AKP, Kapitalizmin Katarına Altından Zincirlerle Bağlanmıştır.

Ertuğrul Kürkçü’nün Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ve Suriye’li sığınmacılar ile ilgili araştırma önergesi üzerine TBMM genel kurulunda yaptığı konuşma.

sosyal yardımSayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu önerge elbette, mutlaka araştırılması gereken büyük toplumsal sorunla ilgili; iki bakımdan, hatta üç bakımdan.

Birincisi, yoksulluğun kendisi ve Hükûmetin bu yoksullukla karşı karşıya gelme, bunları ortadan kaldırma yönünde bir iradeye sahip olup olmadığı. İkincisi, şimdiye kadar bu yolda ortaya konulmuş araçların adilane ve düzgün bir biçimde kullanılıp kullanılmadığı.

Nihayet bu soru önergesinde ifade edildiği şekliyle Türkiye’deki yoksulların kendileriyle dışarıdan göçler yoluyla Türkiye’ye gelen yoksullar arasında bu sosyal yardımların nasıl bölüştürüleceğine ilişkin meseleler.

Birincisi, şunu saptamamız yerinde olur: Yoksulluk ne Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti tarafından yaratılmıştır ne de onun tarafından ortadan kaldırılabilir; tıpkı, daha önceki hükûmetler tarafından kaldırılamadığı ve kaldırılamayacağı gibi. Bu, Türkiye’de bütün hükûmetlerin sürdürmekle kendilerini yükümlü hissettikleri kapitalist düzenin zorunlu sonucudur. Kapitalist düzen, zenginler ve yoksullar, sömürenler ve sömürülenler, işçiler ve patronlar olmadan olamayacağı için kaçınılmaz olarak kapitalizm yoksulluk doğurur, kapitalizm eşitsizlik ve adaletsizlik doğurur ama hükûmetler bir sosyal kisveye büründürmeden kendi siyasetlerini hükûmet edemeyecekleri için her hükûmet de bu yoksullukla şöyle ya da böyle mücadele edeceğine dair asla tutamayacağı sözler verir, asla gerçekleşmeyecek programlar ortaya koyar çünkü yoksulluğun temel kaynağı işsizliktir; daha doğrusu, bunu daha genişlemesine, genişliğine söyleyecek olursak işçinin kapitalist piyasaya sunabildiği biricik meta olan iş gücünün fiyatı durmaksızın azalırken diğer metaların, malların durmaksızın yükselmesinin yol açtığı yoksunluk ve bunun sonucu olan yoksulluk Türkiye’de başka yerlere nispetle çok daha çarpık, çapraşık, adaletsiz ve eşitsiz bir biçimde ortaya çıkıyor.
Türkiye kendisini genellikle Avrupa ülkeleriyle kıyaslamayı seviyor ama böyle baktığımız zaman, Avrupa’da işsizlikle mücadelede hemen hemen en geride olan ülke olduğu apaçık ortada. Bu bakımdan Adalet ve Kalkınma Partisinin temsilcilerinin burada çoktandır övündükleri gibi övünülecek hiçbir şey yok; rakamlar ortada. Türkiye’de Nisan 2013’te 23 milyon 668 bin 942 kişi muhtaç olarak görünüyor. Asgari ücretin üçte 1’inden az gelire sahip olanların sayısı 9 milyon 203 bin 853 kişi. 6,7 milyon hane yoksuldur Türkiye’de. Bu, neredeyse nüfusunun üçte 1’inin yoksul ve sosyal yardım olmaksızın kendi hayatını sürdüremeyeceği bir tablodur ve bu tablo öte yandan şu açıdan ilginçtir ki yöneltilen eleştirilerin doğruluğunu onaylamak bakımından: Sadece 2013 Ocak-Nisan arasında 1 milyon 53 bin 27 kişi daha bu yoksulluk yardımına muhtaç olan kişiler arasına katılmıştır. Rakamların büyüklüğünü söylememe gerek yok, Türkiye’nin nüfusuyla kıyaslayın, neredeyse bir yılın üçte 1’inde, bir kent kadar nüfus yoksullar arasına katılıyor.

