Bolivya’nın açık yarası

Çekilirken söylediği gibi Morales’in ABD nezdindeki “günahı”, “yerli, solcu ve anti-emperyalist olması” idi gerçekten. Buna kuşku yok. Başkan, yarıda kalmış devrimi tamamlamak için bir gün Meksika’dan dönebildiğinde Engels’in özetlediği tarih dersini Aymara halkının diline tercüme etmiş olacaktır mutlaka: “Devrimci hükümet, halkın iktidarını orta sınıfı güçlendirerek kuramaz.”

Friedrich Engels, “Uçtaki bir parti liderinin başına gelebilecek en kötü şey, hareketin, temsilcisi olduğu sınıfın hakimiyeti ve bu hakimiyetin icap ettirdiği önlemlerin icrası için yeterince olgunlaşmış olmadığı bir çağda iktidarı ele geçirmek zorunda kalmasıdır.” demişti, “Almanya’da Köylü Savaşları” başlıklı eserinde. 

“Böyle olunca [lider] kendisini bir ikilemin ortasında bulur […] Yapabileceği şey, o güne kadar yapmış olduklarıyla, bütün ilkeleriyle ve partisinin o günkü çıkarlarıyla terstir; yapması gereken şeyi ise yapmak elinde değildir. Tek kelimeyle kendi partisini ya da sınıfını değil koşulların, hakimiyetine el verdiği sınıfı temsile mecbur olur. Hareketin çıkarı adına yabancı bir sınıfın çıkarlarını savunmak ve kendi sınıfını laflar ve vaadlerle beslemek, ona yabancı sınıfların çıkarlarının kendi çıkarları olduğunu anlatmak zorunda kalır. Kendisini bu duruma düşüren biri, bir daha düştüğü yerden kalkamaz.”

Engels’in özetlediği tarih dersi, Latin Amerika tarihinin en sinsice ve yüzsüzce yürütülen darbelerinden birinin ardından iktidardan çekilmek zorunda bırakılan Evo Morales’in -ve elbette onunla birlikte Bolivya’nın yoksul yerli halklarının- uğradığı felaketi çözümlemek açısından altın değerinde. 

Morales’in iktidara geldiği 2005’te Bolivya, Latin Amerika’nın beşinci büyük, ama kıtanın hatta dünyanın en yoksul ülkelerinden biriydi. İspanyol sömürgecilerinin ayak bastığı günden beri her gün beyazlarca yönetilmiş olan ülkenin başına koka üreticisi bir Aymara yerlisinin geçmesi bile, Bolivya için bir yarı devrimle eş değerdi. Sosyalizme Doğru Hareket’in (MAS) uyguladığı gelir dağılımını eşitleyici politikalar, doğal kaynakların -gaz, petrol, lityum- millileştirilmesi, emtia fiyatlarının dünya piyasalarında düzenli olarak yükselişinin getirdiği nispi refah ve genel özgürlük havası hepsi bir arada MAS’ın 2005’de yüzde 77 olan politik desteğini 2009’da yüzde 87’ye çıkarmıştı. 2014’te yüzde 72’ye gerilemiş olsa bile Morales’in neredeyse her dört Bolivyalı’dan üçünün desteğini alabiliyor olmasının anlamı üzerine konuşmak gereksiz. 

Ne var ki, ilk bakıştaki parlaklığına karşın bu demokratik ve ekonomik gelişmenin, tabanda toplumsal ve politik güç dengesini paradoksal bir biçimde MAS ve Morales aleyhine aşındırdığı ve karmaşıklaşan toplumsal yapı içinde 2005’te sözü bile edilemeyecek talep ve beklentilerin güdülediği yeni sınıf dinamiklerinin işlemeye başladığı görülüyor. 

Venezüelalı gazeteci Rafael Osío Cabrices‘in benzetmesiyle Bolivya’da “bir ülke içinde iki ülke” var: “Yukarıda” çoğunluğunu yerlilerin oluşturduğu kalabalık nüfusuyla, sola oy veren ve sendikalarda örgütlü Ant platosu. “Aşağıda” ise platoyu yarım ay –media luna- şeklinde kuşatan, daha seyrek nüfuslu, kültürel ve ekonomik olarak Brezilya ve Arjantin’e yakın, tarımsal sanayi baronlarının kontrolündeki ovalar. 

MAS’ın ekonomik politikaları aşırı yoksulluk oranlarının yüzde 39’dan 2015’de yüzde 17’ye çekilmesini sağlarken, ovalar, Morales’e diş biliyordu. Ama çarpıcı değişim, MAS’ın kaleleri La Paz, El Alto ve Cochabamba’da oldu. Morales’in sağladığı göreli refahtan aslan payını alan “yukarı”nın yeni orta sınıflarının kalbi artık ovaların baronlarıyla birlikte atıyordu.

Son dört yılda, Bolivya’nın ihracat gelirlerindeki düşüşle el ele giden siyasi tıkanma sınıf mücadelelerini keskinleştirip Başkan dördüncü kez “yukarı”ya döndüğünde acı gerçekle yüzleşti: Orta sınıflar “değişim” istiyordu. Morales kendi ekonomik politikalarıyla toplumsal tabanını bir “yabancı sınıf”ın çıkarı adına yararken CIA aradığı açık yaraya kavuşmuştu.

ABD’nin “biz bir şey yapmadık halk diktatöre karşı ayaklandı, ordu demokrasiyi korudu” diyerek Bolivya’daki darbeyi selamlarken Nikaragua ve Venezüela’yı da aynı akıbetle tehdit edişi insanlık tarihine yöneltilmiş acı bir alay gibi.

Çekilirken söylediği gibi Morales’in ABD nezdindeki “günahı”, “yerli, solcu ve anti-emperyalist olması” idi gerçekten. Buna kuşku yok. Başkan, yarıda kalmış devrimi tamamlamak için bir gün Meksika’dan dönebildiğinde Engels’in özetlediği tarih dersini Aymara halkının diline tercüme etmiş olacaktır mutlaka: “Devrimci hükümet, halkın iktidarını orta sınıfı güçlendirerek kuramaz.”
____________________________
Yeni Yaşam Gazetesi, 14 Kasım 2019