“Çete” derken?!

Kriz süreklileştikçe, rejimin kendisi bir “suç örgütü”ne dönüşür; “gayri nizami” olan nizamileşir, Zaptiye Nazırı ile “çeteci” aynı hamurdan olur; devletin başı, “çete”nin başına geçer.

“Tayyip Abi”si, Sedat Peker’in videoları için “Ciddiye almayın, önemsemeyin” demiş. Öyle yazıyor Abdülkadir Selvi, Hürriyet’teki köşesinde. Ama AKP MYK toplantısından sızdırdığı bilgilere bakarsanız kazın ayağının hiç de öyle değilmiş: “Erdoğan toplantının başında yaptığı konuşmada bu konuya değinmiş […] Binali Yıldırım, oğlu hakkındaki iddialara yanıt vermiş […] Erdoğan ‘bu tezgâhı da Allah’ın izniyle bozacağız, hiç endişeniz olmasın’ demiş […] ‘Hedef İçişleri Bakanımız değil büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası gayretleridir demiş […]” Demiş de demiş… “Önemseseler” başka ne konuşacaklardı acaba?

Erdoğan istese de önemsemiyormuş gibi yapamaz. Hiçbir hükümet, “gizli” işlerinin ifşa edildiği, her gün izleyicilerine yeni 10 milyonların katıldığı bir “sosyal medya olayı”na ilgisiz kalamaz. 30 Mayıs akşamı itibarıyla Peker videoları YouTube’da toplam 67 milyon, klipleri yalnızca TikTok’ta 100 milyon kez izlenmişti. Bu, bir benzerini başka ölçek ve bağlamda “Susurluk” sürecinde gördüğümüz istisnai bir haldir. Bu ifşaat dizisi, rejimin özel harp şebekesinin meşruiyet gerekçelerini temellerine kadar sarsarken ne diktatörlük ne de karşıtları bu toplumsal dalgayı önemsemezlikten gelebilir.

Sedat Peker’in ifşaatı, “Ergenekon davası” sanığı olarak Genelkurmay Başkanları ve Ordu komutanlarıyla birlikte cezaevinden salıverilişinden sonraki dönemi kapsıyor ama onun devletle olan “hukuku” 90’ların “kirli savaş” yıllarına varan uzun bir geçmiş içinde şekillenen ilişki ağlarına kadar gidiyor. Bu geçmiş içinden bakıldığında Peker’in anlatımları, Erdoğan rejiminin, devletin “özel harp” aygıtını Teşkilatı Mahsusa’dan, Kontrgerillaya kadar uzanan bütün takım taklavatıyla ve Ağar’ın İç İşleri Bakanlığı döneminde bu aygıt içinde şekillenen güç çatışmalarıyla birlikte devraldığını doğruluyor. Dahası, Peker, rejimin “özel harp” kumkumasının gerisinde Suriye’de ve diğer çatışma bölgelerinde “iktisat dışı zor” -basbayağı yağmacılık- ile İslamî sermaye gruplarına menfaat sağlama ve cihatçılarla kol kola siyasal İslam’ın bölgesel liderliği peşinde koşturduğuna da birinci elden tanıklık ediyor.


Peker’in ifşaatı rejimin güvenlik aygıtının işleyişini, siyasal dayanaklarını ve rıza üretim sürecini nesnel olarak darbeliyor. Ancak, bunu yaparken üzerine yerleştiği ideolojik arka plan, söylem, kurgu ve oluşturduğu rol modelle de milliyetçi-muhafazakâr zihniyetin ve otoriter, zorba devlet anlayışının yeniden üretildiği kitlesel bir mecra oluşturuyor. Öte yandan, Peker’in ifşaatının yaygın medyada haberleştirilişi ve sosyal medya ağlarında tüketilişinde benimsenen dil 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve “kirli savaş” döneminde sosyalist eleştirinin devlet bahsinde ortaya çıkardığı özgün bilgi dağarcığının ihmal edilmesine ve sonuçta devlet ile toplum arasındaki ilişkinin teorik olarak baş aşağı getirilmesine yol açıyor.

Bu düzlemde merkezi sorun “devlet içindeki çeteler” kavramının genel muhalefetin ve giderek sol muhalefetin de diline yerleşmesi. Bu kavramsallaştırma genel, bütünsel ve devlete içkin bir ilişkiyi kısmî, tekil ve devlete dışarıdan sızan arızî bir ilişkiymişçesine anlamlandırıyor.

