CHP, MHP ve PKK

Ertuğrul Kürkçü

Üniformalı olmaları, zorunlu askerlik hizmetini yerine getiren yoksul, emekçi Türk ve Kürt gençlerin pusuya düşürülerek kurşuna dizilmelerine askeri bir anlam katmaz. Savaş politikanın başka araçlarla devamı ise “barış politikası”nın aracı silahlı pusu olamaz.

Sanki bir “dejavü” değilmiş gibiydi… Bir dizi ihtiyati kayıtla birlikte iyimserlik nedenleri artmış gibiydi… “Son anda bir ‘Ergenekon’ hamlesiyle her şey altüst edilmezse,” devletin, “Kürtler’in Mahmur, Kandil ve Avrupa’dan anayurtlarına dönüşüne yol verdiğini, hiç değilse yol kesmediğini düşünmek için pek çok nedenimiz olabileceğini” düşünebiliyorduk.

“Devletin bir ‘güvenlik’ operasyonu bağlamında, egemenliğin restorasyonu zihniyetiyle giriştiği ‘açılım’ın” başarısının devletin “yüzünü güvenlikten özgürlüğe dönüp dönmeyeceğine bağlı” olacağından söz edebilmek Türkiye’de özgürlükçü basınçların momentum kazanabileceğine dair bir iyimserliği de ima ediyordu ister istemez.

Bu iyimserlik “Kürt özgürlük hareketi ve hapisteki lideri Abdullah Öcalan’ın 1999’dan bu yana izlediği, barış ve çözümü halkların kardeşliği ve özgürlüğünde arayan politikalar” güttüğü tespitinden kaynaklanıyordu. Kürt özgürlük hareketinin, Kandil, İmralı ve Ankara’dan giriştiği hamlenin, “bir ‘açılım’a nereden başlayacağına bir türlü karar veremediği görülen hükümete, bir hareket noktası sağladığı”na, “Kürtler’in, karşı tarafta bir türlü harekete geçemeyen ‘barış’ dinamiğinin de muharriki rolünü üstlendiği”ne güvenilebilir görünüyordu.

Ne yazık ki,  birbirini izleyen ve Reşadiye’deki katliamla sonuçlanan gelişmeler, Kürt tarafının “genelkurmayı”  Hêzên Parastina Gel’in (HPG-Halk Savunma Güçleri) de tıpkı Türk müesses nizamı gibi bir “savaştan çıkış” stratejisinden yoksun olduğuna kuşku bırakmıyor. 7 askerin ölümünü üstleniş üslubu, bir kurtuluş hareketinin silahlı yansısı olduğu için HPG’nin tarzı hareketinin sıradan militarizmden farklı olabileceğine beslenen iyimserliğin büsbütün yersiz olduğunu böyle düşünenlerin yüzüne bir tokat gibi çarpıyor.

Sanki 3 Ocak 2008’de Diyarbakır’da altı sivilin ölmesine, 67 kişinin de yaralanmasına neden olan patlamadan sonra yapılan açıklamanın bir karbon kopyasını okuyoruz: “(…) son dönemde Gabar ve Cudi alanlarında gerillalarımıza yönelik operasyonların yapılması, Amed’de Aydın Erdem isimli genç yurtseverimizin katledilerek şahadete ulaşması ve önderliğimiz üzerinde uygulanan ölüm çukuru politikalarına misilleme olarak Anakarargah Komutanlığımız tarafından herhangi bir talimat verilmemesine rağmen, Dersim eyaletimize bağlı bir birimimiz kendi inisiyatifiyle 7 Aralık günü Tokat iline bağlı Reşadiye’nin Sazak alanında TC ordusuna bağlı askeri bir birliğe yönelik olarak 1’i uzman çavuş 6’sı er olmak üzere 7 askerin öldürüldüğü ve 3 askerin yaralandığı bir misilleme eylemi gerçekleştirmiştir (…).”

Ocak 2008’deki katliamdan sonra da şöyle denmişti: “Güçlerimize bağlı bir birimin kendi inisiyatifi ile gerçekleştirilmiş olma ihtimali mevcuttur. Bu eyleme ilişkin net bilgiler karargâhımıza henüz ulaşmamıştır. Konu ile ilgili araştırmalarımızın sonuçları netleşince, bu sonuçları kamuoyu ile paylaşacağımızı belirtiyoruz.”

İki yıl önceki ölümlerden sonra PKK liderlerinden Bozan Tekin de “Sivillerin yaşamını yitirmesi üzüntülerimizi artırıyor. Bizim hareketimiz hiçbir zaman sivilleri hedef almadı. Bize bağlı olan bağımlı ya da bağımsız, bu halk ile hareket edenler sivilleri hedeflemezler. Sivillerin yaşamını yitirmesinden dolayı üzüntülerimizi belirtiyoruz, halkımızdan da özür diliyoruz,” demişti.

Bu kez tek fark, hayatını kaybedenler arasında hiç sivil bulunmadığından  “üzüntü” bildirme gereğinin de duyulmamış olması. Bu lisan, HPG’nin diline egemen olan bu ruh hali, Ocak 2008’de de söylediğim gibi geçmişte Öcalan tarafından birden çok kez bastırılan “köylü intikamcılığı” dalgasının bu kez HPG yönetimini büsbütün kendi yörüngesine çektiği; HPG’nin sivilleşen, toplumsallaşan, çoğulculaşan ve Türkiye’nin yönetilmesine ortak olmaya hazırlanan Kürt özgürlük hareketinin geliştirdiği yüksek vicdani değerleri özümseme yeteneğini her geçen gün yitirmekte olduğundan başka bir şey söylemiyor.

Bir “barış” aralığının genişletilmeye çalışıldığı dönemde, velev ki, bir değil bir düzine insan kentlerdeki gerilim ortamında hayatını kaybetmiş olsun, HPG’nin çatışma bölgelerinin fersah fersah dışında “işgal edildiği”ni bile söyleyemeyeceği bir alanda askeri faaliyette bulunması politik açıdan haklı gösterilemez.

Üzerlerinde askeri üniforma bulunması, zorunlu askerlik hizmetini yerine getiren yoksul, emekçi Türk ve Kürt gençlerin pusuya düşürülerek kurşuna dizilmelerine askeri bir anlam katmaz. Savaş politikanın başka araçlarla devamı ise “barış politikası”nın aracı silahlı pusu olamaz. Diyarbakır zindanındaki zulmün görüntülerinin 30 yıl sonra bir popüler TV dizisindeki yansımaları Türkiye halkının vicdanını nasıl kanatıyorsa, bu pusu da öyle kanatır.

Nasıl, Türkiye halkının barış arzusu ve umudu CHP ve MHP tarafından baltalanıyor, savaş tek çıkar yol olarak halkın önüne bırakılıyorsa, PKK’nin bu militarist kolu da isteyerek ya da istemeyerek Kürt halkını ve Kürt özgürlük hareketini kurtuluş ve ortak yaşam umudunu aynı şekilde toprağa gömmeye zorluyor.

Eğer ortak yaşam ve barış arzumuz karşılıklı ve samimi ise, bizim Türk militarizmine, Türk ırkçılığı ve milliyetçiliğinin politik güçlerine karşı mücadelemize Kürt özgürlük hareketinin eşlik etmesini beklemek hakkımız. PKK, Reşadiye’de işlenen “savaş hukuku ihlali”ni cezalandırarak iki halk arasındaki samimiyet ve kardeşlik köprüsünü onarmaya başlayabilir.

10.12.2009
http://bianet.org/bianet/bianet/118781-chp-mhp-ve-pkk