“Adaleti herkes için savunuyoruz”

Konuşmanın tüm metni aşağıda yer almaktadır.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Kürkcü. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; her şeyden önce bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. Bu günde, hakları ellerinden alınan, insan hakları ihlal edilen mağdurlarla dünyanın her yerinde dayanışma içinde olduğumuzu belirtmek isterim. Tıpkı bunun gibi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin girişinin üçüncü paragrafında bütün insanlığa tanınmış olan zulme karşı isyan hakkını dünyanın dört bir tarafında beş kıtada kullanarak kendi kurtuluşları ve özgürlükleri için mücadele eden halkların da yanında olduğumuzun bilinmesini isterim.

Sevgili arkadaşlar, bugün Dünya İnsan Hakları Günü’ne girerken ne yazık ki Türkiye’deki tablo, her ne kadar Hükûmetimiz, bu Anayasa oylamasından ve seçimlerden sonra Türkiye’nin demokrasi alanının genişlediğini söylemeye devam etse de, işkence yasağı ihlallerinin sürdüğü, işkence yasağını ihlal edenlerin cezasızlığının sürdüğü, özel yetkili mahkemelerinin adil yargılanma hakkını sürekli olarak ve sistematik olarak ihlal ettiği, keyfî ve uzun tutuklamalarla düşünenlerin, mücadele edenlerin, siyaset yapanların haklarının baltalandığı bir yıl oldu.

Bu yıl içerisinde cezaevlerinde toplam 384 ceza ve infaz kurumunda 124.074 tutuklu ve hükümlü var. Bu rakam tek başına hiçbir anlam ifade etmeyebilir eğer bir kıyaslama yapmazsak. 2001’de Türkiye’de 55.209 tutuklu ve hükümlü vardı, on yılda Türkiye’nin nüfusu sadece yüzde 4,2 artarken cezaevi nüfusu yüzde 250 arttı yani Adalet Bakanlığı çalıştıkça suçlu üreten bir Bakanlık hâlindedir. Adalet Bakanlığının bütçesinin artışı kadardır Türkiye’deki tutuklu ve hükümlü sayısındaki artış. 2001’deki Adalet Bakanlığı bütçesine nazaran 2012’de teklif edilen bütçe 2,5 kat artış göstermektedir. Demek ki Adalet Bakanlığı bütçesini reddetmek gerekmektedir ki tutuklu ve hükümlü sayısındaki artış dursun. Bir ülkede hem demokratik haklar ve özgürlükler gelişmeye devam edecek hem de tutuklu ve hükümlü sayısı on yılda 2,5 kat artacak, nüfus artışına oranla tamamen orantısız bir artışla karşılaşacağız; bu ülkede demokrasi ve özgürlüklerin geliştiğini söylemek sadece eğer kanan birisi bulunursa kandırma olacaktır.

Bu tutuklu ve hükümlülerden 6.850’si terör tutuklu ve hükümlüsü olarak tasnif edilmiştir. Bunlardan sadece 3.558’si KCK davası gerekçe gösterilerek tutuklanmıştır, 15’i belediye başkanı olan 442 seçilmiş il genel meclisi üyesi, belediye meclisi üyesi, muhtarlar ve diğer seçilmişlerle birlikte bu 3.552 kişinin yanında gazeteci ve yazar tutukluların sayısı 70, 500’ü aşkın öğrenci de hapistedir.

11 Eylül 2001’den bu yana tüm dünyada, Associated Press ajansının yaptığı araştırmaya göre -ki bunu yetkili hükûmetlerle görüşerek, yazışarak elde etmiştir- 35.117 kişi terörden suçlanmıştır ve hüküm giymiştir. Bunların 12.089’u Türkiye’dedir. Türkiye’de 2005’te 273, 2009’da 6.345, 2011’de ise 6.850 kişi terörden tutuklu ve hükümlüdür.

