10. Kalkınma Planı Gelecekteki İsyanların Vaadidir.

Kürkçü’nün TBMM’de yaptığı 10. Kalkınma Planıyla ilgili konuşmasının metni.

 

iktisadi-kalkinma1Sevgili arkadaşlar, ikinci bölümle ilgili hususlara değineceğim ancak ondan önce planın bütünü hakkında bir iki söz söyleme ihtiyacı duyuyorum.

Birincisi, bu “Onuncu Kalkınma Planı Özeti” başlığı altında 8’inci sayfada, planın Türkiye’nin 2023 hedefleri doğrultusunda hazırlandığı söyleniyor. Ben Türkiye’nin 2023 hedefleri diye resmî, Meclisten geçmiş ya da bizim elimize bir Hükûmet belgesi olarak gelmiş bir hedef olduğunu bilmiyorum. “2023 hedefleri” diye bir şey yok. Dolayısıyla plan, kendi kendine olmayan bir varlığa, olmayan bir kavrama atıfta bulunarak kendisini makulleştirmeye, kendisine bir stratejik bağlam kazandırmaya çalışıyor ama bence bu baştan sona yanlış.

Devlet Planlama Teşkilatı belgeleri içerisinde sadece Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı bağlamında Devlet Planlama Teşkilatının uzun vadeli gelişmenin ve Sekizinci Beş Yıllık Plan’ın kalkınma stratejisi diye bir atıfta bulunuyor, parantez içinde “2001-2023” denilmiş. Bunun dışında, “2023 hedefleri” diye sadece AK PARTİ’nin bir planı var. O nedenle, ben bir kamu belgesinin AK PARTİ’nin planına atıfta bulunmasının son derece tuhaf, bizim planlama literatürümüz açısından saçma bir durum olduğuna işaret etmek isterim.

Aslında bu planın ya da Devlet Planlama Teşkilatının çok uzun yıllardır, ilk üç plan dışında bir stratejik hedefi de yoktur. İlk üç plan on beş yıllık bir genel stratejiye dayanıyor. Hakikaten strateji adını hak edebilirdi çünkü son derece yapısal değişiklikler öngören bir kalkınma planı idi. Ancak ondan sonra böyle bir stratejik hedef de yoktur. O nedenle ben bu planın daha başlangıçta bir omurgadan, bir eksenden yoksun olduğuna dikkat çekmek istiyorum kendi adıma.

İkincisi, plan diye bir şeyin bu öngörülen çerçeve içerisinde bir anlamı olduğundan da ben emin değilim çünkü sonuç olarak plan dediğimiz şey, piyasanın dolaylı tahsislerine mukabil piyasa dışından iktisada müdahale ederek doğrudan tahsis yapma eyleminin adına diyoruz. Oysa bu önümüzdeki Onuncu Kalkınma Planı, piyasa dışında hiçbir kaldıraç öngörmüyor. Öte yandan bu öngörülerini gerçekleştirmek bakımından elinde elle tutulur bir uygulama aracı da yoktur. Özelleştirmeler ile birlikte yönlendirme kapasitesi kamunun son derece sınırlı bir hâle gelmiştir. Bu nedenle bir yönlendirme amacı da yoktur. Bir bütün olarak baktığımızda bu planın aslında genel dünya durumu içerisinde bir dalgalanmaya kendisini bıraktığını görebiliriz.

Daha geniş olarak baktığımız zaman, ikinci bölümde “Planın temel amaç ve ilkeleri” bölümüne, bunu bir hükûmet programından neyin ayırt ettiğini anlayabilmek çok zor çünkü hiçbir karakteristik, yapısal, neresinden bakarsanız bakın, on yıllık bir vade içerisinde toplumsal ve iktisadi yapıda kurumsal, yapısal, gözle görülür, toplumun hayatını baştan sona değiştirebilecek bir gelişmeden de söz edilmiyor. Sadece niceliksel tüm artışlardan söz ediliyor. Zaten bu hâliyle de aslında her zaman olduğu gibi, bu niceliksel bir makro iktisat politikasına oturuyor, böyle makro iktisat politikalarının toplumun yapısını ve temellerini değiştirmek gibi iddiaları hiçbir zaman olmaz, hatta bunun tam da karşıtı bir irade var. Hepimiz, sık sık Başbakanın şöyle dediğini duyuyoruz “Hiç ayaklar baş olur mu?” ama hakiki bir plan, komuta eden bir plan, yön gösteren bir plan her zaman her şeyden önce ayakların baş olmasını gözetir. O yüzden, buna “plan” dememiz oldukça zor.

