Kürtler ve Türkler İçin Ortak Bir Dil: Emeğin Dili

Ertuğrul Kürkçü

Bir kere daha, yeniden, farklı dillerde konuşmayı öğrenmeye başlıyoruz. Biz ezilen Kürt’ün acılarının diliyle konuşmayı batıda öğrenirken, DTP de orada AKP’nin ABD’nin projeleriyle savaşı içinde bir sosyal muhalefet dilini, kendi hareketinin yeni dilini bulmaya, öğrenmeye başlıyor.Kamuoyunda “Çatı Partisi Girişimi” olarak bilinen siyasi arayış etrafında bir araya gelenler, 27-28 Haziran’da Ankara’da düzenledikleri “Demokrasi İçin Birlik Konferansı”nda bir politik ortaklık geliştirmenin imkanları  ve biçimleri üzerinde tartıştılar ve aşağıdan geliştirilecek bir “Demokrasi İçin Birlik” hareketinin bir politik ortaklığı öncelemesi üzerinde bir mutabakata doğru ilerlediler. Ertuğrul Kürkçü’nün bu konferansın birinci günü yaptığı konuşmayı yayınlıyoruz .

Bu oturumun başlığı “Nasıl bir demokratik birlik?”  Ama ben aslında sabahki gündemde -“Nasıl Bir Demokrasi”- söz istediğimi düşünüyordum, o açıdan, ikisi zaten birbirinden o kadar  ayrılamadığı için, biraz sabahtan kalma konulara da değinmek zorunda kalacağım.

Hepsinden önce şunu söylemek istiyorum: 20 – 21 Aralık’taki toplantıyla bu toplantı arasında gözle görülür bir mahiyet farkı var, bir olgunluk farkı var ve bileşiminde de bir fark görüyoruz. Kimilerinin baktığı yerden bu fark bir eksilme olarak görülebilir. Kimilerinin baktığı yerden ise bu fark bir tutarlılık dizilişi olarak görülebilir.

Tarihsel ittifak

Neresinden bakarsanız bakın gene bir fark var, fakat ben daha çok ortaya çıkan bağlama bakıyorum. Bu bağlamdan da doğrusu hoşnutum, çünkü demokrasi tartışmasını bir toplumsal bağlamda, toplumsal eşitsizliklerin kendisini ifade ettiği ve sonuca bağlandığı bir genel politik çerçeve olarak algılayan ve bunu emeğin, ezilenlerin, yoksulların, dışlananların, olduğu yerden yorumlayan bir yaklaşımın giderek genel geçer yaklaşımın yerini aldığını görmekten ötürü son derece mutluyum. Bunda küçücük de olsa bir payım olduğunu düşünüyorum. Kimilerine göre bu “ortalığı dağıtmak”tı. Ben ise bu müdahalelerin ne kadar derli toplu düşünmemize yardımcı olduğunu gördükçe, daha çok seviniyorum.

Şimdi bizim karşı karşıya kaldığımız, çözmeye çalıştığımız problem, karşımıza Kürt hareketinin tarihsel ilerlemesi tarafından çıkartıldı. Bu meseleyi karşımıza biz koymadık. Problemi biz tanımlamadık. Problem tarihsel olarak karşımıza çıktı. Kürt hareketi bu problemi getirdi önümüze koydu, bize dedi ki “bizimle tarihsel bir ittifakı, kalıcı, süregen bir yapı içerisinde kurmaya var mısınız?”

Şimdi bu sorunun cevabını tartışıyoruz. “Genellikle varız; fakat nasıl?” diye tartışıyoruz. Çünkü problemin, tarihsel mücadelelerine ne kadar saygı duyarsak duyalım, mantık mahkemesine sıra geldiğinde, herzaman doğru konulmuş olmayabileceğini düşünme hakkımız var.

Mademki problem çözeceğiz, problemi çözmekte eşit hakka sahibiz. Çözdüğümüz problemin gereğini icra ederken, eşit kuvvete sahip olmayabiliriz, bu birşeyi değiştirmez. Akıl mahkemesinde herşey eşit, herkes eşit.

