Siyasetin zemini

Tayin edici mücadelelere geçiş yılı olan 2021’de özgürlük ve demokrasi güçleri için aslolan, en geniş kitlelerin bir arada ve daimi hareket halinde tutulabileceği bir siyasal hat oluşturmaktır.


Rejimin kan kaybı sürüyor. 2021’in ilk kamu oyu yoklamaları, halkın eline geçirdiği ilk fırsatta rejime son verme arzusunda bir eksilme olmadığını ortaya koydu. Metropoll’ün anketine göre, toplumun yalnızca 34,5’i rejimin devamından yana. CHP, HDP ve İYİ Parti’lilerin yüzde 90’ından çoğu, diğerlerinin yüzde 90’ı “tek adam” rejimini sona erdirmek istiyor. AKP’lilerin yüzde 20’sinden, MHP’lilerin yüzde 45’ten fazlası da aynı görüşte. Türkiye “eskisi” gibi yönetilmek istemiyor. 

Ancak kamu oyu yoklamalarına göre halkın öncelikli sorunlar listesinin başında rejimin kendisinden çok, üzerinde yükseldiği eşitsizlik ve haksızlıklar var: Ekonomik daralma, işsizlik, yoksulluk, açlık, COVID 19 salgını, çöken eğitim ve sağlık ve elbette Kürtler için inkâr ve sömürgecilik… 

Toplumsal olanın politik olanla kesiştiği yerde Türkiye’nin en büyük ikinci partisi yükseliyor: “Kararsızlar”. Bu, siyasal değişime duyulan yakıcı ihtiyaç ile, siyasal mücadelelerin kötü ekonomik durumu daha da kötüleştirebileceğinden duyulan korkunun birbirine karışmasından doğan bir toplumsal bilinç bulanıklığı hali. İşsizlik, pahalılık ve yoksulluktan -ve elbette diktatörlükten- en çok Erdoğan’ı sorumlu tutanlar -yüzde 29-, ekonominin düzeltilmesini de en çok ondan bekliyorlar -yüzde 38. “Kararsızlık” böyle bir şey: Gaza basıp gitmek istediği halde el frenine uzanmaktan kendisini alıkoyamamak gibi…

2021’de rejimin de muhalefetin de stratejisi bu “kararsızlar”ı yanlarına çekmek ve karşıt ittifakı/ittifakları çözmek üzerine kurulacak. Ancak ne muhalefet ne rejim yekpare bloklardan meydana geliyor. Yıl boyunca her iki yanda da iç gerilimlerin ortaya çıkması mümkün. Gerçi, muhalefet kampında -31 Mart yerel seçimlerinde olduğu gibi- taban inisiyatiflerinin kazanmaya dönük ortak akıl ve cesaretinin; iktidar blokunda ise servet ve güç ile iktidar arpalıklarını yitirme korkusunun merkezkaç eğilimleri çelerek ittifak zeminlerini tahkime devam edeceği öngörülebilir. 

Muhalefeti bu süreçte bekleyen iki risk var: Birincisi, AKP-MHP-“Ergenekon” ittifakının iç çelişkileri, ekonomik açmazları ve uluslararası itibarsızlığı dolayısıyla kendiliğinden çökeceği varsayımı ve bu varsayımın besleye geldiği atalete kapılma ihtimali. 

25 Ocak’taki AB Zirvesi dahil bütün belirtiler “Batı”nın “eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan evladır” düsturuyla rejimle uzlaşma kapısını açık tutmaya devam edeceğini ve özgül bir “demokratik” dış dinamik rolüne talip olmayacağını gösteriyor. 

“Cumhur İttifakı”nın kendi kendisine çözülmesi beklentisinin de temenniden öteye geçemeyeceği görüldü. Bahçeli ve Erdoğan arasındaki “çatlak”ın yarattığı gerilimin iki ortağı birbirine yapıştıran “suç ve günah” zamkını çatlatmaya yetmediği anlaşıldı. 

Son elli yılın deneyimine baktığımızda da toplumun işsizlik, pahalılık, yoksulluk ve bunlarla eklemlenen sağlık ve eğitim krizlerinden nispi özgürleşmesinin “parlak bütçe konuşmaları”nın değil, ezilenlerin bu eşitsizliklere karşı siyasal sınıf mücadelelerinin yükseldiği dönemlerin eseri olduğunu görebiliyoruz. 

Giderilemediği takdirde büyük bir siyasal maliyetle sonuçlanacak olan bu ataletin kaynağında ana muhalefete egemen olan siyaset mantığı yatıyor. Ana muhalefet faşizmin kurumsallaşmasına karşı toplumsal ve demokratik muhalefeti kucaklayarak rejimi parlamento dışından kuşatan bir demokrasi ittifakını değil, rejim statükosunun zorunlu kıldığı parlamenter ittifakı esas alıyor. Bu siyaset okuması ve buradan türeyen stratejik yöneliş bir bütün olarak işçi sınıfını, kadınları, Kürtleri ve Alevileri kurucu özne olarak kapsayan tutarlı bir demokrasi ittifakının önünü kapatıyor.

Demokratik kampın öbür ucunda da iradeci yönelişler var. Onların politik olan ile toplumsal olan arasında özgül dolayımlar oluşturmaksızın da kitlelerin politik hedeflere doğru yürüyüşe sevk edilebileceğine dair temelsiz inançlar güden veya rejimin ezilen sınıfların somut talepleri yerine siyasal hareketlerin tahayyül ve varsayımlarıyla ikame edilerek geriletilebileceğine  ilişkin yönelişleri de iktidarın kriminalizasyon taktikleri karşısında demokrasi güçlerini savunmasız bırakıyor. 

Tayin edici mücadelelere geçiş yılı olan 2021’de özgürlük ve demokrasi güçleri için aslolan, en geniş kitlelerin bir arada ve daimi hareket halinde tutulabileceği bir siyasal hat oluşturmaktır. Bunun zemini Meclis ile özel alan arasındaki sayısız  toplumsal, politik, ekonomik ve kültürel ilişki bağlamı barındıran uçsuz bucaksız panoramadır. Bu arka plan üzerinde ortaya çıkabilecek bütün muhalefet, itiraz ve direnme biçimlerini birbirine bağlayan bir “demokrasi ittifakı” inşasının öncüsü olmak: Üçüncü kutbun güncel görevi ve siyasetinin zemini budur. 
____________________________
Yeni Yaşam, 27 Ocak 2021