Şimdi, gözümüzün önüne getirelim, bu Adalet Bakanlığının çalışmaları sonucu yargıçların durmaksızın insanları siyasi kanaatlerinden ötürü tutukladığı, cezaevlerinin kapasitesinin de buna yetmediği bir bakanlığın bütçesinin 2,5 kat artırılmasının Türkiye’nin gelişmesi bakımından nasıl bir önemi olduğunu hepinizin sorgulamasını istiyorum.

Adalet Bakanlığı ya da Türkiye adaleti esasen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eliyle bu fiilleri işlemektedir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu aslında bu Kurul üyelerinin, bu Kurul seçimlerine katılanların açıkça itiraf ettikleri gibi, Adalet Bakanlığı bürokrasisinin gösterdiği listeyle oluşmuştur. Özellikle özel yetkili mahkemelere yapılan tayinler, kritik denilen davalara yapılan tayinler doğrudan doğruya Hükûmetin kontrolündedir.

Aslında bu tutuklamaların Hükûmetin doğrudan işe karışmasıyla yapıldığına Başbakan hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık beyanlarıyla katkıda bulunmaktadır. Şöyle demiştir Kurban Bayramı’nda: “Son KCK operasyonlarının durmasını kimse bizden beklemesin.” Yani demek ki KCK operasyonlarına doğrudan doğruya Başbakan nezaret etmektedir. “Biz” derken Hükûmetini kastetmektedir. Yani tutuklama gibi, operasyon gibi doğrudan doğruya savcılıkların yetkisinde olan bir yetkiyi Başbakan kullandığını, kullandıklarını ve kullanmaya devam edeceklerini açıkça söylemektedir. Ve aynı Başbakan bunları eleştirenlere şunu demektedir: “Yaptığınız açıklamalar teröre destektir. Devletin içinde paralel bir devlet anlayışına müsaade edemeyiz.” Bana sorarsanız sevgili arkadaşlar, evet, Türkiye’nin 2007 4 Mayısından beri bir paralel devleti vardır. Bu paralel devlet doğrudan doğruya Adalet ve Kalkınma Partisi ile askerî vesayetin temsilcileri arasında kurulmuştur. Yaşar Büyükanıt ile Tayyip Erdoğan arasında Dolmabahçe’de kurulan anlaşma, mutabakat, paktla Türkiye’de bir paralel devlet kurulmuştur. Eski devletin bütün anahtarlarını Tayyip Erdoğan’a Yaşar Büyükanıt devretmiştir. O günden beri Türkiye’de bir paralel devlet inşa edilmektedir. Türkiye’de geçmişte askerî vesayetten yakınırken, askerin bütün yapı üzerindeki hâkimiyetinden yakınılırken, şimdi polis, yargıç, Hükûmet arasında kurulan, askerin bunun tamamlayıcı bir parçası olduğu, bütünüyle Meclis dışı bir yeni yönetim kurulmuştur.

Bakınız şu Meclise; Hükûmet, bu Meclise açıldığı günden beri gelmemektedir. Başbakan, bir tek gün bu Meclise ayak basmamıştır. Meclis ile Hükûmet, Meclis ile yürütme arasında hiçbir ilişki kalmamıştır. Adalet ve Kalkınma Partisinin il başkanları, cemaat örgütleri, iş çevreleri bunlar arasında kurulan ittifaklarla bu devlet yürütülmektedir. Bu devletin Meclisten kaçırıldığı yepyeni paralel bir devlet ile yönetilmekteyiz; bunun aksini ispat edemezsiniz. Aksini ispat edecek olan, bize, şu tutuklamalarla ilgili Başbakanın beyanlarının yalan olduğunu söylemelidir.

Ne zamandan beri yargı işleri başbakanlar tarafından yürütülmektedir? Ne zamandan beri insanlar başbakan emirleriyle tutuklanmaktadır? Ne zamandan beri öğrenciler, gençler, kadınlar başbakanı protesto ettikleri için onun emirleriyle sürülmektedir?

