“Özeleştiri yalnızca bir geçmiş muhasebesinden ibaret olamaz!”

HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü’ye göre HDP’nin parlamenter siyasete gömülmesi, hükümetin tekrar müzakereye meyledeceği beklentisine girmesi, mücadeleyle ilgisi olmayan konularla meşgul olması zamanın ve enerjinin heba edilmesine neden oldu.


27 Ağustos günü 4. Olağanüstü Kongresi’ni gerçekleştiren HDP, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma tehdidi altında olduğu için bütün gücünü ve kadrolarını artık Yeşil Sol Parti’ye aktaracak. Fakat Yeşil Sol Parti HDP’den sadece güç değil, aynı zamanda yakın geçmişin sorumluluklarını, özeleştiri gerektiren eksikliklerini de devralacak.

7 Haziran 2015’ten beri aralıksız bir şiddet dalgasıyla bastırılmaya çalışılan HDP’nin bu sürece karşı verdiği sınav üzerine gelecekte muhtemelen kitaplar yazılacak, belgeseller çekilecek. Zira Türkiye’de otoriter bir rejimin inşa edilişi HDP’ye yönelik baskılarla ve muhalefetin buna karşı takındığı tutumla doğrudan alakalı.

Peki HDP bu sürecin sınavını nasıl verdi? Önümüzdeki dönemin mücadele yol ve yordamı ne olmalı? HDP gücünü Yeşil Sol Parti’ye devrederken, YSP ne yapmalı? Yarım yüzyıldır Türkiye sol-sosyalist hareketine teoride ve pratikte tarihi katkılarda bulunmuş olan HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü’yle dün ilk bölümü yayınlanan söyleşimizin ikinci ve son bölümüne buyrunuz…

– Emek ve Özgürlük İttifakı’nın iyi yönetilememesi, özellikle de TİPle ilişkilerde yaşanan kırılmanın Kürtler üzerindeki etkisi önemli bir tartışma başlığı. Kürt milliyetçiliğine de yaslanan belli bir kesim, artık Türkiye sol-sosyalist hareketleriyle birlikte yol yürünmemesi gerektiği propagandasını bu başlığı referans alarak yapıyor. Belli bir kesim ise 1990ların HADEP ve DEHAP’ının nostaljisine sığınıyor ve o karanlık günleri bile hayırla yâd ediyor. Bütün bunlar size ne anlatıyor?

HDP’yi ortaya çıkaran siyasal gerçeklik, her şeyden önce bu konjonktürde Kürtlerin özgürlük mücadelesi ya da kendi kaderlerini tayin hakkının gerçekleşmesinin Kürt yurtseverliğince kavranış biçimince belirleniyor. Bu, Öcalan’ın tezlerinde ifade edilen paradigmadır. Öcalan’ın sonunda HDP’ye vücut veren öngörüsü ve tespiti mealen şudur: “Türkiye (Kuzey) Kürtleri ve Kürdistan’ın diğer parçaları açısından kurtuluş, konfederal çözümle mümkündür. Bu konfederal çözümün her parçasında yer alan Kürt güçleri, bulundukları coğrafyalardaki rejimlerin dönüştürülmesine ortak olmalı ve bu demokratik dönüşüm sürecinde Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkının elde edilmesi için yeni uluslararası siyasi iklimden ve iç dengelerden yararlanmaya bakmalıdır.” Dolayısıyla “solcularla şunu mu yapalım, sağcılarla bunu mu edelim” tartışması yapanların öncelikle “bu paradigma doğru mudur” sorusuna cevap vermesi gerekiyor.

HDP, BAŞROLÜNÜ KÜRTLERİN OYNADIĞI ÜÇÜNCÜ BİR KUVVET MERKEZİNİ TBMMNİN ORTA YERİNE YERLEŞTİRDİ

– Sizin bu soruya yanıtınız nedir?

Nispi kuvvet kaymalarına, durum değişikliklerine, konjonktüre, rejimlerde meydana gelen iniş-çıkışlara rağmen bu perspektif pratikte doğrulandı.

– Nasıl?

