Okyanus Ötesinden Gelen Üfürükle Kutsanan Cumhuriyet

Ertuğrul Kürkçü

Baykal’ın bir farsa dönüşen dramı, 50 yıl önce sıradan bir “zina” öyküsüyken bir kadının cesaretiyle çağdaş bir trajediye dönüşen benzer bir komployu anımsatıyor. Adnan Menderes’le yaşadığı kural ve yasa tanımayan aşkını mahkeme önünde “bu adamı sevmiştim” diyerek savunan primadonna Ayhan Aydan, siyasi rakiplerinden korunmak için okyanus ötesindeki bir vaizin üfürüğüne sığınan Deniz Baykal’ın yanında gerçek bir ahlak anıtı gibi parlıyor.

Deniz Baykal’ın CHP’nin başında kalarak savuşturamayacağı bir komployla karşı karşıya kaldığı muhakkak. İstifa etmezlik edemezdi CHP Genel Başkanı. Gerçek olduğundan kendisinin de şüphesi olmayan görüntüleri bir pelerin gibi arkasında sürükleyerek partisinin başında durmaya devam etmesi, aynı kütürel-ahlaki değerler zemininde iktidar kavgası verdiği siyasi karşıtları karşısında CHP’nin mücadeleye daima sırtı yerde başlaması demek olurdu.

Baykal’ın istifa retoriğini “vicdan”, “ahlak”, “haysiyet”, “şeref” gibi kavramlar bezese de, CHP Genel Başkanı’nın istifası tıpkı ona komplo kuran karşıtları gibi ahlak ve vicdanla değil, partisinin kolektif siyasi çıkarlarıyla dolaysız olarak bağlı. Baykal istifa ederek, partisinin bir iç harbe tutuşmadan mücadeleye kaldığı yerden devam etmesinin yolunu açmış, kendisi de CHP’nin gelecekteki mağlubiyetlerinin müsebbibi sayılmaktan ebediyen kurtulmuş oldu.

Deniz Baykal’ın dramı, Türkiye’ye ve güncel politik koşullara özgü özelliklerine karşın, bütün burjuva politikacıların -daha da geniş bir tarih aralığından bakarak söylersek- bütün kudret sahiplerinin bir gün başlarına gelmesinden kaçınamayacakları bir hal. Bu dramın mutlaka, bir “zina” öyküsü olarak gerçekleşmesi de şart değil, insana dair her şey, kudret sahipleri de insan olduklarına göre, bu dramın merkezine yerleşebilir: Meraklar, arzular, hevesler, tutkular, korkular, kıskançlıklar…

İnsani olan herşeyin kudret sahipleri için bir dram haline gelmek üzere bağrında beklediği çelişki şurada: Her toplumsal düzen kendini sürdürebilmek için, toplumun üyelerinin uymazlık edemeyecekleri; uymadıkları, benimsemedikleri takdirde toplum dışı sayılacakları bir dizi değeri, ilkeyi, akideyi, davranış kuralını her gün yeniden üretir, üyelerine öğretir, dayatır, yerleştirir. Bu değerlerin yerine yerleşmesi, bir alışkanlık, tersi düşünülemeyecek bir doğru davranış ilkesi haline gelmesi çok uzun ağır ve sancılı bir süreçtir. İnsanlar aslında bireyselliklerinin bütün potansiyellerini dışa vurmalarını kısıtlayan, doğal yönelişlerini iğdiş eden; eşitsizliklerle bölünmüş bir toplumun bireylerinin hepsini birbirine benzeterek herkesi bir hizaya sokan bu normlara kolayca boyun eğmez. Değerler dediğiniz şeylerin gerisinde bunların gücüne meydan okuyuşlarını hayatlarıyla ödemiş olan milyonlarca insanın kişisel trajedisi yatar. Değerler, bu kanlı trajediden almaları gereken ibret dersini almış görünen milyonlarca başka insanın boyun eğişleri üzerinde yükselir; kudret sahipleri de, devlet ve din eliyle aşağıdan ve yukarıdan her türlü şiddetle desteklenerek topluma dayatılan bu değerlerin taşıyıcısı rolünde görünür.

