Herkese Demokratik Özerklik!

Ertuğrul Kürkçü

Kürtlerin istediğini, yoksul ve emekçi Türkler de, Lazlar da, istiyor: “Her il, her belediye kendi özerk yönetimine sahip olsun. Bu özerk yönetimler bir araya gelerek demokratik bir cumhuriyet altında her milliyet ve inançtan yurttaşı birleştirsin.”

Türkiye, Türklerle Kürtlerin birbirlerinden kanlı bir iç savaşla ayrılacakları bir kopuşmaya doğru mu gidiyor?

Yaygın medyanın yüksek tepelerinin birinden öbürüne, biteviye aktarılmaya devam eden mesajlara bakılırsa öyle: “Trajik bir geleceğe doğru sürükleniyoruz, Kürtler yüzünden.”

Daha çok “Ergenekon” kovuşturması mağdurlarına sempatilerini saklamayan, gazeteci/yazarlardan geliyor diye bu mesajları hâkim politik kutuplaşmanın içinden okumamız gerekmez. Koroda öteki kutuptakiler de var: “Kürtler her şeyi ellerine almaya başladılar. Yakında Türkler azınlık olacak ve ‘Bir zamanlar Türkler varmış’ diyecekler.”

Bu sözlerin sahibi AKP Kırıkkale milletvekili Vahit Erdem! Hiç sıradan biri değil, burjuvazinin bürokrasi ve siyasetteki seçkin sözcülerinden… AKP’de kendi gibi düşünen başkalarının da bulunduğunu biliyoruz.

Erdem’in bir kahve sohbetinde dile dökmek “gaflet”inde bulunduğu bu reaksiyon bilmediğimiz bir şey değil. 1980’ler sonundan bu yana, Özal döneminde başlayarak, daha çok orta-üst sınıflar arasından benzer homurtular yükselirdi. Devlet ve belediye ihalelerinin paylaşımına yeni katılanlar eski ortakların pastadaki dilimlerini küçülttükçe eş-dost çevrelerinde “mahalledeki yeni çocuklar”ın  “etnik kökenler”inden daha çok söz edilir olmuştu. “Kıro” ve “maganda” sözlüklere o günlerde girdi.

Beyaz Türklere “kendi kaderini tayin hakkı”!

Ancak, Erdem’in sözlerinin kamusal alana taşınma şekli, bağlamı, zamanı ve taşındığı ortam yeni. Medya bize bu vesileyle yalnızca bir gözlem ya da bilgiyi aktarmakla kalmıyor, yeni bir tavır alışı ima ediyor, hatta göze sokuyor.

Ülkede süre giden dinci-laik, ulusalcı-küreselci kutuplaşmasının kolayca açıklayamayacağı, henüz politikaya tahvil edilmiş olmayan, daha çok toplumsal-kültürel ilişkiler alanında su yüzüne çıkan bir yeniden konumlanma süreci bu.

Önce bağlam:  Dr. Cenk Saracoğlu’nun geliştirdiği bir kavram bu mesajların kendilerine özgülüklerini  ayırt etmemize yardımcı olabilir: “Tanıyarak dışlama”!..

Dr. Saracoğlu’nun kavramı İzmir’den yola çıkarak Kürt göçü alan kentlerin orta sınıfları arasında son yıllarda gelişen bir dışlama pratiğini adlandırmayı amaçlıyor. “Tanıyarak dışlama” Kürt kimliğini “Kürt yoktur” kabulüyle dışlayan/eriten devletin Türk milliyetçiliği pratiklerinden başka birşey. Orta sınıflar arasında baş gösteren “Kürt vardır, kötü ve tehlikelidir” diye özetlenebilecek yeni tür bir kültürel-toplumsal dışlayıcılık ve ayrımcılığı tanımlıyor. Bunun pratikte nelere yol açabileceğini son zamanlarda kimi küçük kıyı kasaba ve kentlerinde Kürtlere ve Çingenelere karşı girişilen “pogrom” denemelerinde gördük. Biliyoruz.

