Halkların Demokratik Kongresi ezilenlerle omuz omuza

TBMM’de Halkların Demokratik Kongresi adına Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Sebahat Tuncel, Levent Tüzel ve Erol Dora tarafından bir basın toplantısı düzenlendi.

Basın toplantısı metninin tamamını aşağıda bulabilirsiniz.

Sizleri Halkların Demokratik Kongresi Meclis Divanı ve Kongre Bileşenleri adına sevgiyle selamlıyoruz. 15-16 Ekim’de Türkiye’nin 20 bölgesinden 825 delegenin bir araya gelerek kuruluşunu ilan ettiği Halkların Demokratik Kongresi, Daimi Meclisini ve Meclis Divanını seçti. Meclis Divanı Levent Tüzel, Ertuğrul Kürkçü, Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder, Prof. Şebnem Korur Fincancı ve Prof. Fatma Gök’ten oluşuyor. Divanın ilk dönem sözcüleri Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü ve diğer iki divan üyesi milletvekili arkadaşımızla karşınızdayız.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bir mücadele ve kader ortaklığıdır. Bu kongre, güç ve servet sahiplerince itilip kakılmalarını “Allahın hikmeti”ni saymayanların, milyarlarca yoksulun aç, susuz, ilaçsız ölüm uykusuna yatmasına razı olmayanların; soluduğumuz hava, içtiğimiz su, ektiğimiz toprakla birlikte kurutulmaya tahammül etmeyenlerin; pedofillere hoşgörü dağıtılırken parmak kadar çocuklara terörist muamelesi yapılmasına adalet demeyenlerin; erkeklere kölelik etmedikleri için doğranan, boğazlanan taciz ve tecavüze uğrayan, herkesten çok sömürülen hemcinslerinin hakkını arayan kadınların; cinsel yönelimlerinin inkârına “gurur yürüyüşleriyle meydan okuyanların; vicdanı askere yazılmayı kaldırmayanların; rüya gördüğü dilde düşünmek, ana diliyle eğitim görmek, kaderini kendisi tayin etmek için isyan edenlerin; inanç ve kültürlerinin horlanışına tevekkülle boyun eğmeyen, hak yolunda yürüyüş eyleyenlerin; yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz her şeyi ürettikçe yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm edilişine artık yeter diyen emekçilerin; geleceksizlik kaygısı içinde çırpınmaktansa bugünkü dünyanın zilleti içinden başka bir dünya yaratmak için cesaretle sokaklara çıkan gençliğin mücadele ve kader ortaklığıdır.

Bugün sizlerle Türkiye gündemindeki başlıca konulara ilişkin tutumumuzu paylaşmak için bir aradayız. TBMM çatısı altında bulunmak bizi sevgili arkadaşlarımız Ragıp Zarakolu, Prof. Büşra Ersanlı ve binlerce başka tutsağın akıbetinden korur mu bilmiyoruz. Korumayabilir… Sıra belki de bir zamanlar olduğu gibi artık “dokunulmazlıklar”a da gelmektedir. Ama servet ve iktidar hırslarının tutsağı olmuş bugünün muktedirlerine ve onların akıldânelerine Tansu Çiller’in akıbetini de anımsatmak isteriz. O da selefleri Erdoğan ve Gül gibi her türden zulmün eğer “iç düşmanla savaş”a bağlanırsa mubah olduğuna iman etmişti. O da bugün Erdoğan ve Gül’ün iman ettikleri tarzda “iç düşman”lardan “misliyle intikam” almak, onların “altlarını üstlerine getirmek, birliklerini bozmak, evlerine ateş salmak, köklerini kurutmak ve işlerini bitirmek” için akla gelebilecek ve gelemeyecek her türden şiddeti beslemişti. Sonucu biliyoruz. On binlerce ölüm, binlerce tutuklu, yüzlerce yargısız infazdan sonra da savaş hala büyük bir şiddetle sürüp gidiyor, savaş nedenleri nerede ve neden ötürü ortaya çıkmışsa orada ve o nedenle köklerini daha da derinlere uzatarak toplumu kavramaya devam ediyor.

