“Çözüm” İçin Ciddiye Almaya Değer Bir İmkan

Ertuğrul Kürkçü

Abartılı değerlendirmelerden uzak kalmak gerek. Ama önemli bir fırsat penceresi açılırken el ele vererek demokrasi mücadelesinin önüne geçmek, demokrasiyi emeğin kurtuluşunun bir uğrağı olarak gören Türk ve Kürt sosyalistlerinin hem görevleri hem hakları…

Hükümetin “açılımı” inandırıcı mı, samimi mi? Bugüne kadar sütten ağzı yanmış olan herkes bu soruyu soruyor. Geçmiş deneyime bakınca hak vermemek elde değil!  Ancak, İçişleri Bakanı’nın açıklamaları hükümetin konuyu, isterse samimiyetle olmasın, ciddiyetle ele aldığını düşündürüyor.

“Açılım”ın toplumsal tartışmayı, çok taraflı katılımı teşvik eder görünmesi, DTP’nin sürece içerilmesi eğiliminin, örtük olarak da olsa dile getirilmesi önemli.

Samimiyet testi

“Yandaşlar”ın kopardığı vaveylaya karşın, “açılım”ı “çözüm”ün kendisi olarak görme bönlüğüne düşmekten kaçınmak gerek. Şimdi içinden geçmekte olduğumuz dönemi “sorun”un anlaşılmaya başlaması ve tartışılması, çözüm olanaklarının irdelenmesi için elverişli koşulların yaratılacağı bir süreç olarak görmeli.

Bu süreçte hükümetin “samimiyeti” de test edilecek. Yalnızca sorunun tartışılabilmesi ve buna bütün toplumsal tarafların katılabilmesi için bile ifade ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan bir dizi yasada değişiklik yapılması, sorunun tanımlanmasını ceza yasası sınırları içine sokarak “bölücülük”, “terör propagandası” gibi suçlamalara imkan veren TCK 301 ve TCK 3713’ün ilgili maddelerinin ortadan kaldırılması gerekecek.

Üstelik bu yalnızca hükümetin değil, medyanın ve üniversitenin de egemen yaklaşımlarından geri çekilmelerini, çoğulcu ve özgürlükçü bir düşünce iklimini besleyecek tedbirleri almalarını ve tartışmayı özendirmelerini gerektiriyor.

Bunlar hiç kolay değil. Son otuz yıldır, bütün bu alanlar üzerinde bırakın çalışmayı, düşünmeyi bile kriminolojinin alanında karşılayan rejim, bir dizi sofistike çalışmayı, kurumlaşmayı ve uygulamayı düzenleyecek, yerine getirecek şekilde eğitilmiş olması gereken binlerce kadroyu nereden bulacak, onların varolan mevzuat içinde cezalandırılma korkusu olmaksızın iş görmelerini nasıl sağlayacak? İçinden geçmekte olduğumuz süreç öncelikle bu sorulara yanıt bulmayı gerektiriyor.

İçişleri Bakanı’nın açıklaması, üslubu ve yordamı açısından bakıldığında bu “ince uzun yol”un farkında olunduğunu gösteriyor. Ciddiye almaya değer bir tutum farkıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünmek için nedenimiz olmadığını söyleyemeyiz.

TSK “açılım”ın neresinde?

“Açılım” TSK tarafından destekleniyor mu sorusunun yanıtını, her şey kapalı kapılar ardında müzakere edildiği için, su berraklığında göremiyor olabiliriz,  ancak uzunca bir süredir TSK ve hükümetin Kürt Sorunu’nun çekilip çevrilmesinde özellikle askeri alanda ve güvenlik bağlamında fikir ve eylem birliği içinde olduklarını biliyoruz.

Özellikle PKK’nin askeri varlığının ve faaliyetinin sınırlanması ve belli bir vadede yok edilmesi hedefiyle ABD, Irak, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Türkiye arasında kurulan istihbarat paylaşım mekanizmasının oluşumu ve sürdürülmesinde hükümet ve TSK tam bir işbirliği içinde görünüyor.

Mart 2009 yerel seçimlerinde TSK’nin bölgede AKP’nin destekçisi olduğu da bilinen bir gerçek. Arada bir dizi yaklaşım ve yorum farkı olsa da TSK ile AKP arasında “açılım ve çözüm” bağlamında da derin bir çatlak olacağını gösteren hiçbir işaret yok. Yaklaşımın yordamı ve alanı konusunda MİT’in neredeyse iki yıldan beri çalışmakta olduğu çoktan medyaya yansıyan haberler arasında. Genelkurmay’ın bu gidişatla ilgili hiçbir olumsuz beyanda bulunmayışı da, kayda değer bir görüş ayrılığının olmadığına bir işaret sayılabilir.

Özgürlük-güvenlik ikilemi

Ancak AKP ile TSK arasındaki bu yakınlaşma özgürlüğe değil güvenliğe endeksli. Bu çerçevede TSK’nin “üniter devlet” baki kalmak kaydıyla “güvenliği” garanti edeceğini öngördüğü düzenlemelere kategorik bir biçimde karşı koymayacağını öngörebiliriz. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un önceki aylarda hükümeti politika üretmeye çağıran beyanları ışığında değerlendirildiğinde TSK’nin, bu açılımdan haberdar olduğunu ve muhalefet etmediğini çıkarsayabiliriz.