Medyadan yükselen ses, mikro ölçekte sınanmış olan bu toplumsal-kültürel dışlama mantığını, bir psikolojik harekatı da aşacak bir tarzda ulusal ölçeğe taşımayı teklif ediyor: “Her gün gencecik askerlerimiz öldürülecek, orada burada sivillere yönelik bombalar patlatılacak, sonra da çıkıp, ‘İstediğimizi vermezseniz bombalar patlamaya devam eder’ tehdidi savrulacak. Allah aşkına bunun neresi ‘birlikte yaşama arzusunu’ ifade ediyor? Evet bilerek en uç soruyu soruyorum. ‘Böyle düşünen insanlarla birlikte yaşamak zorunda mıyız?’ (Ertuğrul Özkök,  Hürriyet, 9 Temmuz, 2010)

Bu ve benzeri “fikir” sahiplerinin bütün Türkler adına hissetme ve konuşma hakkını nerden buldukları, “böyle düşünmek”  ile “birlikte yaşamayı” birbirinin şartı kılmayı nasıl meşrulaştırabildikleri ayrı mesele. Orta sınıftan, orta zekâlı, orta yaşlı çoğunluk için anlaşılır ve “çekici” olsun diye bu şekilde dillendirilen “proje”nin, üzerinde asıl durulmayı hak eden yanı “Kürt Sorunu”na kalıcı çare olarak -PKK’nin silahlı mücadeleyi başlattığı 1984’ten bu yana- ilk kez yüksek sesle “Türkler’in “ayrılma hakkı”nı dillendiriyor olmasında.

“Proje” sahipleri esasen “birlikte yaşama” yanlısı olduklarını döne döne hatırlatsalar da -eskilerin dediği gibi- “dil ağrıyan dişi kurcalıyor”. Bazı Türkler, bütün Kürtler’e boşanma seçeneğini işaret etme zamanının geldiğine inanıyor.

“Proje”nin kendini meşrulaştırma bağlamı savaş! Türkler’in “ayrılma hakkı”nın fahri sözcüleri PKK’nin tek taraflı ateşkese son vererek, silahlı mücadeleyi yükseltmesinin kendilerine bu çağrıda bulunma hakkı verdiği kanısında!.

Gerçekten de yeni çatışma döneminin bilançosu görece ağır: PKK, hükümetin Kürt Sorunu’nu çözmek üzere “açılım” başlattığını duyurması üzerine, geçtiğimiz yıl 13 Nisan’da tek yanlı “ateşkes” ilan etmişti, “açılım”ın kendisini tasfiyeyi hedeflediği saptamasıyla “ateşkes”i 31 Mayıs’ta sona erdirdi. Genelkurmay internet sayfasındaki günlük sayıları alt alta koyduğumuzda 1 Haziran-20 Temmuz arasında TSK’nin kayıplarının Geçici Köy Korucuları da dâhil 43’e, PKK’ninkilerin de 76’ya ulaştığını görüyoruz. Çatışmaya taraf olmadıkları halde öldürülen 3 siville birlikte 50 günde toplam 122 insan yok edildi. Yas havası Türkiye üzerine nokta nokta yayılıyor…

Böyledir diye bir buçuk yıl önce “çözüm” eşiğinde olduğumuzu sanırken şimdi “ayrılık” eşiğine geldiğimize gerçekten inanmalı mıyız? Bunu gerektirecek böyle bir trajik dönüşüm oldu mu? “Türkler” gerçekten böyle bir arzu içindeler mi?

Mantıkla uğraşanların iyi bildikleri bir Latince bir deyim var: Post hoc ergo propter hoc. Sebep ile sonuç arasında kurulan geçersiz öncelik sonralık ilişkilerinin saçmalığını anlatmak için kullanılan bir klişe. “Bu olay şu olaydan sonra olduğuna göre, nedeni şu olaydır!” diye çevirebiliriz. “Güneş tutuldu ardından  deprem oldu, demek ki depremin nedeni güneş tutulması” çıkarsaması da post hoc bir saçmalıktır,  “Madem ki PKK askerlerimizi öldürüyor o zaman Kürtler’den ayrılalım” projesi de.