Halkların Demokratik Kongresi çatışmalarda hayatlarını yitiren herkesin aileleri ve yakınların acısını paylaşıyor. Hayatını kaybeden yurttaşlarımız arasında bir ayrım gütmüyoruz. Hakları için mücadele ede geldiğimiz yoksul emekçi ve çiftçi çocuklarının hangi üniforma altında, ya da hangi vesileyle hayatlarını kaybetmiş oldukları bu muazzam trajedi içinde yalnızca bir ayrıntıdır. Onlar hayatlarını kaybettiler, muktedirler iktidarlarını sürdürdüler. Büyük yazar ve şair Bertolt Brecht’in dediği gibi iki tarafta da en çok “analar ağladı”. Özet budur. Ama devletin ideolojik aygıtlarının hummalı çalışması geride kalanların bunun idrakine kavuşmasını zorlaştırdığı nispette çözümün uzağında kalmaya devam ediyoruz.

Van Depremi sadece plansız, çarpık kentleşmenin, kâr amaçlı yapılaşmanın bir ur gibi büyüyerek Türkiye’nin doğusunda da batısında da insan hayatını tehdit etmeyi sürdürdüğünü göstermekle kalmadı. Deprem, medya şimdi örtbas etmeye, unutturmaya çalışsa da kendi eliyle toplumun bağrında büyüttüğü ırkçı nefretin de ne kadar derinlere sirayet ettiğini apansız ortaya serdi. “ Deprem Van’da da olsa…” diye söze başlayanların açığa vurduğu asıl kötülük, onların bunu bir “kötülük olsun” diye söylememiş olmalarındaydı. Onlar o sözleri her gün her yerde, dost meclislerinde ve aile arasında, mahallede ve asla bir tepkiyle karşılaşmaksızın söyleye geldikleri için TV kameraları önünde de iç rahatlığıyla dillendirebildiler. İçlerinden geldiği gibi konuşabilmeleri, karşı karşıya olduğumuz tehlikenin büyüklüğünün farkına varmamızı sağladığı için bir bakıma şans da sayılabilir. Tehlike büyüktür: Çatışma ve savaşın yol açtığı ötekileştirmeyle beslenen ırkçı nefret, doğrudan çatışmaya taraf olmayanları da taraflaşmaya sürüklüyor. Van depreminin tek iyi sonucu, “intikam” çağrılarıyla bu fasit daireyi döndürenlere şimdi “kardeşlik”in değerini hatırlatması olabilir ama bu kadarı, büyüye giden tehlikeyi gidermeye yetmeyebilir.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK), çatışma ve savaşın içinden doğduğu ve karşılıklı olarak beslediği ırkçılığın geriletilmesi ve bir çözüm alanının yaratılmasının en önemli imkânının Türkiye’nin çoğulcu ve çok kimlikli toplumsal gerçekliğiyle yüzleşmesinde olduğunu düşünüyor. Bu çok kimlikliliği Türkiye’nin ırkçılıkla mücadelesinde en değerli hazinesi olarak görüyoruz. Bu yapının görünür kılınması ve bütün toplumsal tarafların sürece etkin müdahalesi Türkiye’yi boydan boya kat eden savaşın sona ermesi ve kalıcı bir barışa ulaşılması için kilit önemde. Halkların Demokratik Kongresi, Türkiye’nin isyan ve çatışma üreten tekçi ve otoriter egemenlik sistemini sorgulayan bütün tarafların çözüm olanakları üretmek üzere bir araya gelmelerini ve Türk-Kürt taraflaşmasının ötesine bakan bir çoğulculuk yeniden kuruluş hamlesi için zemini hazırlamayı amaçlıyor.

Halkların Demokratik Kongresi’nin açılışında da gördüğümüz gibi bu topraklarda yalnızca tek bir ulus yok. Bu resmi ulusçuluğu sadece Kürt halkı da sorguluyor değil. Devlet eliyle kurgulanmış bir Türk-İslam doktrini uyarınca 90 yıldır bastırılan bütün diller, bütün inançlar ve kültürler, bu tekçi egemenlik rejiminin ezdiği bütün toplumsal taraflar yan yana gelerek Türkiye’nin temel sorununu görünür kılabilir ve çözüm alanını genişletebilir ve çok taraflı bir çözüm ve müzakere zemini kurabilirler. Halkların Demokratik Kongresi bu anlamda Türkiye’de yaşayan halklar ve kültürlere kendilerini tanımaları ve kendi suretlerinde yeni bir toplum kurmak için sahip oldukları olanakların farkına varmalarına yardımcı olan bir aynadır.