Sermayenin kudretinin sınırlanması olarak demokrasi

Şimdi gördüğümüz gerçek şudur: Türkiye’de yaşayan Kürtlerin temsilcileri kendilerinin esas olarak yoksulluk, çalışma, emek, dışlanma üzerine varolan milyonlarca insanın temsilcisi olduğunun farkındadırlar ve giderek artan bu farkındalığın karşılığı olarak da ellerini Türkiye’deki bütün demokratlara değil, bu demokratların içerisinden düzen için kalıcı, radikal, köklü değişiklik projeleri olanlara uzatmaktadırlar. Bu bizi farklı bir muhatabiyet düzeyine yerleştiriyor; ister istemez bugün karşı karşıya kaldığımız bu “demokratik birlik” meselesi aynı zamanda bir sosyal birlik meselesi olarak karşımıza çıkıyor. Bundan kaçamayız, bundan kaçmak imkansızdır çünkü, şimdi içinde yaşadığımız cumhuriyette demokrasiyi elde etmek, yani hakim olanın hakimiyetini sınırlamak ve bunun karşısına bir başka ağırlık koymak demek, sermayenin hakimiyetini kısıtlamak demektir.  Sermayenin hâkimiyetini, sermayenin mülk sahipliği üzerindeki kudretini sınırlamadan sınırlamak mümkün olamayacağı için, bu bir sınıf mücadelesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birlikte örgütlenme

O yüzden ben Kürt sosyalistlerinin, Kürt devrimcilerinin bu meselenin tamamen farkında olarak, şimdi vurguyu giderek artan bir şekilde emeğin hakları, emeğin mücadelesi, emeğin kurtuluşu, Türk ve Kürt emekçilerinin ortak mücadelesi eksenine yerleştirmeye gayret etmelerinden, bunu kavramsallaştırmalarından ötürü son derece memnunum. Bu bize 1960 lardan bu yana ilk kez, açılan çemberin yeniden kapatılması imkânını sağlıyor, Kürt ve Türk sosyalistleri, devrimcileri, halkları, emekçileri, birlikte örgütlenmeyi tartışıyorlar.

Bu, aslında bizim sosyal mücadele tarihimizde ikinci bir devrim anıdır. Bu anın hakkını vermeye çalışıyoruz. Bundan ötürü mutluyuz. Bundan ötürü burada olmaktan sevinçliyiz.

Şüphesiz bu iki büyük akıntının bir araya gelişi, başka pek çok akıntıyı da harekete geçiriyor. Özgürlük talep eden, hakimiyet altında ezildiğini düşünen, şu ya da bu sebeple dışlandığını hisseden, bunun acısını çeken herkes, buraya doğru akmaya başlıyor, başlayabilir, bu imkanı biz yaratabilirsek eğer, bütün insanlık adına konuşmak hakkını kendimizde bulabilecek kadar bütün ezilenlerin hakkını savunan bir yerden konuşabilirsek, o zaman pekala Türkiye’deki bütün farklılıkların, altta olanların tarafı biz olabiliriz. O zaman bizim önümüzde açılan alan, böylelikle yaygın, derin bir tarihsel ittifak olarak karşımıza çıkar.

Aşağıdan ve yerel

Buna uygun bir yapı arıyoruz. Buna uygun bir yapı için daha önce, ister istemez önsel olarak düşünülmüş olan, bir deneyimden bağımsız olarak düşünülmüş olan, çiziktirilmiş olan taslaklar, tartışıldıkça, denendikçe, şimdi kendi kavramlarına kavuşmaya başladı. Çatı kavramının kendisinin bir sorun olup olmayacağını haklı olarak tartışıyoruz. Bunun örgütsel biçiminin parti olup olmayacağını haklı olarak tartışıyoruz. Yukarıdan mı aşağıdan mı olacağını haklı olarak tartışıyoruz ve apaçık ortaya çıkıyor ki Kürt devrimci hareketinin, Kürt halk hareketinin içinden gelen, temsil hakkına sahip olan herkes, aşağıdan başlamanın ve yukarıdan tamamlamanın, zorunlu ve kaçınılmaz olduğuna dikkat çekmeye başladılar. Ben doğrusu bunun yerli yerinde, doğru bir tutum olduğunu düşünüyorum.

Bir kere kıpırdamaya başladığında, bir kere hareket etmeye başladığında, ya da zaten hareket halinde olanlar birbirini bulmaya, birbirini sınamaya, birbirleriyle omuz omuza vererek karşılarındakinin bileğini bükmeye başladıklarında, neyi nasıl neyle ve hangi ad altında yapacaklarını görecekler. Ama şimdiden görünen şey, bizim heryerde bu tartışmaların bitmesini beklemeksizin, yerel alanlarda, heryerde Kürt ve Türk emekçilerinin, Demokratik Toplum Partisi’nin, bu sürece katılan bütün politik unsurların, katılmayan; bunun adını, şusunu ya da busunu beğenmediği için katılmayan unsurların da katılabilecekleri yerel yapıların yolunu açmak zorunda olduğumuz. Bu yol açıldığı zaman, bu kanaldan insanlar akmaya başladığı zaman, mücadele buradan akmaya başladığı zaman, onlar kendi kimliklerini, kendi kavramlarını, kendi duruşlarını bulacaklardır.

