Garê’den sonra…

Halkların verebilecekleri bir ödünün kalmadığı, toplumun verdiklerini geri almaktan başka bir şey yapamayacağı bir zamandayız. Muhalefetin Garê’den sonra stratejilerini dayandıracağı tek nesnel gerçeklik budur.

Rejim koalisyonunun küçük ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Garê harekâtı ertesindeki TBMM grup toplantısında bir kehanet yumurtlamıştı: “Bundan sonra terörle mücadele stratejisinde Garê öncesi ile sonrası aynı olmayacak.”

Bu kehanet, gerçekten de tutmuş görünüyor ama durmuş bir saat dakikliğiyle…  Bunu Boğaziçi Üniversitesinde süre giden “rektörlük protestoları” karşısında değişen tutumlardan da görmek mümkün. Bahçeli Boğaziçi direnişini “terör örgütü mensuplarının üç beş şuursuz öğrenciyi paravan yapması” olarak okuyor ve “olaylara destek vermek […] teröre destek vermektir.” diyordu. Oysa, bu hafta, önceki grup konuşmasında “kafalarını koparmayı” vadettiği öğrencilere bir “büyükanne” şefkatiyle seslendi. Bir haftada “tatlı dil” konusunun önemini kavramış ve pedagoji konusunda bazı takviyeler almış görünüyordu: “Öfkeniz olabilir, kızdıklarınız olabilir, tepkileriniz sivri olabilir, itirazlarınız sinirli olabilir fakat sizler bizim, istikbal haklarımız için paha biçilmez öneme sahipsiniz […] her genç kardeşime elimi uzatıyor, alayını birden hasretle kucaklıyorum.” Bahçeli ne yapsa Bahçelidir: Ağzını, “alayınızı” diye açınca, ardından ne dediğinin hiç önemi yok, hepsinin aynı kapıya çıktığını herkes biliyor. Öğrencilerin “Hain Kurt ve Kırmızı Şapkalı Kız” masalını hiç okumadıklarını sanıyor olması da cabası.

Gerçi, Bahçeli’nin gençlik dalkavukluğuna razı olması, “büyükanne” kılığına bürünmesi boşuna değil. “Söyleyene değil, söyletene bak” denir. MHP genel Başkanı’na anlatmışlar, o da tekrarlıyor: “15-24 yaş grubunda yaklaşık 13 milyon kardeşimiz bulunmaktadır.”  Her ne kadar, gençliğin “X, Y, Z gençliği olarak bölünmesi”nden hoşlanmasa da hükümet raporlarında “Z kuşağı olarak adlandırılan nesilden 7 milyona yakın genç”in 2023’te ilk kez oy kullanacağı bilgisinden haberdar olması gerekir. Gençlere hakaretin sıra oy kullanmaya geldiğinde bumerang gibi işleyeceği Bahçeli’nin de kafasına dank etmiş besbelli.

Tek başına bu belirti bile, Garê bozgunun rejimde yol açtığı derin kaygıyı; bu kez savaş ve milliyetçilik kozunun elde patlamış olduğunu; 2023 seçimlerinin yalnızca siyasal muhalefetin canlanışı nedeniyle değil, toplumsal muhalefetin siyasal tavrının öngörülemezliği dolayısıyla da rejim partileri için bir kabusa dönüşmekte olduğunu ele veriyor.

Öte yandan mevcut olağanüstü rejim askeri şiddet ve siyasal baskının bir arada işlemesine dayandığından Garê bozgunu, yalnızca siyasal değil, askerî açıdan da rejimin geleceğinde belirleyici bir dönüm noktası olmaya aday görünüyor. Rejimin Kürt Sorunu’nu müzakere ve uzlaşmalar yoluyla değil, askerî güçle ve çözmek değil bitirmek için takip ede geldiği strateji Temmuz 2015’ten bu yana, ilk kez Garê’de sarsıcı bir kırılmaya uğradı.

Bir bakıma rejimin varoluş nedenini teşkil eden bu strateji Ankara’daki egemenlik merkezinin “beka”sı için Kuzey’deki Kürt halk hareketini Güney ve Batı’daki Kürt yönetimlerinin etki alanından koparmayı esas alıyor; bu amaçla Kürtler’in yaşadıkları ve kendi kendilerini yönettikleri her yeri -diaspora dahil- “dar’ül harb” ilan ediyordu. Bu stratejinin “Çöktürme Harekât Planı” adı verilen, merkezinde halk hareketiyle silahlı isyan arasındaki ayrımı yıkarak HDP’yi  kriminalize ve tasfiye etmek olan Türkiye içindeki uygulamasını yaşayarak biliyoruz. Türkiye sınırları dışındaysa Batı’da “vekil” orduların TSK desteğiyle Kürt topraklarını işgal; Güney’de de silahlı isyanı hava unsurlarına, özellikle insansız hava araçlarına -İHA ve SİHA- dayalı askerî teknoloji üstünlüğüyle bertaraf etmek önceleniyordu.

Suriye ve Akdeniz’de değişen güç dengesi ile SDG’nin IŞİD’e karşı savaşta meşruiyetini ABD, AB ve Rusya’ya zımnen kabul ettirmiş olması, Türkiye için kısa vadede güney sınırları ötesinde yeni askerî harekât olasılığını devreden çıkardı. Ankara bütün askeri ve diplomatik çabasını içerideki siyasi söylemini beslemek üzere Güney’deki askerî hedeflere yoğunlaştırdı. Ne var ki, Garê harekatının gösterdiği gibi, gayri nizami savaşta İHA ve SİHA sürüleriyle sağlanan teknolojik üstünlüğü boşa çıkartacak taktik düzenlemeler mümkündü ve sınır ötesi harekatlar yerel güçlere dayandırılmadığında sürdürülemiyordu.

Böylece beş yılın ardından dönüp dolaşıp yeniden 7 Haziran-1 Kasım 2015 arasında kaldığımız yere geldik. Şu farkla: Halk, 7 Haziran sonrasında rejimin nelere tevessül edebileceğini bilmiyor, öngöremiyor, haklı olarak korkuyor ve güvenlik dayatmaları karşısında özgürlüklerinden ödün vermeye razı olabiliyordu. Şimdi halkların verebilecekleri bir ödünün kalmadığı, toplumun verdiklerini geri almaktan başka bir şey yapamayacağı bir zamandayız. Muhalefetin Garê’den sonra stratejilerini dayandıracağı tek nesnel gerçeklik budur.
_______________________________
Ertuğrul Kürkçü