Bağışlayın Egemen Bey

Yıldırım Türker’in, Ertuğrul Kürkçü’nün TBMM Genel Kurulu’nda Egemen Bağış’a verdiği cevap üzerine düşüncelerini paylaştığı köşe yazısını ilginize sunuyoruz.

Egemen Bağış, ‘orada ağırına gitmeyip de burada ağırına giden ne gibi uzlaşmazlıklar yaşıyor’ olabilir?

Egemen Bağış, bu dönemin ruhu, AKP’nin alametifarikası, özgüven patlamalı pişkin bir siyasetçi.

Bir zamanlar ‘Özal’ın veliahtı’ denilenlerin kumaşından. İyi eğitim görmüş, hırslı, gözüpek. Anadolu kaplancığı.

Helva demeyi de halva demeyi de biliyor anlayacağınız. Başka da bir şey bilmiyor zaten.

Kendisi tercüman. Başbakan’ın dünyaya açılan pencerelerinden biri. Bu da Başbakan’ın dünya algısı üstüne kaygı verici bir durum.

Egemen Bağış, bir zamanlar Amerika’daki Türk derneklerinin başkanıymış. Nasıl bir görev olduğunu tahmin edemesem de belirli günlerde Washington ve New York sokaklarını ellerindeki kırmızı bayraklarla şenlendiren karakterleri televizyon ekranından izlemişliğim var. Cuk oturuyor.

Amerikan rahatlığı, cehaletin dobralığı, saldırgan bir eziklik, öğrenciyse Türk genci Ahmet hışırlığı ve performans gayreti, yetişkinse aynı gayretin artık herkese gına getirmiş hali. Hırslı değil haris. İddialı değil habis. Ama her şeyin üstünde çiğ. Suratına yediği yumurtalar kadar çiğ.

Bir de karikatür netliği ve kabalığında.

İşte bu yüzden onu izlerken bu insanların nerede, hangi koşullar altında, hangi niyetle ve nasıl büyütülmüş olduklarını keşfedemeden bu memlekette bir an olsun rahat bir soluk almak mümkün değildir diyesi oluyorum.

Başbakan’ın şahsi tercümanlığından TC’nin resmi tercümanlığına terfi edeli afrasından tafrasından geçilmiyor. Bütün türdeşleri gibi sıkletini hiç mi hiç bilmiyor. Yerini ve konumunu henüz hazmedememiş ya, kusturucu bir espri ya da hırçın bir pençe hamlesiyle kimlerin karşısına çıkmıyor ki.

Kendisini yumurtaya bulayan gençleri, gömleğim leke oldu diye mahkemeye veren, asıl kimliği. Sonra davasından vazgeçen ise azarlanıp kurgulanmış kimliği.

Aslında beyefendiye hiçbir kimliği yakışmıyor. Çünkü her biri yakışıksız. İnandırıcılıktan uzak.

Sonradan fışkırıp suratına iyice şaşkın bir ifade katan ekili saçlarıyla, hali tavrı ve gaflarıyla, pişkinliği ve pişekârlığıyla hükümetin bu nezih başmüzakerecisi ile neyin müzakeresi doğru dürüst yapılabilir?

Aman bir de ne uyanık! O şarkıcıyı getirmek, bu şairi bayrakönü oturtmak; memleketin hayrına olduğunu sandığı bin bir katakulliyle Avrupalının karşısına dikilmek. Yutturamadıkça coşarak…

Kendisinin geçen gün Millet Meclisi’nde ortaya salıverdiği itiraf, kanımca her şeyi özetleyecektir.

Ertuğrul Kürkçü, Meclis’te yaptığı bir konuşmada Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgal edilmişliğinden dem vuruyor. Başmüzakereci tercüman bakanımız dayanamayıp kürsüye fırladığı gibi bu sözleri telin ediyor.

Kürkçü de çıkıp şöyle diyor;

Egemen Bağış, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Pakistan'a uluslararası yardım hakkında konuşuyor

“Bakanımızı üzdüğüm için üzgünüm ama sadece benim sözlerimden bu kadar üzülmese iyi olur; çünkü bu sözleri, bu kavramları karşı karşıya geldiği bütün uluslararası diplomatlarla, bütün uluslararası forumlarda dinliyor çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 550 sayılı kararı şöyle diyor: ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye tarafından işgal altında kalan kısmında yapılan karşılıklı büyükelçi atamaları ve anayasal referandum yapılması Kıbrıs’ın bölünmesi için yapılan ayrılıkçı hareketlerdir.’ Şimdi, ben bu kararı tekrar ediyorum. Ben, bu kararın hakikate bakanınkinden daha denk düştüğünü düşünüyorum. Kıbrıs halkının belli bir bölümü de böyle düşünüyor. Şimdi, burada gururlanarak konuşmak yerine, çoktandır yaptığımız tarih tartışmalarını hatırlamaya davet ediyorum herkesi. 1930’larda Dersim’de olanlar için kim bilir ne kadar gururlanıyordu o zamanın bakanları? Ama şimdi, bir Başbakan o zamanın bakanları adına özür diliyor. Gelecekte, Kıbrıs Harekâtı’nın ne anlama gelmiş olacağı Türkiye tarihi açısından, dünya tarihi açısından belki başka bir gözle değerlendirilecektir. O zaman, bu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına ve benim gibi düşünenlerin görüşlerine de müracaat etmek ihtiyacı olacaktır. O nedenle bu Meclis’in altında söylenmezse esas ayıptır düşünceler. Bu Meclis’ten başka bir yerde, başka yerlerde Bakanımız her gün Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Birliği kulislerinde ya da oturumlarında yüzüne karşı bunların söylendiğini dinlemektedir ama burada bir milletvekilinin ‘Böyledir’ demesinden gocunmaktadır.”

Ve işte Ertuğrul’un konuşmasının burasında, kahramanımız Bağış atılarak TBMM kayıtlarına şu sözlerle geçiyor: “Orada ağırıma gitmiyor, burada ağırıma gidiyor.”

İşte bu yazının konusu da kısaca buydu.

TC tarihi boyunca bütün tercümanlar, (Ece Ayhan’a göz kırparak) dragomanlar, haşmetliler, komisyoncular, orada pişkinlikle hazmedebildiklerini burada tükürüveriyorlar.

Burada sözleri üstüne söz, güçleri üstüne güç istemiyorlar. Güçleri bize yetiyor. Bizi kendileriyle ittifaka mecbur sanıyorlar.
Dolayısıyla Bağış, “o gâvurlar zaten öyle düşünüyor ama bir ‘Türk’ün öyle düşünmesi vatan hainliğidir” demeye getiriyor.

Orası onların da burası benim alanım. Kendi evimde böyle konuşulmasına izin vermem, demek istiyor. Hükümet olmayı, iktidar olmayı bu sanıyor. Amerika’daki diyasporacılığı başka, buradaki egemenliği başka.

Bu sıkıcı yazıyı birkaç soruyla bitirmek istiyorum:

Orada ağırına gitmeyip de burada ağırına giden başka ne gibi uzlaşmazlıklar yaşıyorsun? Sana yazık değil mi?

Sahi, sen gerçek misin?

Yıldırım Türker

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1072916&Yazar=YILDIRIM&Date=19.12.2011&CategoryID=97