“Devlet Savaş İstediği İçin Öcalan Tecritte”

Tecrit aslında cezaevi içinde cezaevi, ya da insanları diri diri gömmek demek. Anlamı aslında kelimenin kendisinin ifade ettiğinden çok daha derin. Fakat bu derinlik ne kamuoyunda beklenen kadar ilgiyle değerlendiriliyor ne de bunun olası sonuçları üzerinde o kadar düşünülüyor. Bu başlı başına bir işkence yöntemi ve bildiğimize göre Öcalan 3 yıldan fazladır bu işkencenin altında.

Öcalan, İmralı’daki hücresinde üç yıldır dış dünyayla her türlü bağlantısı kesilmiş olarak tutuluyor

Komplonun 20. yılında İmralı Sistemi 9.BÖLÜM 
HAZIRLAYAN: ZÜLKÜF KURT/YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

“Öcalan’a bakıldığında ne yapılması gerektiği kadar ne yapılmaması gerektiğini de anlıyoruz” diyen Ertuğrul Kürkçü, devletin tecriti uygulamak için her gün kendi anayasasını ve yasalarını ihlal ettiğini belirtiyor. AKP/MHP faşizminin Öcalan’ı tecrit altında tutmasının asıl sebebi fikirleri ve öngörüsü olduğunu belirten Kürkçü sorularımıza şu yanıtları verdi.

‘’AKP-MHP faşizminin Öcalan’ı tecrit altında tutmasının tabii ki, fikirlerinin yaygınlaşması, nüfuz etmesi, bunların derinleşmesinden duyduğu korkuyla bir ilgisi var. Bu çok açık. Ama faşizm aynı zamanda bir şahsiyetten de endişe duyuyor. Çünkü Öcalan’ın fikirleri başka birinin ağzından dile gelse, tek başına fikir olarak yaratamayacağı kadar büyük bir yankı yaratıyor Öcalan söylediği zaman. Bunun Öcalan’ın şahsiyeti ve bütün bu mücadele sürecinde edinmiş olduğu konumla çok yakın bir ilişkisi var. Bu, diyebiliriz ki, biricik bir etki. Bu kadar geniş çaplı bir etkiyi onun en yakın dava arkadaşları dahi aynı ölçüde ortaya koyamazlar. O yüzden Öcalan bu mücadelede faşizm ve egemen güçler için, halkların haklarını inkar edenler ve iktidar sahipleri için başlı başına bir hedeftir. Dünya bir yana, Öcalan bir yana onlar için. Bu çok net. Tecrit ihtiyacı buradan kaynaklanıyor.

Öcalan 3 yıldır işkence altında

Tecrit aslında cezaevi içinde cezaevi, ya da insanları diri diri gömmek demek. Anlamı aslında kelimenin kendisinin ifade ettiğinden de çok daha derin. Fakat bu derinlik ne kamuoyunda beklenen kadar ilgiyle değerlendiriliyor ne de bunun olası sonuçları üzerinde o kadar düşünülüyor. Bu başlı başına bir işkence yöntemi ve şu an bildiğimize göre Öcalan 3 yıldan fazla bir zamandır bu işkencenin altında. Bu, insanı sosyalliğinden kopartmak, insanı kendi zihninin ürünlerinden kopartmak, onu bir sosyal diyalog olmadan, başkalarıyla konuşmadan, görüşmeden, tartışmadan, insan olduğunu idrak etmeden yaşamaya, bir bitki gibi yaşamaya zorlamak; onu insan yapan bütün değerlere, -görünüşte fiziki hiçbir zorlama uygulamıyor gibi görünürken- aslında biyolojisine, psikolojisine, fizyolojisine, her şeyine yönelik son derece sert, zamana yayıldığı için dışarıdan bakıldığında bir anda algılanması mümkün olmayan bir saldırıdır. Öcalan’ın bu kadar büyük bir saldırıya maruz kalmasının gerisinde iki önemli faktör var.

