Saray kuralsız iktidar mücadelesi için kolları sıvıyor

Erdoğan’ın medya genelgesinin “Aile, çocuk ve gençlerin haklarının ihlali”yle zırnık kadar ilgisinin olmadığını hiçbir şey, ertesi gün Trabzon’da bütün yaygın medya kanallarının canlı yayınladığı mitingde milyonlarca insanın tanıklığında giriştiği tarihin en pervasız çocuk hakkı istismarı kadar çıplak ele veremezdi.

Yeni haftaya Saray’da koparılan nazır kelleleri, padişah fermanları ve Sultan’ın çocuk istismarı gösterileriyle başlıyoruz…

AKP Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Ocak gece yarısı kararnamesiyle Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün istifasını kabul etti, yerine Başbakanlığı döneminde de kabinesinde Adalet Bakanlığı yapmış olan Bekir Bozdağ’ı getirdi.

Adalet Bakanının istifasında bardağı taşıran damlanın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun önlenemeyen MOBESE dikizciliği olduğu anlaşıldı. Daha önce de Gül ve Soylu arasında, Soylu’nun güvenlik güçlerini medya üzerinden yasa ve usullere aldırmaksızın şiddet uygulamaya çağırmasından doğan anlaşmazlıklar olduğu kamuoyuna yansımıştı.

Gül’ün istifasının, Erdoğan’ın tercihini Soylu’dan yana kullanması demek olduğu açık. Bu adım, Erdoğan’ın, önümüzde açılan büyük iktidar mücadelesi döneminde Gül’ün temsil ettiği “kanunilik” eğiliminin değil Soylu’nun temsil ettiği keyfilik ve şiddet eğiliminin öne çıkacağına en önemli belirtilerden biri. 

Gül’ün yerine getirilen Bekir Bozdağ ise Erdoğan’ın keyfilik ve şiddete dayalı icraatlarını kolaylaştırmak ve zorbalığa kılıf giydirmekteki siciliyle biliniyor.  2015-16’daki valilere sorgusuz sualsiz öldürme yetkisi tanıyan ve çöktürme harekatının “hukuki altyapısını” oluşturan “İç Güvenlik Yasası” ve “HDP Milletvekillerinin dokunulmazlıkları topluca kaldırılarak” TBMM’den cezaevine tek yönlü ekspres seferlerin başlatılması nezaret eden Adliye Nazırı, Bekir Bozdağ idi.

Adalet, Cumhuriyet ikonografisinde hep bir elinde kılıç öbür elinde terazi olan bir kadın figürüyle temsil edilegelmişti. Bu adımla, zaten hileli terazi çöplüğe atılırken, kılıç da Saray’ın alet çantasına kaldırılmış oluyor. Devletin zor gücünün Saray’ın elinde toplanması önünden bir dolayım daha kalkıyor.

Aynı kararnameyle TÜİK başkanı Erdal Dinçer’in yerine Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkan Yardımcısı Erhan Çetinkaya’nın getirilmesi de gücün Erdoğan’da merkezileşmesinin önündeki beceriksizlikler, tereddütler ve kişilik gösterilerine imkân veren kurumsal özerkliklerin bir vuruşta ortadan kaldırılması ihtiyacının eseri.

Gerçek enflasyon oranının yarısı olan Ocak ayı yıllık enflasyon oranının TÜİK tarafından yüzde 36 olarak açıklanmasının Erdoğan’ı küplere bindirdiği önceki haftanın haberleri arasındaydı. Erdoğan’ın TÜİK’ten beklentisi, enflasyon denilen şeyin aslında enflasyon olmadığı, yabancı güçlerin saldırısı olduğu kurgusunu doğrulayacak masallar anlatmasıydı. Ama, Dinçer’in iyimser hayaller yaymakta Erdoğan’ın hiçbir işine yaramayan yüzde 36’yla çıka gelmesi apar topar, TÜİK’in başından Ankara’nın bürokrat çöplüğüne yollanması için yetti de arttı bile.

Yerine, AKP’li Bayrampaşa Belediyesi Başkanı Atilla Aydıner’in damadı Erhan Çetinkaya’nın gelmesi Adalet Bakanlığı’ndaki değişimle paralel ve tutarlı. Devletin artık, o sepet bu sepet hikayelerine gerek kalmaksızın enflasyon rakamlarını doğrudan doğruya Tayyip Erdoğan’ın keyfinden alacağı yeni bir istatistik kurumu oldu…

AKP Cumhurbaşkanı, 28-29 Ocak gece yarısı Resmi Gazetede bir de “Basın ve Yayın Faaliyetleri” genelgesi yayınladı: Bazı televizyon programlarının “milli ve manevi değerlere uygunluk” bakımından takip edilmesini istedi. Doğrusu, RTÜK ve Basın ve İnternet yasalarını kendi keyiflerince uygulamayı sürdüren savcılıklar,  Saraydan ne emrediliyorsa zaten onu yapageliyorlardı.

“Aile, çocuk ve gençlerin yanlış medya içeriklerinden korunmaları ve haklarını ihlal eden uygulamalara mücadele” gerekçesiyle başlatılan yeni hamle aslında medya içeriklerine yayın öncesinde siyasi İslam’ın ölçütleriyle saldırma arzusunun, Talibanvari bir sansür ihtiyacının dışa vurulmasından başka bir anlama gelmiyor. Sansür olmuyorsa, “otosansür” de mi olamaz. Elbette ki, genelgenin hedefi yayıncı kuruluşların karar verirken “benim yerimde Cumhurbaşkanımız olsa ne yapardı” ölçüsüyle hareket etmelerini sağlamak, teni ve katmerli katmerli bir otosansür dayatmak.

Erdoğan’ın medya genelgesinin “Aile, çocuk ve gençlerin haklarının ihlali”yle zırnık kadar ilgisinin olmadığını hiçbir şey, ertesi gün Trabzon’da bütün yaygın medya kanallarının canlı yayınladığı mitingde milyonlarca insanın tanıklığında giriştiği tarihin en pervasız çocuk hakkı istismarı kadar çıplak ele veremezdi.

Ülkenin cumhurbaşkanı “on yıldır hapiste yatan babası” için “bir iyilik” isteyen çocuğu, ucuz oyuncaklar ve boş vaatlerle kandırıp eline tutuşturduğu mikrofondan siyasi rakibine “hain” diye bağırtmaktan; çocuğun çaresizliğini bu kötülüğe tercüme edebilmiş olmaktan aldığı hazzı yüzündeki tuhaf sırıtışla dışa vurmaktan ar etmedi. Hepimiz gördük…  Yurttaşların bugüne kadar idrak etmedilerse artık çocuklarını kimden ve neden korumaları gerektiğini biliyor olmalılar.

Nihayet bir de seçim istatistiği gördük, Metropoll’ün geçtiğimiz hafta sonu “seçim olsaydı” anketinden iktidar bloku bir kez daha yenik çıktı: “Millet İttifakı”: 41,7, “Cumhur İttifakı” 39,9, Halkların Demokratik Partisi: 11,6.  İktidar blokunun küçük ortağı, yeni barajın da altında: “Yüzde, 5,9”.

Olanlar bunun için oluyor. Rejim tarihin en kuralsız iktidar mücadelesine hazırlanıyor. Muhalefetin bunun idrakinde olduğunu umalım.

Artı TV/Söz Sırası, 31 Ocak 2022