Kürtler’in Özgürleşmesine Eşlik Etmek

Ertuğrul Kürkçü

35 yıldır süre giden savaştan çıkış için Türkiye’ye bir plan sunan bir tek politik güç var: Bütün bileşenleriyle birlikte DTK. Planın içeriği adında içkin: Demokratik Özerklik! Demokratik Özerlik, faşist ya da oligarşik bir rejimde gerçekleşemeyeceği için, DTK Türkiye’nin de bu dönüşüme eşlik etmesini teklif ediyor: Demokratik Cumhuriyet.

Kürtler Diyarbakır’da bir “çalıştay” topladı, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin yeri göğü inletti “Meclisten başka yerde toplanamazsınız” diye! İnanması zor,  Mehmet Ali Şahin vatandaşların bütün toplantılarını TBMM’de mi yapmalarını istiyor gerçekten! Yoksa “çalıştay” nedir bilmiyor mu?  Kürtler Türkçe konuşsa bir dert, konuşmasa başka dert. “Çalıştay” yerine “workshop” deseler Şahin böyle kükrer miydi? Ya da “atölye”?

Artık Ankara’dan sıtkı sıyrılmış bir Kürt olsam “sizin diliniz size bizim dilimiz bize” derdim. “Biz bir ‘Komxebata’ topladık, siz ne sanmak isterseniz onu sanın!”

“Polis Akademisi”nde oluyor da Belediye’de olmuyor mu?

İçişleri Bakanı Beşir Atalay 1 Ağustos 2009’da Ankara’da, Polis Akademisi’nde Deniz Ülke Arıboğan, Hasan Cemal, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar, Fehmi Koru, İbrahim Kalın, Mustafa Karaalioğlu, Ruşen Çakır, Mithat Sancar, Muharrem Sarıkaya, Okan Müderrisoğlu, Nasuhi Güngör, Ali Bayramoğlu, Mümtaz’er Türköne ve İhsan Dağı’nın da aralarında olduğu bir grup gazeteci ve üniversite öğretim üyesini bir başka “çalıştay”da bir araya getirmişti: “Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru”.

Çalıştayın ardından bir yazılı açıklama yapan Polis Akademisi Başkanı Zühtü Arslan da “çalıştay vesilesiyle farklı görüşlerden gazeteci ve yazarların katılımıyla oldukça yapıcı ve ‘verimli bir beyin fırtınası’ yapıldı”ğını belirtirken yüzünde gülücükler açıyordu.

Bu “çalıştay”a katılanların da aralarında olduğu bir başka topluluk bu kez Demokratik Toplum Kongresi’nin çağrısıyla “beyin fırtınası” yapınca neden TBMM’de fırtınalar esti dersiniz? Dün CNNTürk’te “basına açık olmaması” bir ihtimal olarak belirtildi ama, İçişleri’ninki de basına kapalıydı… Kıyamet kopmamıştı.

Bence kıyametin nedeni bir “Komxebata” toplanmış olmasında değil, bu “çalıştay”ın bir fazlası ve bir eksiği olmasında: Diyarbakır’da polis yoktu ve Kürtler vardı!

Hükümetin kıyamet koparması bundan. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) bütün iktidar düzeylerinden baktığında görüyor ki, Kürtler çözüm inisiyatifini ellerine alıyor, meşhur tabirle “sorunun bir parçası değil, çözümün bir parçası” olmak üzere tarihsel bir adım atıyor! Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, TBMM Başkanı ve Başbakanın durmadan tehdit yağdırması bundan.

Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Özerklik

Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır’da toplanan “1. Demokratik Özerklik Çalıştayı” ya da “1. Komxebata Xweseriya Demokratik”te de söylediğim gibi 35 yıldır süre giden savaştan çıkış için Türkiye’ye, beğenelim  beğenmeyelim, bir plan sunan bir tek politik güç var: Bütün bileşenleriyle birlikte Demokratik Toplum Kongresi (DTK). Planın içeriği adında içkin: Demokratik Özerklik! Demokratik Özerlik, faşist ya da oligarşik bir rejimde gerçekleşemeyeceği için, DTK Türkiye’nin de bu dönüşüme eşlik etmesini teklif ediyor: Demokratik Cumhuriyet.

Siyaseti çoğulcu bir toplumsal süreç olarak değil, siyasi partiler oligarşisinin seçkinleri arasındaki bir iktidar itişmesi olarak göre gelenler DTK’nin ne olduğunu kolayca kavrayamayabilir. DTK, özcesi Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bütün uğrakları ve bütün düzeylerinde mücadele edenlerin temsilcilerinin halkın geleceğini belirlemeye dair söz hakkı sahibi kılındığı çok katmanlı ve çok ögeli bir politik tartışma ve yol gösterme zemini…

“De facto”dan “de jure”ye

DTK, üzerinde ahmakça fırtınalar koparılmasına ve mugalâtalarla saçmalığa indirgenmeye çalışılmasına rağmen “Demokratik Özerklik” önerisiyle bize ne olduğunu hiç bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz bir şey öneriyor da değil. Bu önerinin merkezi hedefi Kürt halkının çok uzun bir zamandır yürüte geldiği mücadeleler sonucunda edindiği “de facto” statüyü, yani fiili durumu, uluslar arası hukuk normlarının süzgecinden geçirerek “de jure” kılmak, yani kazanımları kayda geçirerek bunlara yasallık kazandırmak.