Öcalan barışın sigortası

Birincisi, Öcalan’dan başka hiç kimse aynı zamanda hem Kürtleri hem Türkleri ortada duran büyük tarihi sorunu, tarihi eşitsizliği, tarihi inkarın yol açtığı savaşı barışçı yoldan çözmeye ikna edemezdi. Öcalan’ın varlığı savaştan çok barışın sigortası olarak ortaya çıktı. Öcalan bugün bir an için bu dünyadan göçüp gitmiş olsa savaş daha bin yıl sürebilir, şiddetinden ve etkisinden bir şey kaybetmeden. Ama barışı temin bakımından aynı zamanda savaşmış bir başka kişi Öcalan’ın oynadığı rolü bu kadar kuvvetle ve bu kadar büyük bir etkiyle oynayamaz. Öcalan’ın tecridi esasen savaştan ziyade barışçı bir tarzda problemi çözmek bakımından ima ettiği potansiyelden ötürü. Bu, şu demek: Egemen sınıf için barışın pahası savaşın pahasından çok daha yüksek olduğu için tecrit Öcalan’ın bir barış dinamiği, bir barış mücadelesi dinamiği olarak oynadığı rolü oynamasına zorla, şiddetle son vermeyi amaçlıyor.Tecrit için en az bunun kadar önemli olan bir başka gerekçe de Öcalan’ın ortaya atmış olduğu, özellikle bu çatışma sürecini çözüm sürecine dönüştürebilmek bakımından işe yarayan büyük kavramlar ve paradigmalar: “Ortak vatan”, “demokratik özerklik”, “demokratik konfederalizm” bağlamında ortaya koyduğu paradigmaya dayandırdığı çözüm konsepti.

Politik olduğu kadar felsefi liderlik

Öte yandan tüm Türkiye’nin ve Kürdistan’ın hatta Ortadoğu’nun, belki dünyanın da temel siyasal sorunsallarını oluşturan din, kadın, demokrasi, ulus devlet, devletsizlik gibi meselelerde güçlü bir felsefi temele sahip bir politik metodoloji ortaya koyması. Yani Öcalan politik olduğu kadar bir felsefi liderlik rolü de oynadı ve bence şu son 30 yıl içerisinde hem Kürdistan hem Türkiye solunun çürümeden, tersine yeniden yükselişlerle yoluna devam edebilmesi, bu doğrultuda gereken dönüşümleri yapabilmesi için çok güçlü bir hareket ettirici rol oynadı. Tabii ki Öcalan’ın tecridi bununla da doğrudan doğruya ilgilidir.

Devlet savaş istediği için, devlet solda ve demokratik güçlerde yenileşme istemediği için, devlet Kürt halkının bütünleşik bir önderlik etrafında hareket etmesini istemediği, bu etkinin erimesini istediği için Öcalan’ı baskı ve tecrit altında tutmaya devam ediyor. Fakat bunu yaparken tabii çok ciddi bir suç da işleniyor, bunun altını çizmek lazım. Her ne kadar biz tarihsel bir bakış açısından konuşsak da bu meselenin bir de güncel hukuki yanı var.

Her gün suç işliyorlar

Her gün suç işlemeden devletin Öcalan’ı tecrit etmesi mümkün değil. Hem Anayasa, hem yasalar hem cezaevlerine ilişkin konseptler, tüzük ve yönetmelikler, şu ilkeyi daha birinci maddesinden başlayarak ifade ediyor: “Hükümlülere ırk, din, dil, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, siyasi veya diğer fikir veya düşünceleriyle, ekonomik güçleri ve toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.”  Ama, işte gözlerimizle görüyoruz, kulaklarımızla işitiyoruz, Öcalan’a uygulanan tecrit ile örgütlü suç çeteleri liderlerinin hükümet ortaklarınca serbest bırakılma, affa uğratılma ve cezaevlerinde bir villada yaşarcasına yaşama koşulları sağlanması çabaları arasındaki çatışmaya bakıldığında, bu ayrımcılık ve suç çırılçıplak görülür. Öcalan’a karşı da suç işlenmektedir, örgütlü suç çetelerine tanınan bu serbestlik de bir başka suç kategorisi oluşturmaktadır.

Şu an açıkça bir suç işlenmeden Öcalan’ın tecrit edilmesi mümkün değildir. Öcalan’ın ziyaretçi kabülünden yoksun bırakılması da asla ve asla herhangi bir yasayla ve mevzuatla açıklanamaz. Müebbet hapse mahkum edilmiş olsalar dahi resmi yetkili mercilerle, avukatlar ve yasal temsilcilerle görüşmelerden, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılamaz kimse. Ve dolayısıyla Öcalan’ın dış dünya ile temas etmesinin engellenmesi aslında devletin, her gün kendi yasalarını ihlal etmesi anlamına geliyor. Ama zaten faşizm de böyle birşeydir. Yasallığı, hukukun kendisini bir eza, cefa, eziyet haline getirmektir.

