TRT ve OHAL, Demirtaş’ın, cezaevinden propaganda yürütmesine olanak verecek mi?

Ertuğrul Kürkçü, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Gününde HDP’nin “Basına yönelik baskı ve sansür” konulu araştırma önergesinin gerekçesini açıklamak üzere TBMM Genel Kurulu’nda konuştu. İzmir Milletvekili, Türkiye’nin bir “gazeteci hapisanesi” olarak dünya çapındaki edindiği kötü ünle kalmayarak, halkın haber alma hakkını ortadan kaldırmasını ve TRT’nin  HDP’ye uyguladığı ayrımcılığı sergiledi. 

HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Bugün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Bugünü cezaevinde geçirmek zorunda kalan Türkiye’deki ve dünyadaki meslektaşlarımıza ve basın camiasına direnme gücü ve hakikati halka ulaştırmak için gazetecilik mesleğini uygularken hayatlarını kaybetmiş olan gazeteci meslektaşlarımıza da rahmet, geride kalanlara sabır diliyorum.

Bu önergenin Meclisimiz tarafından, daha doğrusu, Meclisin çoğunluğu tarafından kabul edilmeyeceğini adım gibi biliyorum ama gene de bu tartışmanın hiç değilse bu şekliyle yapılmış olmasının bir yararı var çünkü basın özgürlüğü meselesi bütün taraflarıyla birlikte Türkiye’nin uluslararası medeni milletler ailesi içindeki yerini sürekli olarak geriye doğru iten devasa bir mesele.

Sadece mesleğini yaparken hapsedilmiş gazeteciler açısından değil, sadece gazetelerini, radyolarını, televizyonlarını, olağanüstü hâl uygulamasıyla kaybetmiş ve gazeteleri, radyoları, televizyonları kapatılmış olduğu için işsiz kalmış gazeteciler açısından değil, aynı zamanda haber alma hakkını bu nedenlerle gerçekleştiremeyen 80 milyon Türkiye halkları için de bu son derece devasa bir mesele; bunun şakası yok.

Türkiye, her yıl bir adım, iki adım, üç adım, on adım geriye doğru giderek uluslararası basın özgürlüğü skalası içerisinde 157’nci sıraya geriledi 190 ülke arasında. Bu, olacak iş mi? Bunu söylediğimiz zaman Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüleri diyorlar ki: “O listeleri yapan, o derecelendirmeleri yapan kuruluşların hepsi batıldır, hepsi Hükûmetimize düşmandır, İslam’ın düşmanı oldukları için ve biz de İslam’ın savunucusu olduğumuz için bizi kötü gösteriyorlar.” Ama listeye bakıyorum, Türkiye’nin önünde pek çok, üstelik de rejimleri İslami olan ülke var. Örneğin, Tunus 97’nci sırada, Lübnan 100’üncü sırada, Kuveyt 105’inci sırada, Afganistan -hani beğenmiyorsunuz ya- 118’inci sırada, Endonezya 124’üncü sırada, Umman 127’nci sırada, Katar 125’inci sırada, Birleşik Arap Emirlikleri 128’inci sırada. Şimdi, demek ki bu mesele, “bizi sevmeyen Batı” ile “biz Müslümanlar” arasındaki bir mesele değil; bu, tiranlık, despotluk, diktatörlük ile demokrasi arasındaki bir mesele. Çünkü eğer basın özgür değilse hiç kimse özgür değil, basın özgür değilse partiler özgür değil, basın özgür değilse toplum özgür değil. Bu, sizin özgürlüğünüzün derecesi, Türkiye’ye tanımış olduğunuz yaşama biçiminin eleştirisi. O yüzden bu sonuçları Meclis araştırmak zorundadır.

Şimdi, olağanüstü hâl altında bir Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimine gideceğiz. Kim bize temin edebilir bu seçim altında basının tek yanlı propaganda yapmayacağını? Kamu medyası, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, geçtiğimiz referandum döneminde, ondan önceki 2015 Haziran ve Kasım seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanına tanıdığı sürenin binde 1’ini partimizin sözcülerine tanımadı [-partimizin eş genel başkanı-] Selahattin Demirtaş’a tanımadı. Şimdi Selahattin Demirtaş hapishanede: Soruyorum, bu büyük demokrasi sınavından nasıl geçeceksiniz? Hem aday hapishanede hem de eşit şartlarla propaganda yapacak. Yapabilecek mi, TRT buna imkân verebilecek mi? Üstelik, vergilerimizle yani bu nüfusun -partimize oy verenlerin sayısını 3’le çarpsanız bir aileyi bulmak için- 18 milyon insanın vergisiyle kendi genel başkanınızın propagandasını bize dayatmak üzere bir olağanüstü hâl rejimi, bir kamu medyası rejimi yönetecek misiniz. Böylelikle Türkiye’yi “demokratik bir ülke” iddianıza örnek gösterebilecek misiniz? Türkiye dünyanın her tarafında bir gazeteci mezarlığı, bir gazeteci hapishanesi, bir gazeteci cehennemi olarak bilinirken Meclis bunu seyredecek mi?

Tekrar ve tekrar söylüyorum, gazeteciler özgür değilse kimse özgür değildir, basın özgür değilse siyasetin teminatı yoktur ve bu “dördüncü kuvvet” olmaktan artık çıkmış olan medyanın karşısına bir beşinci kuvveti, halkın medyasını dikmenin zamanı gelmiş de geçmektedir.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.