Halkların Demokratik Kongresi, Erdoğan hükümetinin Kürt Sorununu içinden çıkılmaz bir hale sokmasının bir nedeninin de devletin ırkçı kurgusunu tahkim için 12 Eylül rejiminin yeniden ürettiği Türk-İslam sentezi anlayışını sürdürmesi olduğunu tespit ediyor.  Halkların uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış kolektif haklarının varlığını temelden inkâr eden bu anlayış ister istemez Kürt halkının taleplerine de “güvenlik”  bakış açısıyla yaklaşıyor, siyaseti emniyete endeksliyor. Bu yol sonunda, Kürt Sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan isyanın sebeplerini gidermek yerine bugün olduğu gibi Kürt muhalefetini kriminalize etmeye, suçla ilişkilendirmeye, Türkiye’yi bir tür ilan edilmemiş sıkıyönetimle yönetmeye, sivil bir 12 Eylül rejimi kurmaya varıyor.

Halkların Demokratik Kongresi’nin başlıca bileşenlerinden biri olan Barış ve Demokrasi Partisi’ne karşı girişilen güvenlik operasyonları bu koşullar altında anlam kazanıyor. Kürt sorununu bir çözüme ulaştırması için BDP’ye omuz veren aydınlar Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nu da önüne katan gözaltı ve tutuklama dalgası, 12 Eylül askeri rejiminden, Çiller dönemi olağanüstü hal uygulamalarından nitelikçe farksızdır ve onlardan farklı bir sonuç vermeyeceğini öngörmek için de tarih ve siyaset bilgisinden hiç nasiplenmemiş olmak gerekir.

Erdoğan hükümetinin perde arkasında PKK liderliğiyle müzakere ettiği konuları halk önünde açıkça konuşmak ve bu müzakerelerde ele alınan çözüm olanakları üzerinde düşünmek ve tartışmak, Türkiye’de siyaset yapan herkesin hakkıdır. Başbakan Erdoğan savaş baltasına sarıldığından bu yana bu müzakereleri ne kadar unutmak istese de halklar bu temaslar sırasında beliren perspektif içinden yürümek istedikleri için suçlanamazlar. Bu çerçevede “KCK operasyonu” adı altında gözaltına alınan ve tutuklananların serbest bırakılmalarını istemeye devam ediyoruz.

Gözaltı ve tutuklamaların değişmeyen dayanağı TMK, bugün AKP iktidarının başlıca siyasal bastırma araçlarından biri, şiddetle hiçbir pratik ilişkisi olmayan muhaliflere doğrultulmuş bir kıskaçtır. Bugün Türkiye’de AKP’ye muhalif her hangi birinin bir “terör örgütü” üyeliği ile suçlanarak hapse konulmaktan bağışık olduğu söylenemez. En yakın örneği Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkanı ve merkez yöneticilerine karşı gerçekleştirilmiş olan “Ergenekon” üyliği, “KCK üyeliği”, türünden suçlamaların gerçek eylemlerle hiçbir bağı kalmamış, insanlar artan ölçüde kanaat ve düşünceleri nedeniyle hapsedilir olmuştur.  TMK bu haliyle varlığını sürdürdüğü sürece demokratik siyaset ve demokratik bir Anayasa tartışması için uygun koşullardan söz edilemez.

Halkların Demokratik Kongresi, AKP’nin bir tek parti devleti haline gelmiş olmasının demokratik bir çözüm, demokratik bir anayasa için mücadeleyi her zamankinden daha önemli kıldığı görüşündedir. Demokratik bir Anayasa, her şeyden önce Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığında bir tür “şeflik” rejimi halini almış olan yürütmenin yasama ve yargı üzerindeki hâkimiyetini sınırlamayı esas almalı, Başbakan’ın her aklına esenin yasa halini alamayacağı, devletin kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmesi yolunu kapatmalıdır.

Bizler Halkların Demokratik Kongresi bileşenleri, Türkiye’deki tekçi egemenlik rejimine yönelik bütün itirazları gerçek bir muhalefet hareketi çevresinde birleştirerek bir iktidar seçeneği kılacağız ve Erdoğan’ın buyruklarıyla yönetilmenin, onun keyfine bağlı olarak siyaset yapmanın kader olmadığını hep birlikte göreceğiz. Kadınlar, Kürtler, emekçiler, doğa ve yaşam için mücadele edenler, gençler, aydınlar, işçilerle omuz omuza. Başka bir Türkiye’nin mümkün olduğunu göreceğiz ve göstereceğiz.

Halkların Demokratik Kongresi