Sincan’daki sirk…

7 Ekim 2014’te Erdoğan Gaziantep’ten seslendi: “İşte aylar geçti ve herhangi bir netice yok. Şu anda Kobani de düştü düşüyor.” Her şey işte öyle başladı. “Kobanê olayları”nı sözcüğün gerçek anlamında muhakeme edecek bir hakiki yargılama, bu konuşmayı esas alacaktır.

Kürtler, IŞİD kuşatması altındaki Kobani üzerinde süren müttefik hava akınlarını Suruç’ta izlerken, Eylül 2014.

Kobanê davası, bir günde çöktü. Rejim ava giderken avlandı; laf fabrikasında imal etmek için aylardır debelendiği “kan içici terörist” sureti, HDP’nin direnişiyle çöplüğü boyladı. Jandarması, polisi, özel kuvvetleriyle mahkemeyi tıka basa dolduran Süleyman Soylu’nun “Türk Emniyet Teşkilatı” davanın maksadını dünya kamuoyuna uygulamalı olarak özetledi; her şey bir çırpıda aslına rücu etti.

Duruşmayı izlemek üzere Ankara’ya gelen İlerici Enternasyonal Genel Koordinatörü David Adler’in Mezopotamya Ajansı’na demeci “dışarıdan” görüneni çarpıcı bir biçimde tasvir ediyor: “Bu sirkten bozma mahkeme [kendi hakkında]bilmemiz gereken her şeyi söylüyor aslında. […]  Adler, davanın “Aslında Kobanê ile değil, HDP’ye ve müttefiklerine yönelik siyasi zulümle ilgili” olduğunu söylüyor ve gerisindeki rejim stratejisini çözümlüyor: “Türkiye’ye ve dünyanın dört bir yanına […] muhalif olmanın hiçbir türünün bu rejim tarafından tolere edilmeyeceği mesajını verdiler.” Adler, HDP’lierin yargılanmaya değil, yargılamaya geldiklerini görmenin  “inanılmaz büyüleyici” olduğunu söylüyor ve ekliyor: “45 günün sonucunda, HDP avukatları, dostları aynı direnişle şunu diyecek: ‘Bu yalnızca hukuksuzluk değil, bu duruşmayı tersine çevirmek ve bu hukuk garabeti için seni yargılamamız için bir fırsattır.’”

*              *               *

Sincan’da olacaklar daha dava başlamadan ortaya çıkmış; HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, geçtiğimiz hafta dava dosyasında unutulan Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün (TEM) “Bilgi Notu” adı altında savcılığa gönderdiği talimatı ifşa etmişti. TEM talimatında, HDP milletvekillerinin mutlaka TMK kapsamındaki suçlarla ilişkilendirilmesi gerektiğini hatırlatıyor; “bugüne kadar neden bu davaları açmadınız” diye savcıyı fırçalıyor ve hedefin altını çiziyordu: “HDP’nin kapatılması”.

İddianameye kuş bakışı göz atmak savcılığın zılgıtı yer yemez bir “torba iddianame” oluşturmaktan başka çıkar yol bulamadığını ve bu amaçla alelacele internet arama motorlarına abandığı gösteriyor. Ama her zaman olduğu gibi “acele işe şeytan karışıyor”. Savcılık TEM’in ulaştırdığı çıktıları, “kanıt” diye peş peşe kesip yapıştırırken baltayı taşa vuruyor. İddianamenin 2799’uncu sayfasına 2 Ekim 2014’te TBMM Genel Kurulunda HDP adına “Suriye Tezkeresi” üzerine yaptığım konuşmayı, ertugrulkurkcu.org sitesinden olduğu gibi aktarıyor ve “[…] şeklindeki konuşmayı Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yaptığı […]” diyerek kalın harflerle bitiriyor.

Anayasa’nın 83. Maddesi açık: “TBMM üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden […] bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.” Savcılığın  Anayasa’nın da üstüne çıkıp TBMM’nin çatısında bir “ölüm perendesi”ne kalkışması, mahkemenin de iddianameyi kabul ederek bu intihar teşebbüsüne katılması kendi bilecekleri şey. Ellerini tutamayız. Ancak Savcılığın kötülük yapayım derken hayırlara vesile olduğunu da teslim etmemiz gerek: Böylece, dünya aleme HDP’nin bir hafta öncesinden 6-8 Ekim 2014’teki büyük halk öfkesinin dolu dizgin yaklaşmakta olduğunu haber vererek, toplumu ve idareyi uyarma görevini yerine getirdiğini bir kez daha anımsatıyor.