Deniz Baykal’ın başrollerinden birinde göründüğü dram işte bireyin bu insani tutkularının peşinden gitme hakkıyla, topluma benimsetilmiş hâkim değerlerin taşıyıcısı olma rolü arasındaki çelişkide yatıyordu. Bu çelişki kim olursanız olun sonsuza kadar sürdürülemez, ya da kudret sahipleri yasak bireysel tutkularının peşine düştüklerini, zorbalık ya da dışlamayla toplumsal değerlere uymaları için boyun eğdirdikleri öteki bireylerden sonsuza kadar saklayamazlar. İlk tanık, ilk fısıltıyla birlikte bireysel olarak meşru ve doğal olan her ilişki devlet adamının dünyasında bir dramın mizansenine dönüşür. Deniz Baykal’ınki ne ilk ne son…

Gene de Deniz Baykal’a karşı kurulan komployu ortaya çıkartmak AKP hükümetinin boynunun borcu. Ya bunu yapacak, ya da başka hiçbir kanıta gerek kalmaksızın komployu AKP’nin kurduğuna ilişkin imaların gerçek olduğunu kabul edeceğiz. Hükümet olmak hukuken bütün yurttaşları en önce de siyasi karşıtlarını komplodan korumakla görevli olmak demektir.

Baykal’ın başına gelenler, “veda hutbesi”ni okuyuncaya kadar bütün öğeleriyle birlikte bir dram ağırlığındaydı gerçekten. Ne var ki, Önder Sav’ın “Sarıgül bacağından vurduracaktı” laflarıyla başlayan alaturkalık, Baykal’ın “veda hutbesi”yle birlikte bu dramı bir çeşit farsa dönüştürdü. Siyasi karşıtlarının komplosunu boşa çıkarmak, sözümona “cumhuriyetimiz”e karşı girişilmiş bir komploya karşı savaşmak için her türlü ikbalden vazgeçerek başka bir mevziye çekildiğine, tarihsel bir ibret dersi verdiğine inanmamızı isteyen Baykal’ın lafın ötesine geçen tek eylemi daha koltuğu soğumadan soluğu Pensylvannia’daki bir “ranch”te alması oldu.

Meğerse, partisinin, kendisinin, “Ergenekoncu” müttefiklerinin son 10 yıldır Türkiye’nin başına gelen bütün melanetin müsebbibi gösterdikleri, “laiklik karşısındaki en büyük tehdit”, “cumhuriyetimizin en sinsi düşmanı” olarak niteledikleri, kısaca “F Tipi” diye kodladıkları Fettullah Gülen ve onun cemaati, Baykal’ın hayatının bu en güç anında şefkat umacağı asıl sığınakmış.

Sosyalist Enternasyonal üyesi, “laikliğin biricik savunucusu”, siyasi İslamcı “AKP’nin en azimli karşıtı”, “halkçı” CHP’nin komplo ile saf dışı edilen başkanının partisine vasiyetini şöyle de tercüme edebilir miyiz: “Tayyip Erdoğan’ın statüko ile ittifakına karşılık, biz de artık Gülen cemaatiyle ittifak edebiliriz. Hepimize helal olsun!”

Deniz Baykal’ın başına gelenlerin, rakiplerinin komploları kadar kendisinin siyaseti okuma konusundaki aymazlığının da eseri olduğunu başka hiç bir şey bu “veda hutbesi” kadar açıkça ele veremezdi. Deniz Bey’den geriye bir tek feraset kırıntısı bile kalamayacakmış demek ki.

Deniz Baykal’ın bir farsa dönüşen dramı, bundan 50 yıl önce alelade bir zina öyküsü olarak ortada dolaştırılırken, bir kadının bütün bir millet önünde tek başına meydan okumasıyla bir çağdaş trajediye dönüşüveren benzer bir siyasi-hukuki komployu anımsatıyor ister istemez.

Askeri diktatörlük altında her gün siyaseten ve hukuken aşağılanarak yargılanan eski sevgilisi devrik başbakan Adnan Menderes’le onun kudretli günlerinde yaşadığı hiçbir kural ve yasaya sığmayan aşkını darbe mahkemesinde, yüzlerce erkeğin ortasında “bu adamı sevmiştim hakim bey” diyerek savunan primadonna Ayhan Aydan, bugün kendisini siyasi rakiplerine karşı savunmak için okyanus ötesindeki bir vaizin üfürüğüne sığınan Deniz Baykal’ın yanında gerçek bir ahlak anıtı gibi daha da çok parlıyor.

İyi ki kadınlar var!

10.05.2010
http://bianet.org/bianet/bianet/121889-okyanus-otesinden-gelen-ufurukle-kutsanan-cumhuriyet