TSK liderliğinin Kürt sorununda Güney Kürdistan’ı da kapsayacak şekilde “sınıf esası”na -yani Kürdistan’ın egemen güçleriyle Türkiye’nin egemen güçlerinin ortaklığına- dayanan bir “çözüm” için zihin egzersizlerine başladığını düşündürten pek çok işaret var: İlker Başbuğ’un Diyarbakır’a yaptığı ziyaretlerde işveren örgütleriyle yüz yüze temasları, Kuzey Irak’ta artan sermaye yatırımları, yerel Kürt liderlerin Ankara ile artan temasları ve siyasal yakınlaşma arayışları bu “çözüm”ün toplumsal bağlamı konusunda bir fikir verebilir.

Muhalefetin konumu

CHP Genel Saymanı Mustafa Özyürek’in İçişleri Bakanı Atalay’ın açıklamalarını “Kürt sorunu önemli bir sorun, bunun çözülmesini herkes istiyor. Biz de istiyoruz. Ama nasıl çözeceğiz?Hangi somut adımları atacağız? Hangi amaçlara ulaşacağız? Silahları nasıl susturacağız? Akan kanı nasıl durduracağız? Bu noktalarda Sayın Bakan’ın açıklama yapmasını bekliyorduk” diyerek karşılaması, Cumhuriyetçi seçkinlerin de çözümün bir parçası olmaya kategorik olarak karşı çıkmayı seçmediklerini göstermesi bakımından olumlu. CHP’nin MHP den uzaklaşmaya başladığının da bir göstergesi.

MHP lideri Bahçeli ise açılan yeni dönemde faşist reaksiyonerliğin telif hakkını elinde tutmaya kararlı gözüküyor. ”Terörle mücadele iradesi olmayan Başbakan, bölücü taleplerin taşeronluğunu yaparak teröre teslim olma hazırlığındadır. ‘Demokratik açılım’ ambalajı içinde pazarlanmaya çalışılan ayrıştırma ve bölünme projesi bu teslimiyet sürecinin yeni bir aşamasıdır” yaklaşımının hiç değilse bugün için azınlıkta kalmış olmasını, Türkiye’yi saran muhafazakârlık iklimi içinde bir tür kazanç saymak mümkün.

Çözüm ekseni?

Hükümetin çözüm önerilerini kendi başına değil, çok taraflı müzakereler sonrasında bir toplumsal koalisyon ile birlikte oluşturacağını öngörebiliriz. Tartışma sürecini bu açıdan “besleyecek” ve “manipüle edecek” olduğu da kesin. Ancak Beşir Atalay’ın “mesele demokratik hakların genişlemesi ve herkesin eşit ve hür hissetmesi ile çözülür” şeklindeki açıklaması, olası “paket”in başlıca eksenleri konusunda bir fikir veriyor: Sürecin, sonunda bir yeni Anayasayı zorunlu kılacak; birbirini izleyen idari ve hukuki yasa değişikliklerini kapsayan bir “paketler” toplamından oluşacağını varsayabiliriz. Yani kısa vadede yasa ve hükümet politikaları değişiklikleri, uzun vadede -2011 seçimlerinden sonra- bir Anayasa değişikliği gündemde olacak.

Hükümetin “paketler”inin 2011 seçimlerinde yüzde 50’yi garanti edeceğini varsaydığı bir dizi etkinlikten oluşması beklenmeli. Bunlar arasında ilk elde yakıcı bir gereklilik olarak kendisini dayatanlar şunlar: Gizli açık görüşmelerde karşılıklı rıza oluşturarak bölgede askeri operasyonların ve çatışmaların son bulmasını sağlayacak bir diplomasi ile asker ve gerilla ölümlerinin gündelik hayatın dışına çıkarılması; Güneydoğu’da sağlanacak çatışmazsızlık halini besleyecek politik ve idari önlemler; bölgeye geri dönüşü özendirecek ekonomik ve idari tedbirler; bölgede kamu yatırımlarının artırılması; Irak ve Suriye ile sınır ticaretinin önündeki engellerin kaldırılması,  2011 seçimleri öncesinde genel af, ya da aynı sonucu verecek infaz düzenlemeleri, Öcalan’ın halkla ve örgütüyle temasının artmasını sağlayacak düzenlemeler; yerel yönetimlerde Kürtçe’nin yaygın kullanımını serbestleştirecek düzenlemeler…

Sosyalistlerin rolü

Sürecin bundan öncesinin çok büyük ölçüde hükümetin kapalı kapılar ardında sürdürdüğü etkinliklerden oluşması dolayısıyla, toplumsal/demokratik muhalefetin elle tutulur bir etkinliği olamazdı.

Ancak bundan sonrasında sosyalistlere ve demokratik muhalefete çok büyük bir sorumuluk düşüyor. Abartılı değerlendirmelerden ne kadar kaçınmak istesek de önemli bir fırsat penceresinin açılmakta olduğu bir gerçek.  Demokrasiyi kendi içinde bir son, bir amaç değil; emeğin kurtuluşunun bir uğrağı olarak gördüklerine göre, Türk ve Kürt sosyalistlerinin el ele vererek şimdi bütün ezilenlerin haklarını savunmak ve ifade alanını genişletmek üzere demokrasi mücadelesinin önüne geçmeleri hem görevleri hem hakları…

Hükümet ve sermaye sahipleri, şimdi uluslararası konjonktürün de bir açılımı elverişli kıldığı koşullarda edinmiş göründükleri girişkenlikten her an geri adım atabilir, güvenlikle sınırlı yaklaşımlarını güvenlik riski algılarındaki küçük değişikler sonucunda geri döndürebilirler. Emekçi örgütleri ve sosyalist hareketlerin başlıca görevi hükümetin geri dönüş yollarını kapatmak, ve halkın bir çözüm seçeneği çevresinde toplanması için, bu açılımı kesintisiz genişletmek için baskıyı çoğaltmak.

31.07.2009
http://bianet.org/bianet/bianet/116189-cozum-icin-ciddiye-almaya-deger-bir-imkan