Tecrit insanlık suçudur

Öcalan şahsında aslında devlet pratikte kendi karakterini açığa vurmaktadır. Fakat yine de kağıt üzerinde Öcalan’a yönelik olarak uygulanan bu tedbirlere herhangi bir istisnai gerekçe gösterebilmesi mümkün değildir. Tecrit, yani diri diri gömme aslında insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bu suç her gün işlenmeye devam etmektedir. Ve altını bir daha çizersek Öcalan’ın şahsına yöneltilen bu şiddetin çok açık sebebi, ortaya koyduğu fikriyat ve bir savaş adamı olarak sahip olduğundan çok daha fazla bir barış kurucusu ve bir felsefi önder olarak oynadığı roldür; sadece Kürt halkını değil, Türkiye halklarının tamamını kendisine yaklaştıran, onda bir gelecek ümidi görmelerini sağlayan, bu devleti aşan ve onları kendi çözümlerini uygulamakta çaresiz bırakan bu duruşu ve varlığı, kendisine yönelen tecridin gerisindeki birincil gerekçedir. Bu Öcalan’ın şahsiyetiyle, fikriyatıyla ve oynadığı tarihsel rolle doğrudan doğruya ilgilidir. Geçmişte Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması da zaten bu rollerin tanındığının itirafıydı. Ama devlet ne zamanki barışın pahasının savaşın pahasından çok daha yüksek olduğunu gördü, egemenliği paylaşmaktansa tek elde tutmak için yeniden tecrit seçeneğine geri dönmeye kendisini mecbur hissetti. Böylelikle de kendi karakterini ortaya koyduğu gibi halklarımıza karşı bir savaş ilanını da Öcalan’ın şahsında ifade etmiş oldu.

Devlet iki karardan birini verecek

Öcalan çok temel bir gösterge. Türkiye’nin, Kürdistan’ın Ortadoğu’nun ya da dünyanın neresinden bakarsanız bakın görünen bir simge, görünen bir figür Öcalan. Öcalan’a ne yaptığınızı herkes görür. Eğer onunla halkın temasını, onunla hareketin temasını, onunla toplumun temasını kesiyorsanız bir tez ortaya koyuyorsunuzdur: O da “müzakere değil, savaşı tercih ediyoruz” demenin en kestirme yoludur.

Öcalan’ın bu noktada hem Suriye’de hem Türkiye’de hem Irak’ta hem de aslında İran’da dahi ortaya çıkabilecek çatışma çözme dinamikleri bakımından elinde tuttuğu muazzam etkiyle ne yapacağı hakkında devlet iki karardan birini verecek: Ya oturup müzakere edecek ya da savaşacak. Müzakere edeceği zaman Öcalan’dan daha büyük bir yetki ve güçle muhatap alabileceği hiç kimse yoktur. Ama savaşa karar verdiği zaman da önce Öcalan’ın sesinin duyulmasını engellemeye yönelik tecritle işe başlar. Ne yazık ki, Türkiye’de insanlık düşmanı, Kürt düşmanı, halk düşmanı, son derece uğursuz bir ittifak iktidarda bulunduğu için Türkiye’yi yönetenlerin “fıtratı” da artık Öcalan’lı ve müzakereli politika, diplomasi, uluslararası siyaset ve iç yönetim prensibi uygulayamaya elvermiyor.

Öcalan umut veriyor

Eğer Öcalan fikirlerini ifade edebiliyorsa, halkla temas edebiliyorsa, ister cezaevinde olsun, ister olmasın Öcalan sadece Kürtlere değil, aynı zamanda Kürtlerden çok Türklere hatta Türklerin Kürtlere kuşkuyla bakan kesimlerine, dünyaya başka türlü bakılabileceğine dair hem bir perspektif sunuyor hem bir umut veriyor. Hatırlayalım 2013-2015 arasını. Türkiye’de Öcalan’ın dönüştürücü, kurucu rolü bakımından o güne kadar kendisini eleştirmek saldırmak hatta lanetlemekten başka hiçbir şey düşünmeyen pek çok insan, gözleri hayretten faltaşı gibi açılarak gelişmekte olan muazzam değişikliği, iklimdeki büyük olumlu değişiklikleri hem zevkle izliyor, hem de buna katkıda bulunuyorlardı. Aslında daha sonraki dönemde Halkların Demokratik Partisinin edindiği çok büyük kapasiteye, toplumun tamamına nüfuz edebilecek kanallara ulaşabilmesi de Öcalan’ın açtığı bu yoldan gerçekleşti.

