası” (lebensraum) zihniyetinin alaturka bir versiyonunu yeniden üretmekte olduğu, devletin yarı meczup bir şahsiyete tanınan despotik yetkilerle bir savaş odağı olarak zıvanadan çıkmaya başladığı çırılçıplak bir gerçek.

Öte yandan AKP-MHP-Ergenekon diktatörlüğü veya “Erdoğan rejimi” türünün tek örneği de değil. Macaristan’daki Orban rejimi, Rusya’daki Putin yönetimi, İtalya’daki Meloni yönetimi, Arjantin’deki Milei yönetimi, Brezilya’da saldırıya geçmek üzere pusuda bekleyen Bolsonaro güçleri, Trump’ın ABD’deki MAGA (Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım) atağı -hepsi bir arada kapitalizmin genel krizine verilen proto-faşist yanıtlar olarak geleceğimize dönük -böyle olmaları mukadder olmayan- büyük tehditler oluşturuyorlar.

Bu genel küresel iklim ve özgül koşullar altında, Türkiye ve Kürdistan’ın demokratik ve toplumsal kurtuluş güçleri arasında demokrasi ve barış ortak paydası altında bir büyük ittifak inşa edilememiş olması hala muazzam bir mesele olmaya devam ediyor. Ancak bunun da ötesinde ortadaki dağınık söyleme bakınca AKP-MHP-Ergenekon ittifakının metropol belediyelere geri dönüşü olasılığının ve “üçüncü kutup” açısından genel güç dizilişinde yaratabileceği farkın önem ve ciddiyetinin yeterince idrak edildiğini söylemek de mümkün görünmüyor. Önümüzdeki bir ay, demokratik ve toplumsal kurtuluş dinamiklerinin yürüyüşlerini birbirlerine yaklaştırmak için hiç de azımsanacak bir süre değil. Ancak bunun başını çekecek bir iradeye ihtiyaç var. Bu irade mevcut koşullarda ancak DEM Parti ile hayat bulabilir, yeter ki, “üçüncü kutup” siyasetinin mevcut güç denkleminde asimetrik bir vuruşu gerektirdiğine, mızrağın sivri ucunun silah, para, din, okul, medya, şiddet tekeli, askeri-sınai kompleks, rant ve talan ekonomisinin su başlarını tutanları hedef alması icap ettiğine ilişkin çözümlemelerimize bugünün ışığında bir kez daha bakabilsin.

______________________________________
Yeni Yaşam, 29 Şubat 2024