“Çete” toplumsal tarihte genellikle alt sınıflar veya boyunduruk altındaki topluluklar arasında, siyasi otorite ve kurulu düzenin işleyiş ve değerleriyle şu ya da bu şekilde ihtilaf halinde bir yerel güç odağı oluşturacak şekilde bir araya gelmiş silahlı toplulukları da, devlet dilinde Osmanlı askeri teşkilatı bünyesindeki küçük ve hareketli askeri birlikleri de kodlayan çoklu anlamları olan bir kavramdır. Düzen “çete”yi hem doğurur hem inkâr eder. Ama kriz dönemlerinde kuralsız – “gayri nizami”- savaş yöntemlerine başvurma ihtiyacıyla devlet düzenli birliklerin yanı sıra kendisi “çete” oluşturmak üzere “suç örgütleri”ni istihdama girişir. Kriz süreklileştikçe, rejimin kendisi bir “suç örgütü”ne dönüşür; “gayri nizami” olan nizamileşir, Zaptiye Nazırı ile “çeteci” aynı hamurdan olur; devletin başı, “çete”nin başına geçer. Dolayısıyla, eleştirel düşünüşün bugün “çete” diye adlandırılan ilişkiyi gerçekte neyse öyle anlatması ve adlandırması; meselenin “çete”den değil, “çete”nin meseleden doğduğunu; meselenin devlet ve siyaset meselesi olduğunu sistematik olarak ortaya koyması elzemdir. Doğru bir bakış açısı olmaksızın doğru bir siyaset kurmak olanaksızdır.

İkincisi, Peker’in ifşaatı, Süleyman Soylu’yu, Binali Yıldırım’ı, “Tayyip Abi”yi  65 milyon kez değil her gün 165 milyon kez yerden yere vursa da, daha yüksek bir soyutlama düzleminde, var olan şekliyle devletin ve “özel harb”in amaç ve mantığını 165 milyon kez meşrulaştıran bir ideolojik bombardıman halinde sürüp gidiyor. Bu sürecin siyasal ve teorik bir müdahale yöneltilmeksizin kendi haline bırakılması bir yandan mevcut devlet ve siyaset gerçekliğinin Peker’in kendisi için fayda umduğu bir parçasının teşhiriyle sınırlı kalacak, bir süre ağızda gevelendikten sonra belki de unutulup gidecektir -Erdoğan’ın “önemsemeyelim, tartıştırmayalım” derken elde etmek istediği sonuç budur. Ancak öte yandan geride milyonların zihninde yoğunlaşmış bir siyasi kafa karışıklığı, erdem ile erdemsizliğin birbirine karıştığı bir ahlaki bulanıklık, devlet için işlenen suçların şeref sayıldığı bir şuursuzluk ve militan bir ırkçılık tortusu bırakarak devletin toplumu aynı kısır döngünün içine yeniden hapsetmesinin de zeminlerini beslemiş olacaktır.

Sürecin bu çelişkili doğası, toplumsal ve demokratik muhalefete kestirme sloganlar değil, derinlikli bir yaklaşım sunma görevi yüklüyor. Sedat Peker örneği, arkada bıraktığımız dönemde özellikle ABD’de siyasal gerçeklerin açıklanmasında büyük roller oynayan Manning ve Snowden gibi devletin gizli işlerinde görev almış olan kişilerin başlattığı “whistleblower” [meşru ifşacılık?] trendinin toplumda bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Muhalefetin bir yandan bu trendi özendirirken öte yandan açığa çıkan bilgileri eleştirip işleyerek bu bilgilerden hareketle daha somut bir siyasal ve toplumsal talepler dizgesi formüle etmesi önemli bir ihtiyaç olarak beliriyor.

Peker ifşaatlarından sonra kamuoyunda henüz bir “Susurluk” hareketliliğinin görünmeyişini, toplumun apolitikleşmiş olmasından çok, toplumsal beklenti eşiğinin ham gerçeklerin tüketilmesinden yukarıya yükselmiş olmasıyla ilişkilendirmek daha yerinde olacaktır.
_________________________
Yeni Yaşam 3 Haziran 2021