Metabolik uçurumun eşiğinde: Enternasyonalizm veya yok oluş

“Yaklaşan felaket”le başa çıkmak, ölçek ve mahiyeti dolayısıyla, insanlığı çok daha geniş bir enternasyonalizm tanımına, eylemli küresel eşgüdüme, havsalamızda yurdun yeryüzüyle yer değiştirmesine, insanlığı doğanın bilinci ve hayvanlar, bitkiler ve diğer her şeyden üstün olmayan bir bileşeni olarak kendisini doğaya iadesine davet ediyor.

1. COVID 19 salgını, kapitalizmi dünya ölçeğinde sarsalamaya devam eden “küresel buhran”ın yeni dalgasının ortasında, 2008 finansal krizinden beri sermaye değersizleşmesini ötelemekte kullanılan yöntemlerin de artık işe yaramadığı bir mali-ekonomik iklimde seyrediyor. Üretici güçlerin virüs döngüleri içinde kapitalist merkezlerde gitgide büyüyen toplumsallaşmasıyla özel mülk sahipliği arasındaki çatışma şiddetleniyor. İnsanlık bir kez daha varlığını sürdürebilmek için “toplumsal devrim” ile “kıyamet” arasında.

2. Çoklu kriz dinamikleri eş anlı olarak çalışıyor, iç içe geçiyor, birbirini tetikliyor, birbirine bulaşıyor ve üzerinde yaşadığımız toprakları da önüne katarak bütün kıtaları kat ediyorlar.  Buhranın, bütün potansiyellerini dışa vurduğunda nasıl bir şeye benzeyebileceğini 1873-1896 “uzun depresyon”u , 1929-35 “büyük depresyon”u ve onları takip eden I. ve II. Dünya Savaşları ve sonrasından biliyoruz. Ancak bu kez kapitalizmin işleyişi dünya çapında bir devrimle -ya da kapitalist iktisadın kendiliğinden işleyişine son verecek güçte sosyo-ekonomik dönüşümlerle- sona erdirilmedikçe, insanlığın bu “üçüncü buhran”dan kapitalizmin başka bir varyantına ricat ederek de olsa çıkamayacağı apaçık. Buhran bu kez, yaşamın nesnel koşullarının geri dönüşsüzce yıkıma uğraması olasılığını kapsayan müzmin bir küresel ekolojik krizin bağrında seyrediyor, onunla içiçe geçiyor. Ekolojik krizin akla gelebilecek bütün unsurları, insan ile doğa arasında kapitalizmin doğayı tasarruf tarzıyla eş anlı olarak açılmış olan “metabolik çatlak”ta vücut buluyor.

3. Bu ölçekteki buhranlardan hiçbir zaman kapitalist iktisadın “otomatik işleyişi” ile çıkılmadı. Rosa Luxemburg’a “ya sosyalizm ya barbarlık dedirten” bizzat kapitalist buhranın doğasıydı. Savaşlar, soykırımlar, uygarlığın bütün alametlerinin ve doğanın yıkımı; göçler, salgın hastalıklar, açlık, yokluk, yoksulluk, faşizm, din savaşları, göçler, yıkım, yok oluş tehdidi gene kapıda. Önceki buhranlardan da kapitalist merkezlerde bir devrimle çıkılamasa bile kapitalist çalışma ve üretim süreçlerinde bir dönem boyunca sürdürülebilecek yeni bir modele sıçramak –“New Deal”- sermayenin hazır planlarına değil, kapitalistler arası rekabet kadar emek ve sermaye arasındaki çatışma ve/veya uzlaşmanın nasıl tecelli etmekte olduğuna bağlıydı. Tayin edici mücadeleler henüz sahnede görünmemişken COVID 19 krizi sırasında kapitalist devletlerin toplumsal üretimin asgari hadlerde de olsa sürdürülebilmesi -çarkın döndürülmesi- için üstlendikleri “acil durum tedbileri”ni şimdiden “buhran”ın sermaye eksenli “devası”, bir tür “yeni-Keynesçilik” tezahürü olarak takdim etmek ve bundan medet ummak  buhranın kuşatıcı tabiatı karşısında bir yanılsamadan öteye gidemez.

4. “Üçüncü büyük buhran”ın henüz başındayız. Kapitalist üretim tarzının bugünkü gibi işlemeyi sürdürmesi halinde, ekolojik krizin ekonomik ve toplumsal krizlerin üstüne binerek buhranı daha da vahimleştireceği; büyük ya da küçük bütün devletleri aynı şiddette etkileyeceği; kapitalist enerji üretim yordamlarının, kapitalist tarım ve hayvancılığın, kentlerin kırları ve yabanıl yaşamı yutmasının ekolojik sonuçlarından hiçbir ülkenin kendi başına sıyrılamayacağı görülüyor. Mevcut eğilimlerin sürmesi halinde biyosferin -ve dolayısıyla gezegenin- geri dönüşsüzce yıkıma uğraması olasılığı her geçen gün büyürken milli devletlerin “sosyal Darwinci” hayallere sığınmalarının için dahi bir maddi zemin kalmıyor.

5. “Buhran”ın değişen mahiyeti ve onu da kuşatan ekolojik krizin ve sonuçlarının sınır tanımayan karakteri bütün ülkelerin ve bütün insanlığın varlık koşullarını eş anlı olarak tehdit ediyor: Kıtasal orman yangınları, eriyen kutup buzulları, çözülen tundralar, kuzeye ve güney doğru genişleyen ekvator kuşağı, yabanıl yaşam alanlarını yutarak insanların habitatlarını patojenlerin habitatlarıyla içiçe sokan kentleşme ve sınai tarım ve hayvancılık, selleri, kuraklık, çölleşme ve salgın hastalıkları yerel veya bölgesel görüngüler olmaktan çıkarıyor. Yalnızca son 20 yıl içinde Akdeniz’de suların 6 cm. yükselmiş olması doğal ve maddi yaşamdaki daha büyük çaplı çöküntülerin uluslararası karakterini ele veren çarpıcı bir gösterge olarak değerlendirilebilir. 

6. “Yaklaşan felaket”le başa çıkmak, bu ölçek ve mahiyeti dolayısıyla, insanlığı çok daha geniş bir enternasyonalizm tanımına, eylemli küresel eşgüdüme, havsalamızda yurdun yeryüzüyle yer değiştirmesine, insanlığı doğanın bilinci ve hayvanlar, bitkiler ve diğer her şeyden üstün olmayan bir bileşeni olarak kendisini doğaya iadesine davet ediyor. “Buhran” Sermayenin, şirketlerin ve devletlerin mülkiyet ve hükümranlık haklarının sorgulanmasını yalnızca devrimci sınıf değil, tüm insanlık için bir hak ve yükümlülük kılarak sınıf mücadelesini ve mücadele biçim ve zeminlerini insanlığın tamamına açacak bir derinlikte yeniden tanımlamaya davet ediyor. “Metabolik çatlak”ın onarılmasını “insanlık”ın küresel ölçekte ortak varoluş kavgasının hedefi kılarak kapitalizmi ve kapitalist sınıfı “insanlık” bağlamının dışına atıyor. Böylece önümüzde açılan çağın kurtuluşçu ilkesi kendisini insanlığın varoluş koşullarından kendiliğinden türetiyor: “Ya enternasyonalizm,ya yokoluş!”