 “Suriye Tezkeresi” TBMM’de tartışılırken rejimi uyarıyoruz:
“[…] Bu tezkereye oy vermeye bizi davet etmek için IŞİD’le mücadele, Kobanê halkıyla dayanışma için, bunun bir imkân olduğu safsatası söyleniyor […] Bu, her bir unsuruyla uluslararası hukuka aykırı, Anayasa’ya aykırı, bölgede ortaya çıkmış olan demokratik ihtiyaçlara aykırı, […] bölgesel güç gösterisi için asker kullanma yetkisini bizden isteyen bir tezkere […]

“Siz […] IŞİD’le beraberdiniz, onların sınırlarımızdan geçip Suriye’de […] giriştikleri katliamları seyrediyordunuz ve onların Türkiye’de asker toplamasına sessiz sedasız seyirci kalıyordunuz. Şimdi, ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini harekete geçirince mırıldanmaya başladınız ‘IŞİD diye bir şey var.’ diye[…]  

“[…] IŞİD’e hâlâ destek vermeye bu tezkereyle bile devam ediyorsunuz. Niye mi? […] Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının gerekçesinde IŞİD’den başka hiçbir şey sayılmıyor. Siz, mücadelenin, müdahalenin hedeflerini dörde, beşe dağıtarak aslında IŞİD üzerindeki baskının beşte 1’ini ancak uygulamaya talip olduğunuzu söylemiş oluyorsunuz. O nedenle samimi değilsiniz, ciddi değilsiniz, üstelik bir de Kürt halkının haklarını savunanlara, Türkmenlerin, Arapların haklarını savunanlara […] şantaj yapıyorsunuz [destek vermezseniz] ‘IŞİD’cisiniz.’diye. Sizsiniz IŞİD’ci. IŞİD’le beraber hareket ettiniz bugüne kadar, bunu saklayamazsınız […] (CHP sıralarından alkışlar)

[…]  Hükûmetin çözüm stratejisi bakımından Kobanê’nin teşkil ettiği yeri kendisi itiraf etmesi gerekirken bunu anlatmak bize düşmüştür. Size bugünden söylüyorum: Eğer Kobanê düşecek olursa, burada bir katliamla karşı karşıya kalacak olursak, Türkiye’nin Kürtleri de, Irak’ın Kürtleri de, İran’ın Kürtleri de ayağa kalkacaktır.

“Eğer okumadıysanız, dün heyetimizle görüşen Abdullah Öcalan’ın Kobanê’yle-müzakere süreci arasındaki ilişki bakımından söylediklerini hızlıca aktarmak isterim: ‘[…] Bu katliam girişimi amacına ulaşırsa hem süreci sonlandıracak hem de yeni ve uzun sürecek bir darbenin temellerini atacaktır. […] Türkiye’de sürecin ve demokrasi yolculuğunun çökmesini istemeyen herkesi Kobanê’ye gereken ciddiyet ve sorumlulukla sahip çıkmaya çağırıyorum. […] Kobanê gerçekliği ile sürecin ayrılmaz bir bütün olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatarak, herkesi büyük bedellere mal olan bu demokratik yolculuğumuz ve insanlık mücadelemizi sahiplenmeye çağırıyorum.’”

*                *.             *

Yalnızca beş gün sonra 7 Ekim 2014’te Erdoğan Gaziantep’ten yüzünü güneye dönerek seslendi: “İşte aylar geçti ve herhangi bir netice yok. Şu anda Kobani de düştü düşüyor.” Her şey işte öyle başladı. “Kobanê olayları”nı sözcüğün gerçek anlamında muhakeme edecek bir hakiki yargılama, bu konuşmayı esas alacaktır.

Ancak, her şeyden önce bu sirk çadırının, kuranların başına yıkılması gerekiyor.


Yeni Yaşam, 28 Nisan 2021