İnsanlık suçları kıyamete kalmasın

Devletler ve devletlerarası kuruluşlar, Suriye’de birbirlerinin insanlık suçlarının üzerini örtmekle uğraşırken adaleti NATO veya Rusya’nın vicdanında ya da uluslar arası yargının labirentlerinde aramak beyhude. Şimdi dünya halklarının yüreği Kürtler, Nusayriler, Süryani ve Êzidilerle birlikte çarparken Suriye’de insanlığa karşı işlenen suçları yürürlükteki hukuk temelinde mahkum edecek bağımsız bir uluslararası mahkeme toplamanın en uygun zamanı.

Ankara’dan sevk ve idare edilen işgalcilerin dört gün önce Halep’in kuzeyindeki Tel Rifat kasabasına açtıkları top ateşiyle, UNICEF’in açıklamasına göre, “hepsi 15 yaşınından küçük 8 çocuk öldürüldü.” Bu katliamla birlikte “yalnızca son dört hafta içinde Suriye’nin kuzeyinde öldürülen çocuk sayısı 34’e vardı.”

Ne var ki, katliamın hemen ardından NATO zirvesi için Londra’da bir araya gelen üye ülkeler devlet ve hükümet başkanları bu “savaş suçları”yla ilgilenmedi. Macron, “Türkiye bizimle beraber çalışanlara karşı savaşıyor. Aynı zamanda bazen de IŞİD’le bağlantılı gruplarla beraber çalışıyor” diyerek Ankara’nın Rojava istilasını eleştirmeye devam etse de, Erdoğan, Merkel ve Johnson ile bir araya geldikleri “dörtlü Suriye zirvesi”nde katliamın sorumlularına işaret etmedi. Toplantı “İdlib dahil Suriye’deki sivillere yönelik tüm saldırıların durdurulması konusunda görüş birliği”yle bitti. Macron da herkes gibi memnuniyetini dile getirdi.

Ülkenin her yanında felaketler birbirini izlerken Suriye’nin yıkımına yol açan “rejim ihracı” dayatmasının başlıca sorumlularının gidişatı “memnuniyet”le karşılamaları “NATO’nun beyin ölümü”nün sadece bir yakıştırmadan ibaret olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

Erdoğan ve “Ergenekoncu” akıldanelerinin “ey Batı” höykürmelerini bir yana bırakıp NATO’yu savunmaya geçmeleri kimseyi yanıltmamalı. Saray, çözülüşüne bizzat katkıda bulunduğu NATO’nun aczini Macron gibi pekala görüyor; ancak özellikle Suriye ve Akdeniz’de rejimin manevra olanaklarını genişleten, Ankara’ya Moskova ile Washington arasında hacıyatmaz gibi oynama fırsatı veren bu durumun sürebildiğince sürmesi için görmemiş gibi yapmayı tercih ediyor.

Erdoğan, imkanlar itibariyle içinde, kısıtlar itibariyle dışındaymışçasına davranarak NATO’yu Kürtlerin özgürlük mücadelesine karşı da bir kalkan olarak kullanabilme peşinde . Bu manevralar, Ankara’nın maşası Selefi katliamcıların sözüm ona “ateşkes mutabakatı”na karşın, ABD ve Rusya’nın yaptırımlarıyla karşılaşmaksızın Tel Rifat’ta katliamlara girişmelerine, Tel Abyad ve Serekaniye’de harıl harıl Kürtsüzleştirme operasyonları yürütmelerine fırsat veriyor. Trump’ın NATO’da Erdoğan’a sunduğu hararetli destek de gidişattan hoşnutsuz Batı ve Kuzey Avrupa hükümetlerini etkisizleştirip, Ankara’nın Kuzey Suriye’de zamana yayarak bir “Selefi Kemeri” örmesini kolaylaştırıyor.

Süryani Ulusal Konseyi başkanı Bassam İshak’ın sözleriyle Türkiye’nin maşası işgalciler “Ermeni ve Süryaniler’e diyorlar ki, ‘Hristiyanlara dokunmama emri aldık. Ama artık tarlalarınız sizin değil.’ Êfrin’de Kürtler’in zeytinliklerine el koymuşlardı. Serekaniye’de Hristiyan arazilerinin en az üçte birine el koydular. Yaptıkları, ‘yumuşak etnik temizlik’ten başka bir şey değil. Toprakları elden gidenler, yaşadıkları yerleri de terk ediyor.”

İshak’ın anlattıkları yeterince acı. Ancak, olanları sadece “yumuşak etnik temizlik” olarak nitelemek durumun bütün topluluklar için ifade ettiği vahametin tam olarak görülemeyişine yol açabilir: “BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”, bir grubun “üyelerinin öldürülmesi, ciddi bedensel ve zihinsel zarara uğratılması; grubun tamamen ya da kısmen fiziksel yıkımı sonucunu doğuracak koşullara maruz bırakılması; doğumları önlenme kastı güden önlemler getirilmesi ve çocukların zorla başka yerlere götürülmesi”ni soykırım olarak niteliyor ve ceza yaptırımına tabi kılıyor. Oysa “etnik temizlik” için uluslararası bir yaptırım yok.

Ankara’nın maşaları Fırat’ın batısına ayak bastığı gün başlayan “temizlik” şimdi belli kısıtlarla da olsa Fırat’ın doğusunda, Kürtler, topraklarından sürülüp öldürülerek, kısmen fiziksel yıkıma uğratıldıkça bir soykırım karakterine bürünüyor. Bu suçlar kıyamete kalamaz. Ama, devletler ve devletlerarası kuruluşlar, Suriye’de birbirlerinin insanlık suçlarının üzerini örtmekle uğraşırken adaleti NATO veya Rusya’nın vicdanında ya da uluslar arası yargının labirentlerinde aramak da beyhudedir.

Şimdi dünya halklarının yüreği Kürtler, Nusayriler, Süryani ve Êzidilerle birlikte çarparken Suriye’de insanlığa karşı işlenen suçları yürürlükteki hukuk temelinde mahkum edecek bağımsız bir uluslararası mahkeme toplamanın en uygun zamanı.
____________________________________
Yeni Yaşam Gazetesi, 5 Aralık 2019