Şimdi, en önemli noktalardan bir tanesi bizi doğrudan doğruya ilgilendiren, Hükûmetin, Hükûmet sözcülerinin çok büyük bir güvenle söyledikleri bir bahis var ikinci bölümle ilgili, o da ilk kez Türkiye Cumhuriyeti tarihinde demokratikleşmeye, temel hak ve özgürlüklere bu planda yer verildiği iddiasıdır. Bunları dikkatle ele alıp değerlendirdiğimiz zaman gördüğümüz şey aslında çeşitli Anayasa hükümlerinin plana aktarılması dışında herhangi bir anlamlı perspektif olmadığı ortadadır. Oysa şu an Türkiye’de son derece önemli bir yeni durumla karşı karşıyayız. Temel hak ve özgürlükler, Türkiye’nin temel siyasi yapısı bakımından Hükûmet bir çözüm süreci yürüttüğünü söylüyor. Bu çözüm sürecinin gerçekleşmesi bakımından da bir inisiyatif almış durumda. Şimdi, eğer siz önümüzdeki beş yılı kapsayacak bir plan ortaya koyar fakat bu yaptığınız işe dair hiçbir kaynak tahsis etmemiş olursanız, demokratik bahisler itibarıyla da bu çatışmanın kaynağında olduğu düşünülen ve Kürt halkının talepleri arasında yer alan şeylerin herhangi birisine burada yer vermemiş olursanız o zaman yaptığınız işi hangi plana bağlayacaksınız ya da bu plan bir stratejik belgeyse bir stratejiden yoksun olarak bu yaptığınız işi nasıl yürüteceksiniz?

Sevgili arkadaşlar çünkü sözünü ettiğimiz şey milyonlarca insanı kapsayan bir nüfus transferinin geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde gerçekleşmiş olmasıyla ilgilidir. Kentlerin nüfusunun artması, kent varoşlarının muazzam bir insan depolama alanı hâline gelmiş olması, eğitimden, sağlıktan, sosyal yardımdan, konut ve istihdamdan yoksun milyonlarca insanın biriktiği bu kentler ile şimdi, çatışmanın son bulacağı alanlar arasında yapısal bir irtibat kurmayan bir planın ne hakla demokrasiden, ne hakla temel hak ve özgürlüklerden, ne hakla bunları destekleyen bir kaynak tahsisinden söz edebileceğini ben büyük bir hayretle karşılıyorum.

Karşı karşıya olduğumuz, elimize plan diye verilen şey aslında temenniler, kimi tahminler ve kimi gözlemlerden ibaret. Arkasında herhangi bir irade barındırmayan, gerçekleşmediği zaman da hiçbir müeyyidesi olmayan bir vaatler belgesidir, tıpkı bu kendinden önceki plan gibi. Çok merak ediyorum, Dokuzuncu Plan’ın hemen hemen tamamen gerçekleşmediği ortada olduğu hâlde bunun müeyyidesi nedir? Bu planın gerçekleşebileceğinin garantisi nedir ve neye bakarak biz bu planın gerçekleştiğini söyleyebileceğiz? Şunlar, şunlar, şunlar; şu göstergeler gerçekleştiği zaman bu plan da amaçlarına ulaşmış olacaktır diye bunu doğrulayan herhangi bir veri tabanı elimizde de yoktur. Böyle baktığımız zaman Onuncu Beş Yıllık Plan’ın, Kalkınma Planı’nın aslında kalkınmayla bir ilgisi olmadığı gibi planlamayla da bir ilgisi yoktur. Zaten bence Hükûmeti yönetenler şunun son derece büyük bir dikkatle farkındadırlar ki Türkiye’de aslında bugün içinde bulunduğu küresel iktisadi ilişkiler bağlamında Ankara’dan yapılabilecek bir planla ekonominin tamamına yön vermek ya da bununla anlamlı sonuçlar elde etmek mümkün değildir. Türkiye’nin sermaye piyasasının çok önemli bir bölümü dışarıdan kontrol edilmektedir. Türkiye’nin bütün büyük endüstriyel yatırımları uluslararası ortaklıdır. Türkiye’nin kamu iktisadi teşebbüsleri elden çıkarılmaktadır. Dolayısıyla, Ankara’da oturup bir plan yaparak bütün bunlara yön vermek mümkün değildir. Sadece ve sadece bu muazzam kriz akıntısı içerisinde selden kütük kapma iddiasına belki bir gerekçe bu kazandırabilir. Ancak planın tamamına baktığımız zaman şunu söyleyebiliriz: Biz geçtiğimiz bir aydır Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de, Türkiye’nin her yerinde patlak veren direnişlerin kaynağını görebiliriz. Bu, aslında, bu Hükûmetin de bu planda büyük önem verdiği aşırı finansallaşmayla ilgilidir. Ekonominin tamamının ranta bağlanmış olması, insanların geleceksizleştirilmeleri ve toplumun tamamının, her hücresinin sermaye tarafından kontrolüne karşı bir isyan her zaman kaçınılmazdır.

Bu yüzden bu plan gelecekteki isyanların bir vaadi olabilir. O açıdan herhangi bir biçimde bir plana sahip olarak önümüzü gördüğümüzü söyleyemeyiz ama direnişlere bakarak önümüzü görebiliriz.

Teşekkür ederim.