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Hâkim, savcı ne iş yapar bu ülkede?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Buyurun.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Hâkim, savcı ne iş yapar bu ülkede?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Evet, hâkimleri ve savcıları Hükûmetiniz tayin ettiği nispette siz de suça ortaksınız, yargıçlar da suça ortak. Hepiniz aynı kaptasınız!

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) – Hadi ordan!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Hepiniz aynı kaptasınız!

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Siz hangi kaptasınız?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Biz ordayız.

BAŞKAN – Sayın Kürkçü, lütfen.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bugün Türkiye’de, özellikle özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, yargının tesis edildiği, adaletin tesis edildiği yerler olmaktan çıkartılmıştır. Bu mahkemeler, şimdiye kadar düzenledikleri iddianameler ve verdikleri kararlarla, Türkiye’de eğer vardıysa bir gün adalet, bu adaletin yüz karası olmuşlardır.

Daha dün, Hopa davası, Hopa’daki olayları protesto ettikleri için olmayacak iddialarla hapse tıkılmış, aylarca hapis yatırılmış olan gençler, artık tutunulacak dal bulunmadığı için bir anda serbest bırakıldılar.

Bundan birkaç ay önce İstanbul’da “Devrimci Karargâh operasyonu.” denilerek Hanefi Avcı’yı hapse atmak üzere düzenlenmiş tezgâhın yanı sıra hapse konulmuş sosyalistler, yapılacak başka iş bulunamadığı için serbest bırakıldılar. Bu örnekler sürüyor.

Bugün Türkiye’de aslında yargının alanı mahkemeler olmaktan çıkmıştır. Yargı, medyada başlamakta ve medyada bitmektedir, savunma da sokakta yapılmaktadır. Şimdi bu yeni düzen… Eğer Hükûmet bu ısrarını sürdürecek olursa sokaktaki mücadeleyle, halkın mücadelesiyle layık olduğu yere gömülecektir.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Sandıktaki gibi mi?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Layık olduğunuz yere gömeceğiz arkadaşlar, hiç merak etmeyin.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) – Hadi oradan, kendi işine bak sen.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Evet, şimdi sevgili arkadaşlar…

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Üç seçimdir gömüldünüz, üç seçimdir…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Üç seçimdir yükselerek geliyoruz, geleceğiz.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) – Nereye geleceksiniz?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Sizin yüzde 10 barajlarınızı yıkarak geldik, gelmeye devam edeceğiz.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) – Çok beklersin.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Adalet değil mi? Yüzde 10 barajıyla adalet kuruyorsunuz. Bravo! Bravo!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu Adalet Bakanlığı bütçesinin desteklenmesi demek, kanun hükmünde kararnamelerle yönetilen bir ülkede…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Yeni bir şey söyle.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – …Savcılar ve Hâkimler Yüksek Kurulunun Hükûmet tarafından tayin edilmiş üyeleriyle, bunlar tarafından tayin edilmiş özel yetkili ağır ceza mahkemeleri reis ve savcıları ile bir adaletsizlik okyanusu içerisine sokulmamız demektir.

Buna karşı Partimiz mücadele edecektir, buna karşı insanlar mücadele edecektir. Hiç kimse, hiçbir yerde “Kanunsuz bir suç ve ceza olmaz.” ilkesi çiğnenerek hapse atılamayacaktır, atılmaması gerekir. Eğer adalet olacaksa bütün bunların gerçekleştiğini görmemiz gerekir.

Sevgili arkadaşlar, gerçekte ne kadar reform yaparsanız yapın, ne kadar düzenleme yaparsanız yapın, suç ve ceza yalnız ve ancak özel mülkiyetin olmadığı yerde ortadan kalkar. İnsanlar başkalarının mülküne, başkalarının çalışmasına, başkalarının alın terine el koymaya yasal olarak haklı oldukları sürece, buna haklı görüldükleri sürece, asla ve asla ne adalet ne gerçekten suç ve cezanın ortadan kalkması söz konusu olabilir.