Toplumsal talepler ve kimlik

Ben doğrusu Kürt devrimci hareketinin yaşadığı deneyimi yorumlarken hepimiz için elle tutulur kimi ipuçları sunduğunu düşünüyorum. Özellikle Mart yerel seçimi sonuçlarının yorumu bakımından, ben Demokratik Toplum Partisi, Parti Meclisi’nin yaptığı değerlendirmenin hayati önemde olduğunu düşünüyorum; bunun altını şu bakımdan çizmek istiyorum:

Demokratik Toplum Partisi, seçim deneyimini değerlendirdiği zaman şu sonuca vardı: Dedi ki “Türkiye’nin batısında yaşayan Kürt emekçiler, bölgeden göçmüş olan emekçiler ile bizim kuracağımız ilişki, söylem, yalnızca ve ancak kimlik ve bağımsızlık söylemi üzerinden kurulamıyor. Sosyal talepler var. Bu sosyal taleplere verilmeyen yanıtlar, bize hiç yakın olmayan, bizden olmayan, bize karşı olan partilere desteğe dönüşüyor. O zaman bunu geriye çekmek için, yeni bir taktik, yeni bir söylem, yeni bir dile ihtiyaç var.”  Belki de şimdi yapmaya çalıştığımız şey, aslında bizim de kapasitemiz, kabiliyetimiz, olduğumuz yer açısından, yani Türkiye sosyalistlerinin, Türkiyeli devrimcilerin olduğu yer açısından bu dili ve bu söylemi bulmak ve keşfetmekte Kürt devrimcilerine, Demokratik Toplum Partisi’ne, onun için mücadele edenlere yardımcı olmaktır.

Böylelikle bir kere daha, yeniden, farklı dillerde konuşmayı öğrenmeye başlıyoruz. Biz Kürtçe’nin, ezilen Kürt’ün, onun acılarının diliyle konuşmayı batıda öğrenirken, Demokratik Toplum Partisi de şimdi, orada, Adalet ve Kalkınma Partisi ile devletin, Amerika Birleşik Devletleri’nin projeleri ile savaşırken, bir sosyal muhalefet diliyle aşağıdan kendi hareketinin yeni dilini bulmaya, öğrenmeye başlıyor.

Hepimiz yeniden herşeyi öğreniyoruz.

Ezilenlerin dili

Elbette biz mücadele edenin hakkını teslim ediyoruz. Nasıl etmeyelim. Ama mademki yeni bir sayfa açıyoruz, orada hepimizin sözü, değerlendirmeye almak bakımından bir ve eşit. Şimdi bu sözler için sadece söylenebilecek olan şey, doğru mu yanlış mı olduklarıdır. Bunları tartışmaya hakkımız var. O yüzden ben derim ki; şimdi açılmış bulunan bu kapı iyi bir kapıdır. Daha önce burada konuşarak bize kendi oldukları yerden, ne açıdan ve nereye kadar bir hat örebileceklerini söyleyen arkadaşları dikkatle dinleyelim ve ciddiye alalım. Emirali Şimşek arkadaşın, Akın Birdal arkadaşın, benden önce konuşan milletvekili Aysel Tuğluk arkadaşımızın, başkan Ahmet Türk’ün konuşmalarını hep beraber değerlendirirsek şu açıdan yerli yerinde bir iş yapmış oluruz. Onların taşıdıklarını burada ima etmedikleri, ama bizim mevcudiyetini bildiğimiz kapasiteyi varsaymaksızın kendi kendimize hikâye kuramayız. Birlikte yürüyeceğiz, birlikte iş yapacağız ve moda –kötü anlamıyla moda– olan deyimle söylersek ‘asimetrik’ bir ilişkiden sözediyoruz. Bir tarafta üç milyon, dört milyona yakın desteği ve oyu olan bir parti, öbür tarafta hepsini toplasanız yüzde bir etmeyen bir destek düzeyinden sözediyoruz. Şimdi bu gerçeklikleri unutmayalım.