Savaş herkesi vuruyor. savaşta hayatlarını, yakınlarını, evlerini yurtlarını, sağlıklarını kaybedenlerle birlikte herkes,  kazandığını sananlar bile, kaybediyor… Şu halde, savaşı sona erdirmenin başlıca politik ve toplumsal kaldıracını -Kürt kimliğinin tanınması ve özyönetim hakkı-  kendi savaşlarının haklı sebebi sayanlar savaşın maddi ve insani bilançosunun giderek ağırlaşmasında kendilerinin de payı olduğunu anlamıyor olabilirler mi?

“Proje”nin vahameti saçma bir çıkarsamadan yola çıkmasında değil. Mantıktan sınıfta kalıp kalmamak sadece proje sahibini ilgilendirirdi. Ama hayat kavgasında bedeller ağır!

“Benden sonra tufan”

Asıl illiyet ilişkisi şurada: 90 yıl boyunca Kürt halkıyla şiddet ve inkâr dışında bir iletişim kanalı kurmuş olmayan seçkin Beyaz Türkler, “Kürt Sorunu”nda değişen bölgesel güç dengeleri ve uluslararası güç kaymalarının yol açtığı yeni denklemleri okumakta da aciz kaldılar. Askeri seçenek, zaman ilerledikçe atanı vuran bir bumeranga dönüştü. Orgeneral Başbuğ’un Uğur Dündar’la söyleşisinde “konjonktürel durumlar” ve “şans”la tevil etmeyi denediği askeri çıkışsızlık “yenilmezlik” mitosuna ağır darbeler vurdu. Kürtlerin ise kaybedecek hiçbir şeyleri yoktu, hayatları bile… O yüzden zaman geçtikçe kazandılar. Bunca kayıp ve yıkım, baskı ve inkar arasında kendilerine güvenmeyi, başı dik yaşamayı, hak mücadelesi vermeyi öğrendiler ve şimdi Türkiye’nin en dinamik toplumsal-politik gücü haline geldiler.

Böylece tarih Türkiye’nin yönetici seçkinlerinin önüne büyük soruyu getirdi koydu: Beyaz Türkler, Kürtlerin eşitlenerek bir arada yaşama taleplerine olumlu yanıt verebilecekler mi? Olumlu yanıt, Cumhuriyet’in krizini yönetmek için üstünlük iddiasından vaz geçmek demek!

Ayrılma seçeneğini gösterenler bütün kibirli güç sahipleri gibi bu soruyu “benden sonra tufan” diye yanıtlamayı seçmiş görünüyor. Bizleri Türkiye’nin batısında yaşayan Kürtleri rehin almaya çağırıyorlar: “Kürtler ya kahrolsun PKK diye bağırsın, ya da çekip gitsin.” Bu “proje”nin eninde sonunda Türkiye’nin her yerini “etnik boğuşma”yla alt üst etmeye varacağını öngörebilmek çok mu idrak gerektiriyor gerçekten? (*)

Kimse bir yere gitmiyor! Bu memlekette düzen değişikliği istemeye Kürtlerin de Türkler kadar hakkı var!  Kürtlerin istediğini yoksul ve emekçi Türkler de, Lazlar da istiyor. Beyaz Türklerin padişahsız bir padişahlıktan başka bir şey olmayan kışla cumhuriyeti yalnızca Kürtlere değil herkese dar geliyor. Kürtlerin istediğini biz de istiyoruz: “Her il, her belediye kendi özerk yönetimine sahip olsun. Bu özerk yönetimler bir araya gelerek demokratik bir cumhuriyet altında her milliyet ve inançtan yurttaşı birleştirsin. Herkes dilinde, dininde, dinsizliğinde, milliyetinde özgür olsun. Özgür üreticilerin kendi kendini yönettiği yeni bir toplum, bir yeni hayat kurulsun…”

Kürtler’e bunu önerdiniz de “olmaz” mı dediler?

Biz öneriyoruz! Bu memleketi sizin zulmünüz ve sömürünüz batırdı. Siz başımızdan gidin, savaş biter!

26.07.2010
http://bianet.org/bianet/bianet/123683-herkese-demokratik-ozerklik