Bugün Türkiye’de cezaevlerine yatanlara bakınız. Bunların yüzde 99,9’unun yoksul insanlar olduğunu göreceksiniz. Bu yoksul insanlar ya hakları için ayağa kalktıkları ya da hakları için ayağa kalkmasını bilmedikleri için bugün cezaevlerindedirler ve onları cezaevinde tutmak için gene yoksullar istihdam edilmektedir. Adalet piramidinin en altında binlerce cezaevi görevlisi son derece düşük ücretlerle 4/C faslından istihdam ile açlık ve yoksullukla yoksulları hapsetmek için mecbur kılınmaktadırlar.

Bu ceza düzeni, bu adalet düzeni bir reformla düzelemez ama adaletin, yargının, yasallığın evrensel kurallarının da Türkiye için geçerli olabileceği bir dönem gelecektir. Bu dönem Adalet ve Kalkınma Partisi dönemi olmayacaktır. Bu dönemin ufkunda daha çok adalet yoktur, bu dönemin ufkunda daha çok adaletsizlik, daha çok baskı vardır çünkü bütün dünyayı saran büyük kriz, kapitalizmin büyük krizi eninde sonunda Türkiye’nin kapısını çalacaktır. Bu krizin kapıyı çalacağını bütün iktisatçılar, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktisatçıları da söylemektedir. Bu kriz Türkiye’nin kapısını çaldığından devletin ve Hükûmetin, çalışanların direnişlerini, başkaldırılarını, itirazlarını bastırmak için daha çok hapishaneye, daha çok polise, daha çok güvenlik görevlisine ihtiyacı olacaktır. Ama dünyanın her tarafında gördüğünüz gibi, dünyanın her tarafında göreceğimiz gibi hiçbir baskı, hiçbir zor yoksulluğun çaresi değildir. Yoksulluğun çaresi gelirin adil bölüşümü, gelirin adaletli bölüşümü, yoksulların kayırılması, yoksulları kayıran iktisat politikaları, kadınları ve çocukları kayıran iktisat politikalarıyla mümkün olabilir. O nedenle, bu politikaların olmadığı yerde istediğiniz adalet reformunu yapın sadece ve sadece daha çok suç, daha çok ceza, daha çok özel yetkili mahkeme, daha çok bastırma mekanizması kurarsınız.

O nedenle ben, heyetinizin, Meclisimizin bu Adalet Bakanlığı bütçesini reddetmesini, bu adalet anlayışını reddetmesini, Hükûmetin, Başbakanın doğrudan doğruya elinin girdiği bütün bu özel yetkili davalar, mahkemeler, yargılamalar sürecinin son bulması için Meclisimizin harekete geçmesini sizlerden talep ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlar, size de söylüyorum, yerinizden çok bağırıyorsunuz ama: Adalet size de lazım olabilir, olacaktır; çok oldu, bunu biliyorsunuz. Sizin partiniz kapatılmaya kalkışıldığı zaman yanınızda bizleri gördünüz, başkalarını değil.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ne yaptınız?

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Kimseye bardak atmadık, kimseye kızmadık.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Yanınızda şimdi el sıkıştıklarınızı görmediniz.

YUSUF BAŞER (Yozgat) – Geç onları, geç!

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Ne yaptınız o zaman?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Yanınızda onları görmediniz. Ama biz adaleti karşılıksız savunuyoruz. Kendine Müslüman değiliz sizin gibi.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Kapatma davasında ne yaptınız?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Biz kendine Müslüman değiliz. Biz, bütün yoksulların hakkı için, bütün ezilenlerin hakkı için mücadele etmeye devam edeceğiz bu ezilenlerin arasında siz de olsanız. Adalet size de lazım olacak.