Ama bir başka şey daha var; öte yandan hiçbirşey bugün ile sınırlı değil. Deneyimden söz ediyoruz, tarihsel deneyimden. Durmaksızın kendi üzerine kapanan ve açılan bir tarihsel çemberden sözediyoruz. Bunun içerisinden baktığımızda, bazı şeylerin de bu sayılarla ölçülemeyecek kadar değerli ve önemli olduğunu görebiliriz. Dolayısıyla hiçkimsenin kendisini olduğundan daha az görmesine gerek yok. Ama şu: bu makina harekete geçecekse, optimal bir güçle harekete geçecekse, bir fiziksel büyüklük söz konusuysa, bu fiziksel büyüklüğün baskın nüfusu Türk olan kentlerde bile şu anda esas olarak Kürt emekçiler olduğu apaşikar değil mi?

Hepimiz girdik, bir yerel seçim deneyimi yaşadık. Burada neyi mobilize ettiğimizi bilmiyor muyuz? Biliyoruz. O yüzden bu hassasiyeti elbette dikkate alacağız. Ama şimdi bir ortak deneyim ve ortak dil kurma imkânımız var. Bu ezilenlerin diliyle, yoksulların diliyle, çalışanların diliyle, emekçilerin diliyle konuşma imkânıdır. Bu dil bizim önümüzü açacak, bu dil bizi öteki ezilenlerle birleştirecek. Şüphesiz bu dil ile konuşurken bir sosyologun diliyle değil, besbelli halk içinde mücadele eden bir dava insanının, bir savaşçının diliyle, neyi nasıl telaffuz ettiğimiz zaman, nerde nasıl bir imkân oluşturacağımızı hep birlikte göreceğiz..

Sınıfsız, milliyetsiz birleşmiş bir dünya

Ben bir tek örnek daha vererek bitirmek istiyorum: Ne milliyetleri ne mezhepleri insanların tarihsel rolleri hakkında bir fikir vermez, sınıfları kadar. O yüzden biz bu sınıfsal denklemi, aşağıda olanın sesi olmayı, hangi milliyetten olursa olsun onların sesi olmayı hem enternasyonalizmin bir gereği olarak görüyoruz hem de haklının yanında durmanın bir icabı, vicdani gereği olarak görüyoruz.

Örnek şu: Adını söylesem bileceğiniz, gözaltında kaybedilmiş bir devrimcinin eşi ve kızları, bu kayıp olayından sonra İstanbul’a göçtüler ve çocuklar çalışmaya başladı. Bir trikotajcının yanında çalışıyorlar; iki kız. Çok geç saatlere kadar çalışıyorlar ve o gece eve gelmediler. Ertesi gece de gelmediler. Anneleri panik içerisinde temas kurmaya çalışıyor, telefon şarjları bitmiş açılmıyor. Nihayet iki gün sonra evlerine geldiler. Evlerine geldikleri zaman anlattıkları hikâye şuydu: Bir gün sonra 29 Ekim cumhuriyet bayramıydı. Bir, Kürdün, bir  “Yurtsever”in trikotaj imalathanesinde Türk bayrakları dikiliyordu ve bu çocuklar 48 saat uyumadan o bayrakları diktiler ve evlerine geldiler.

Şimdi bizim bu olayda kimin tarafını tutacağımız sorusu bence son derece açık: İmalathane sahibinin değil o iki işçinin tarafını tutacağız. Hareketi bunun etrafında öreceğiz. Çünkü sadece kimliklerimizin, sadece varlığımızın ve bilincimizin değil, öte yandan toplumsal hayatımızın da kurtuluşu için çaba gösteriyoruz.

Ben Kürt devrimcilerinin bu tarihsel hedeflerini unuttuklarını hiçbir zaman düşünmedim. Hiçbir zaman sınırsız, sınıfsız, milliyetsiz, devletsiz, bayraksız, birleşmiş bir dünya azminden başka bir azim bizi bir araya getiremezdi. O yüzden başkasının çağrısına değil onların çağrısına uyuyoruz. O yüzden desteğimiz onların yanında. O yüzden de bizim kuracağımız birlik bu temele, bu köke, bu tarihi hedefe, bu amaçlara, bu insani değerlere bağlı olacaktır.

Böyle olursa, bunun altına girmeyen, daha önce de söyledik 20 – 21 Aralık 2008’de,  namerttir.

07.07.2009
http://bianet.org/bianet/bianet/115700-kurtler-ve-turkler-icin-ortak-bir-dil-emegin-dili