DTK Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak birliği, bölünmezliği ve devlet egemenliğini tanıyor, buna mukabil Kürtlerin haklarının Türkiye’nin tamamını kapsayan bir demokratikleşme süreci içinde teslim edilmesini talep ediyor. Bu politik çerçeve, “savaş”ın bütün görünür, görünmez gerekçelerini ortadan kaldırarak, demokratik bir mücadele çerçevesi kurmayı mümkün kıldığı için bir savaştan çıkış planıdır. “Demokratik Özerklik” önerisi Türkler’e Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmayı, bölmeyi değil birlikte “yeniden kurmayı” öneriyor:

“Demokratik özerklik; sınırların değişmesini değil, sınırlar içinde halkların kardeşliğinin ve birliğinin pekişmesini sağlayacak, böylece Türkiye’de oluşan karşıtlaşmayı durdurup Kürt halkıyla Türkiye’nin yeni bir sözleşme ile Türk-Kürt ilişkilerinde yeni bir dönem başlatacaktır. Modelimiz, Türkiye’nin tüm diğer bölgelerinde de uygulanabilecek bir demokratikleşme modelidir. Zaten dünyada da devletler, katı merkezi karakterlerini bırakarak adem-i merkeziyetçi siyasal sistemlere yönelmektedir. Çünkü yerinden yönetime dayanan sistemler sorunları daha kolay çözdüğü gibi, her alanda gelişmenin daha da hızlandığı siyasal modeller haline gelmişlerdir. Bu yönüyle demokratik özerklik, yetkilerin yerellere devredilerek devletlerin bu tür sorunları çözüp, demokratikleşmeye yöneldiği eğilimlere de uygun düşmektedir.”

Esas mı ayrıntı mı?

“Demokratik Özerklik”  teklifinin “çalıştay”da da çokça eleştirilen, “özsavunma”,  “bayrak”, “flama” ve sair alametler, temsil mekanizmaları, “özerk” bölgelerin merkezin yetkilerini devralma ölçüleri ve sınırları bahislerinde taşıdığı “belirsizlik” ya da “tutarsızlıklar” konusunda DTK’yi günlerce bakalorya sınavına tabi tutmak ve “otur sıfır” diye notlamak mümkün elbette… Ancak, bunlar Demokratik Özerklik önerisinin özü yanında ancak ayrıntı sayılabilecek ikinci dereceden konular.

“Demokratik Özerklik” önerisinin asıl tarihsel değeri Kürt özgürlük hareketinin bütün taraflarının Türkiye’yle savaşa son vermek üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinden hareketle bir ortaklaşa “yeniden kuruculuk” iradesini beyan ediyor olmaları ve bunun için ellerini Türkiye halkına uzatmalarında.

Ultra milliyetçileri şimdilik bir kenara koyalım, kendine “aydın” ya da demokrat diyenlerin bu teklif karşısında yapmaları gerekli ve mümkün, yapmamaları zorunlu iki şey var:

Kürt halkının kendi özgürlüğü ve haysiyeti için sürdürdürdüğü mücadelede çok ağır bedeller ödeyerek kazandığı özgüvene eşlik ederek her ilin, her belediyenin kendi özerk yönetimine sahip olduğu, bu özerk yönetimlerin bir araya gelerek demokratik bir cumhuriyet altında her milliyet ve inançtan yurttaşı birleştirdiği, herkesin dilinde, dininde, dinsizliğinde, milliyetinde özgür olduğu, özgür üreticilerin kendi kendini yönettiği yeni bir toplum, bir yeni hayat kurulması için Türkiye’nin batısında da güçlü bir dalga yaratmak… Bu mümkün ve gerekli.

Kürtlerin mücadelesini, bir özgürlük kavgası değil, devlet güvenliğinin bir tamamlayıcı parçası, müesses nizamın bir bileşeni, Avrupa Birliği’nin doğuya doğru mutasavver genişlemesinin bir momentine irca ederek onları bugünkü dönüştürücü konumlarına ulaştıran anti-kapitalist ve devrimci dinamikten uzaklaşmalarını sağlamak amacıyla en geri bilince seslenmek: Kürt özgürlük mücadelesine nifak sokmak.  Bunu yapmamak gerek.

Bir de değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek bir durum: Kürtlerin kendi kendilerini yönetme iradesi!

21.12.2010
bianet