Adalet ve Kalkınma Partisinin bu yoksullukla mücadele bakımından uyguladığı politikaların eşitsiz, adaletsiz ve ölçüsüz olduğu doğrudur, bununla ilgili bir tartışmaya bile gerek yoktur ancak bir araştırma yapıldığında gerçekte ne kadar çok kaynağın ne kadar çok usulsüz ve kuralsız bir biçimde kullanıldığını da görmek mümkün olacaktır fakat bütün bu kadar kıyamet etrafında koparttığımız şey, ulusal gelirin sadece yüzde 1’i kadarı sosyal yardım olarak dağıtılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin zengin azınlığı ve onun kapitalist düzenini sürdürmekle görevli olan Hükûmet, aslında millî gelirin sadece yüzde 1’ini yoksullar arasında şu ya da bu şekilde dağıtıyor olmakla kendisini Türkiye’nin gelmiş geçmiş hükûmetlerinin en hayırseveri olarak göstermeye çalışıyor.
İşin doğrusu, Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde usulsüz ve kuralsız da olsa yardımların dağıtılmasında ve yardıma muhtaç kişilerin sayısında artış olmasına rağmen bu yardımların dağıtılmasına, yardıma muhatap olanlara “dilenci”, yardımı verenleri “sadaka veren” olarak söylemek, göstermek, halka karşı bir haksızlıktır. Doğrudan doğruya hakları olan, kamu bütçesinden mutlaka ve mutlaka kendilerine düzenli ve kurallı bir biçimde aktarılması gereken yardımın bir bölümünü kuralsız olarak aldıkları için insanları dilenci, onlara bunları dağıtanlara da sadaka dağıtıyor olarak değerlendiremeyiz.

Bizim istememiz gereken -ki istiyoruz- bütün yurttaşlara onurlu yaşayabilecekleri bir yurttaşlık gelirinin yarından tezi yok belirlenmesi ve bağlanması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmak, bu ülkede doğmak, kendinden önceki kuşakların bu ülkenin zenginliğine çalışarak, alın teri dökerek, emek vererek katkıda bulundukları için, bu ülkenin kolektif zenginliğinin doğal sahibi oldukları için bütün yurttaşlarımıza onurlu yaşayabilecekleri bir yurttaşlık gelirinin bağlanması en önemli meseledir. Kamu kaynaklarının bu şekilde bölüştürülmesi mümkün olsaydı aslında bugün yoksulluğun bütün bu gösterişli yardım kampanyalarına rağmen bu kadar büyümesi söz konusu olmaz, tersine bunda giderek artan bir azalış olabilirdi ama bu, şüphesiz, servet dağılımının Türkiye’de değiştirilmesi çok kazananlardan ve yüksek gelir sahiplerinden, servet sahiplerinden yoksullara doğru bir kaynak transferini gerektirirdi. Adalet ve Kalkınma Partisi bu kaynak transferini asla yapamayacağı bir biçimde kapitalizmin katarına altından zincirlerle bağlamıştır. Bunun ayrıca yolsuzluklarla berelenmiş olması bahsidiğerdir, fakat hiç yolsuzluk olmadan da yapacağı şey bundan başka bir şey değildi. Adalet ve Kalkınma Partisinin hayal ettiği, ümit ettiği gelişme düzeyindeki ülkelere baktığımızda, Amerika Birleşik Devletleri’ne baktığımızda, orada da yoksulluğun diz boyu olduğunu, Almanya’da da yoksulluğun diz boyu olduğunu, Yunanistan’da da yoksulluğun diz boyu olduğunu göreceğiz. O nedenle yoksulluk ve kapitalizm arasındaki organik ilişkiyi unutarak tartışmak beyhudedir.

Ancak, burada bir sözcünün dile getirdiği “Bizim kendi yoksullarımız varken başkalarına nasıl yardım yaparız?” sözünün de insan hakları ve göçmen hakları bakımından sorunlu olduğunun altını çizmek isterim. Şöyle ya da böyle Hükûmetin yanlış siyasetleri sonucunda Türkiye’yi bir şekilde sel gibi bir mülteci akınına maruz bırakmış olsa da o gelen mültecilere kaynak dağıtmak, hak sağlamak, onların çocuklardan, kadınlardan başlayarak hepsine kaynak yaratmak Türkiye’nin belli başlı bir sorumluluğudur, bundan vazgeçilemez. Ancak, tabii, şu soru doğrudur: Bunlar hangi kaynaklardan aktarılıyor? Kimin hakkı kimden alınıp kime veriliyor? Bütün bunlar meçhuldür, bu açıdan büyük bir kaos vardır. Bu kaosun giderilebilmesi bakımından bu Meclis araştırmasına doğrusu ihtiyaç vardır. Bu çerçevede bu Meclis araştırması ihtiyacı açıkça ortadadır. Bu kaotik gidişe son vermek ve yoksulluğun sebepleri üzerine yönelmek, Türkiye’de aşırı bolluğun, kendisinden doğan aşırı yoksulluğun en önemli insani sorunu olarak karşımıza dikildiğini görmek ve Türkiye’yi sömüren, yoksulları, ezilenleri ve mağdurları sömüren, ezen devlet sermaye ortaklığının topluma hesap vermesini sağlamak en önemli meseledir. Bunu yerine getirmek için Meclisi görevini yapmaya davet ediyorum. Bu önergeyi verdikleri için de arkadaşlarımıza teşekkür ederim bu vesileyle.
Hepinize iyi günler.