Dolayısıyla şimdi Öcalan’ın ağır bir tecrit altına konulması bütün bu kanalların kapatılması ve “yaşasın ölüm” diye haykıracak bir kitle yaratılması için uygulanan mühendisliğin neticesidir. Yani ölümü kutsayan, savaşı kutsayan ve toplumun kendi gibi düşünmeyen, kendi gibi inanmayan, kendi gibi hayal etmeyen kesimlerini şiddetle sindirmeye teşvik için, Öcalan’ın  oluşturduğu bu çekimi yoketmek AKP ve MHP bloku açısından çok önemli. Ondan sonra da zaten yalanın egemenliği kapısı açılıyor. Oysa konuşan, tartışan Öcalan, fikirlerini topluma aktaran Öcalan bu yalanı, güneş görmüş kar kitlesine dönüştürüyordu. Derhal yalanlar yok oluyordu. Çünkü o sadece fikrini söylemekle kalmış olmuyordu; bunları bu fikrin gerisinde duran muazzam kitleyi, dinamiği bütün gücüyle temsil etme kabiliyeti olan birisi söylüyordu. O yüzden yalan bu iklimde yaşayamıyordu.

Öte yandan elbette liderlik ile kurumların ve kitlenin bağının kesilmesi son derece güçlü bir ihtiyaç AKP-MHP faşizmi, sömürgeci savaş yönelimi için. Öcalan çevresinde yaratılmış bulunan hem demokratik hem ulusal birlik ve ortaklık çerçevesinin dağıtılması faşizmin egemenliği bakımından bir politik ihtiyaç ve elbette bu fikriyatın yeniden üretiminin de kesintiye uğratılması ve toplam sonuç olarak iradenin zedelenmesi, onlar için temel ihtiyaçlar ve bu yüzden bu tecrit sürüyor. Peki, bu amaca ulaşılabilir mi? Şimdi tarihe bakalım. Şu her zaman söylenilen artık klişe haline gelmiş olan sözü tekrar edeyim: “Zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü hiçbir ordu yoktur.” O nedenle Öcalan hem zamanında hem yerinde hem de doğru kişi aracılığıyla bu sözü, vakti zamanında söylediği için şimdi ne kadar tecrit ederseniz edin -işte en tazesi İmralı tutanakları ortada. Bütün müzakere zemini ortada. Öcalan’ın ortaya koyduğu bunca metin, konuşma, bildiri, dilekçe, kritik anlarda takınılmış tutumlar, söylenilen bir tek kelime bile olsa bütün bundan türetilen bir külliyat ortada, dolayısıyla-  tecrit ile amaçlananlar sağlanamıyor.

Tecrit aslında “yokçare”dir

Tecrit aslında “yokçare”dir. Bu bir çare değildir, biçareliktir. Fakat yine de sürecin zaafa uğratılması, yavaşlatılması, tereddütlere seslenilmesi, tereddütlerin teşvik edilmesi, kafa karışıklığı yaratılması bakımından Öcalan’dan yeni bir sesin, son 3 yıldır yeni bir kelimenin cezaevinin dışında çıkmamış olması da tabii ki onu tecrit edenler için taktik planda sağlanmış bir avantajdır. Fakat uzun vadede, birçok büyük düşünür ve siyaset insanın da biyografisine, tarihine bugün baktığımız zaman gördüğümüz gibi bedenleri aramızda olmayan ama milyonlara, milyarlara yol göstermeye devam eden pek çok tarihi şahsiyet var. Tecrit diri diri mezara gömmekse eğer, ölümün bile fikirlerin cazibesini giderecek bir yol olmadığını, tarih bugüne kadar gösterdi. Ama bu, çekilen acıları, sıkıntıları ve çaresizlikleri uzatabilir daha az sancılı daha az acılı geçebilecek bir süreci, daha çok acılı ve daha çok kanlı hale getirebilir. Ne var ki, tarih kendisi için açtığı yoldan yürür ve kendi yolunu bulur. Bu yol bütün belirginliği ile bugün ortaya çıkmış olduğu için tecritten taktik manada da stratejik manada da bir sonuç almak mümkün değildir, ama iktidar körlüğü denilen şey de budur. Sizin, benim bakar bakmaz gördüğümüz bu şeyleri bir özel harp uzmanı görmez çünkü o, dünyaya sadece tecrit cenderesinden bakmaktadır. Elindeki aracı bütün sorunların çözümü sanmaktadır. Tüfekle bütün meseleleri çözebileceğine inanmaktadır. Bugüne kadar aslında son 40 yıldır en az 7-8 defa denenmiş bir yolu yeniden denemekten kendilerini alıkoyamamaktadırlar. Burada Einstein’in o ünlü sözünü hatırlatalım. “Ahmaklık aynı şeyi tekrar ve tekrar yapmak ama farklı sonuçlar beklemektir.”  Ne yazık ki ahmaklık yönetiyor Türkiye’yi.

YARIN: Öcalan’ın direnişi