Boğaziçi dersleri

Sel gider kum kalır. Boğaziçi direnişinden yarına kalacak en değerli mücadele mirası da nasihatler değil, öğrencilerin kendi özdeneyimlerinden çıkartacakları sonuçlar olacak.

Öğrenciler, Boğaziçi Üniversitesi önünde yeni rektörü ve iki arkadaşlarının tutuklanmasını sloganlarla protesto ediyor.
1 Şubat , 2021. REUTERS/Murad Sezer

Boğaziçi Üniversitesi’nin kayyıma direnişi, rejimin şiddetiyle sınanıyor. İnsanların vicdanı, bakmaya kıyamayacakları genç kadın ve erkeklerin uğradığı zalimane muamele karşısında ayaklanıyor. Hal böyleyken, siyasal muhalefetin kendi manevi ve ahlaki kaynağına, toplumsal vicdana tercüman olmaması düşünülemez. Demokratik güçlerin en önemli güncel görevi genç erkek ve kadınların onurlarının, hak ve özgürlüklerinin korunması ve savunulması ve rejimin zalim yüzünün teşhiri. Bu çerçevede, özellikle HDP milletvekillerinin ortaya koydukları enerjik ve ısrarlı çaba her türlü takdiri hak ediyor. 

Gerçi, direniş ve polis şiddeti İstanbul ve Boğaziçi Üniversitesi’yle sınırlı kalmadı. Öğrencileri polis şiddetine rağmen Ankara ve İzmir’de de sokağa döken gelen gelişmeler ister istemez gözlerimizi güncel ve yerel olanın ötesine çevirmeyi de gerektiriyor. Günün sorusu şu: Rejim Boğaziçi Üniversitesi’ndeki köprü başından hareketle nereye yönelecek? Öte yandan bu süreçten kitle hareketinin gelişimiyle ilgili olarak çıkartılacak dersler, alınacak ibretler de var mı? 

Birkaç sonuç çıkartmak mümkün. Birincisi, “Pelikan” çetesinin “bakla”yı ağzından çıkartmış olması. En azgınlarının ifadesiyle hedef, Boğaziçi’nde “liberal üniversite” geleneğinden geriye ne kalmışsa,“oligarşi” edebiyatı eşliğinde “yıkılacak” olmasıdır. Bu bir siyasal İslam saldırısıdır. Ne var ki, böylece mevcut olandan daha yüksek bir akademik kültür inşa edemeyecekleri için rejim “kültürel iktidar”ını kendi “yüksek kültür”ünü sunarak değil, memlekette lâdini, seküler akademik kültür evreninden geriye ne kalmışsa onları DAİŞ usulü havaya uçurarak ispata yöneliyor. Yapabileceği bir şey olmadığı için yıkıyor. Boğaziçi halledilebilirse sıranın “aynı aileden” oldukları düşünülen ODTÜ, Hacettepe, İTÜ, Bilkent vb. üniversitelere geleceğini, bunları diğer “arzu nesneleri”nin izleyeceğini öngörmek kehanet sayılmaz. 

İkincisi, rejimin, Boğaziçi kayyımının içine düştüğü tecritten çıkamayacağı anlaşılır anlaşılmaz koparttığı “din elden gidiyor” yaygarasıdır. Direniş güçlenip zamana yayıldıkça rejim, saldırısını topluma din, kültür ve geleneği savunma mücadelesi olarak sunmaya girişiyor, öğrencileri “din minderi”ne çekmeye ve önceden yapılmış hazırlıkları devreye sokarak ümmeti imdada çağırıyor. Yıl boyunca Erdoğan ve “Cumhur İttifakı” çöken desteğini her tür “çatışma”yı yayarak geri kazanma peşinde olacak. 

Üçüncüsü, Boğaziçi direnişiyle rejimin yalanları ve kıyıcı saldırıları arasında muhalefetin kapıldığı kararsızlık ve atalettir. Kriz boyunca CHP iki görünür tutum takındı: İlkinde parti sözcüsü, AKP’nin “dinimize sövdüler” yaygarasının takılıp öğrencileri galiz bir dille suçladı; bu infiale yol açınca  bu kez CHP genel başkanı öğrencileri iltifata boğdu ve ama bu kez de anne ve babaları “çocuklar”a “sağ duyu” aşılamaya çağırmadan duramadı.

CHP Genel Başkanı hepsi pekala partisinin üyesi, yöneticisi, milletvekili olabilecek evlenme, çalışma, seçme ve seçilme yeterliliğine ve cezai ehliyete sahip bu “çocuklar”la oturup soruna çözüm aramak yerine onları anne baba vesayetine iade etmenin bir “siyasi taktik” sayılmayacağını mutlaka biliyordur. Doğrusu,“karşımızda kontrolünü kaybetmiş bir siyasi iktidar olduğu”na ilişkin tespiti de boş sayılmaz. Ne var ki, ana muhalefet toplumun ve öğrencilerin ne yapılmayacağına dair nasihat değil ne yapılacağına dair öneri beklediğini bilmezden gelmeyi tercih ediyor. 

Sel gider kum kalır. Boğaziçi direnişinden yarına kalacak en değerli mücadele mirası da nasihatler değil, öğrencilerin kendi özdeneyimlerinden çıkartacakları sonuçlar olacak. Öğrenciler ve öğretim üyeleri uğradıkları bunca hak gasbı, yalan, riya, iftira, hakaret ve şiddete barışçıl toplantı, gösteri ve yürüyüşle karşılık verdiler; polis şiddetine karşın, “kayyım” tayinine karşı çıkan büyük kitleyi bütün süreç boyunca manevi ve politik olarak bir arada ve hareket halinde tutmayı başardılar. Rejimin “din iman kavgası”na icabet etmeden, kendi mikrokozmlarındaki “Müslüman Öğrenciler”in desteğini de korudular. Eksilmek bir yana toplumsal ve kültürel ortaklıklarını çoğalttılar. Kızılca kıyamet sırasında kenarda kaldığı için yabana gitmesin, ilk günden beri rektörlüğün karşısında ısrarla dikilmeye devam eden öğretim üyelerinin sessiz kararlılığı da gelecekteki direnişler için akılda kalan bir esin kaynağıydı. 

Rejimin gençleri örseleyerek topluma korku salma planıysa tutmadı. Tersine öğrenciler, kararlılıklarıyla anne ve babalarının da önünü açtılar. Günümüzün meselesi, bu deneyimin her zeminde çoğaltılmasını sağlayarak güçlü bir “demokrasi ittifakı”nın üzerinde yükseleceği bir toplumsal mücadele ortaklığının inşasıdır; zaman boşa tüketilmemeli.
___________________________
Yeni Yaşam, 3 Şubat 2021