‘Bernie’, Türkiye ve Kürtler

Sanders “Erdoğan’la konuşurken ‘Kürtler’in haklarını tanıma konusunda ne yaptıkları’nı konuşmamız gerekir (…) İçeride de, mümkün olan en çok-kültürlü ve çok-kimlikli demokrasiyi gerçekleştirmemiz (…) insan haklarının ilerici gündemde hak ettiği yeri alması gerekir.” diyor.

3 Kasım 2020’deki ABD başkanlık seçimlerinin muhtemel sonuçları bölgemiz ve yaşadığımız toprakların geleceği için bir anlam ifade ediyor mu? Trump’ın kazanması halinde ABD’nin ırkçı ve faşist bir rejimin egemenliği altına girerek dünya savaşının kapısını aralaması olasılığı var mı? ABD’de Trump faşizmi ve ırkçılığına karşı yükselen mücadeleden bize de bir hisse düşer mi?

Bu retorik sorulara hiç değilse teoride kimse olumsuz yanıt vermeyecektir. Ancak Türkiye’ye yönelik sonuçları bakımından ABD başkanlık seçimleri henüz içeride enine boyuna tartışılmıyor. Öte yandan Trump karşısında demokratik muhalefetin öncülüğünü ele geçirmek üzere olan senatör Bernard Sanders’ın “demokratik sosyalizm” söylemi, programı, mücadele tarzı ve taktiklerinin de henüz Türkiye’nin sol tartışma gündemine girdiği söylenemez.

Bunda ABD ana akım medyasının belirleyici bir payı olduğu muhakkak. Sanders’ın Demokrat Parti ön seçimlerinde peş peşe kazandığı zaferler senatörün “sosyalizm”ine kategorik olarak düşman ABD ana akım medyasınca görünmezleştiriliyor. Bu “çatlak solcu”nun “Trump’ı yenmesinin imkansızlığı” safsatası malum TV kanalları, haber ajansları ve internet haber sayfalarınca her gün temcit pilavı gibi tekrarlanıyor. Lağım medyası, ABD medyasına bakarak hizalanınca iç “kamu oyu” da bu doğrultuda şekilleniyor.

Oysa, sözüne güvenilir bütün yorumcuların üzerinde birleştiği gibi, ABD’de “müesses nizam”dan daha önce eşi görülmemiş bir toplumsal ve politik kopuş var. ABD toplumu büyük bir değişim isteği içinde; ezilen sınıflar, kimlikler, cinsler, kuşaklar ve ırkların beklentileri kurulu siyasal düzeni aşıyor. Sanders’in 30 yıldır bıkmadan savunduğu ekonomik ve demokratik haklar eksenli programı bu kriz anında toplumsal protestonun elinde bayraklaşıyor ve kitleler artık sadece kısa adıyla -Bernie- andıkları Vermont senatörünü her kamu oyu yoklamasında başkanlığa daha çok yakıştırıyor. Bernie’nin Demokratların başkan adaylığını ve yıl sonunda başkanlığı kazanması en az Trump’ın ikinci kez seçilmesi kadar mümkün.

Senatodaki en yakın mesai arkadaşlarından Ro Khanna’nın bir kaç gün önce “The National Interest” dergisinde yayımlanan demeci Bernie’nin başkanlığının muhtemel dış politik sonuçları bakımından Türkiye ve Kürdistan’ı da çok yakından ilgilendiren ipuçları sunuyor. Derginin “Türkiye’nin Kürtler ve sol muhalefetle kırk yıldır süre giden iç çatışmasında ABD askeri yardımının rolü yeterince tartışılmıyor. İlerici bir dış siyasetin Türkiye ve ABD yardımı alan diğer ülkelerdeki insan hakları ihlallerine yönelik bir yaptırım içermesi gerekmez mi” sorusunu Khanna, “İnsan hakları, ilerici dış politikanın en başında yer almalı.” diye yanıtlıyor.

“Erdoğan’la konuşurken ‘Kürtler’in haklarını tanıma konusunda ne yaptıkları’nı konuşmamız gerekir (…) İçeride de, mümkün olan en çok-kültürlü ve çok-kimlikli demokrasiyi gerçekleştirmemiz (…) insan haklarının ilerici gündemde hak ettiği yeri alması gerekir.”

Khanna, derginin “Türkiye’yi isyancı Kürt gruplarla masaya oturmaya yönlendirir miydiniz” sorusuna da çok açık bir yanıt veriyor: “Evet, diyalogun kesinlikle yardımcı olacağı kanısındayım. Bunu yapmalılar.”

“Türkiye’ye ayrılmayı tanıması için dayatmada bulunmamız icap etmez, bunun farkındayım; ancak onların da Kürtler’in sorunlarıyla bütünleşmesi, sorunlarına çare arayarak ve haklarını bir şekilde tanıyarak Kürtlerin Türkiye ülkesi ile bütünleşmesini sağlayacak bir yol bulmaları gerekir.”

Bernie önümüzdeki aylarda siyaseten güçlendikçe bu eğilimin ABD dış siyasetini giderek daha çok etkilemesi kaçınılmaz. Seçimler yaklaştıkça Trump dış politikası kitleselleşen baskılar karşısında daha da kırılganlaşacak, Erdoğan’a iç ve dış siyasette önceki ölçüde cömert politik ve askeri destek vermekte ve iki yüzlü Suriye siyasetini sürdürmekte zorlanacaktır. Bu gidişin Erdoğan’ın manevra imkanlarını daraltarak içeride ve dışarıda savaşa dayalı iktidar stratejisini zayıflatacağı açık. Ancak, ABD’de sertleşen iktidar mücadelesi ve yükselen “demokratik alternatif”, Türkiye’yi yalnızca muhtemel uluslararası askeri ve stratejik sonuçları itibarıyla ilgilendirmekle kalmıyor. Muhalefeti, bu gelişmeleri hesaba katan siyasetler geliştirmeye çağırırken kriz döneminde demokratik siyaseti inşa yordamları, söylem ve taktikleri açısından da zihin açıcı tartışmalara kapı aralıyor.
____________________________
Yeni Yaşam, 26 Şubat, 2020