Mesela Güney Kürdistan’da dünya çapındaki bir çatışma içinde bir federal bölgesel yönetimin, Rojava’da DAİŞ’e karşı silahlı mücadele içinde de facto bir Doğu ve Kuzey Suriye Özerk Yönetimi’nin doğuşuyla doğrulandı. Türkiye’de de 1984-2023 arasındaki sürece baktığımızda, hibrid bir mücadele ikliminde Kuzey Kürtleri, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana elde ettikleri en nüfuzlu ve güçlü siyasal varoluşa kavuştular. Türkiye parlamentosunun üçüncü büyük siyasal kuvvetini, Türkiye siyasal topografyasının üçüncü kutbunun en büyük bileşenini oluşturdular. O yüzden ben HDP’nin izlediği paradigmanın zamanın testinden geçtiğini, yerli yerinde durduğunu düşünüyorum.

– Peki HDP deneyimi bu paradigmaya nasıl bir katkıda bulundu?

HDP deneyimi Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı mücadelesi bakımından ne düşündüklerinin açıkça ifade edilmesini, örgütlenerek siyasetin merkezine yerleşmesini ve Kürt varlık ve kimliğine fiilen yer açılmasını sağladı. HDP, başrolünü Kürtlerin oynadığı üçüncü bir kuvvet merkezini TBMM’nin orta yerine yerleştirdi. Kürtlerin mücadelesi açısından bu Türkiye’de 1930’lardan beri gömüldükleri karanlıklardan çıkarak, güneş altında bir yer edinmiş olmak demektir.

TÜRKİYE SOSYALİSTLERİNİN HDPDE YÖNETİCİ POZİSYONUNDAKİ ORANI HİÇBİR ZAMAN YÜZDE 10U GEÇMEDİ

– Türkiye solunun bu süreçteki rolü nedir sizce?

Türkiye solunun bu süreçteki rolü, söz konusu paradigmanın toplumun öncü güçlerince, işçi hareketi, aydınlar ve toplumsal muhalefet dinamiklerince anlaşılmasını sağlamaya yardımcı olmaktır. Türkiye solunun tarihen en köklü kesimleri, Türkiye sosyalizminin politik ve fikri kapasitesinin önemli bir bölümünü temsil eden güçler ve bağımsız sosyalist aydınlar HDP kuruluşunda yer aldı. Türkiye sosyalistleri Kürtlerin mücadelesinin dönüştürücü kapasitesinin Türkiye’nin batısında da anlaşılması ve meşrulaştırılması için toplumsal örgütlerde, medyada, sivil toplumda etkin bir mücadele sergiledi. O nedenle esasen her şeyden önce Öcalan’ın paradigmasına, bu paradigmanın ima ettiği kurtuluş perspektifine düşman kesimlerin, Türk ırkçılığının Kürt toplumunu yok etme refleksiyle giriştiği siyasal soykırıma öfkesini HDP’deki Türkiye solu bileşenlerine yansıtma kurnazlığını bir fikirmiş gibi sunmak akla ziyan.

– Nasıl yani?

TİP’le HDP arasındaki seçim ittifakı tartışmasını Kürt özgürlük hareketiyle Türkye sosyalist ve toplumsal muhalefet dinamikleri arasındaki tarihsel ittifakı lanetlemek için istismar edenlerin esasen Kürt hareketinin de dostları olmadıkları herkesin bildiği bir Kürdistan gerçeği. Kaldı ki, maddi ve nesnel olarak Türkiye solunun HDP içinde karar alma, icra, kurumsal, toplumsal temsil bakımından sayıca belirleyici, hakim bir rol oynadığı da uydurmadan ibaret.

– Yani söylendiği gibi HDP’ye yön veren, partinin sol-sosyalist bileşenleri değil mi?

Başından beri Türkiye sosyalistlerinin HDP’de yönetici konumlardaki oranı hiçbir zaman yüzde 10’u geçmedi. Aynı oran milletvekilleri açısından da böyle. Bu, özgürlük hareketinin ya da Kürt dinamiğinin kendisini siyaseten ifade etmesi önünde ne sayısal, ne fiili, ne de örgütsel bir engel teşkil edebilir. Kaldı ki hareketin kendi önüne böyle engeller koymuş olmasının mümkün ve muhtemel olduğu iddiasına inanması için insanların şu kırk yıllık tarihi bir trenin geçişine bakarcasına seyretmiş olmaları gerekir.

HDPN VAR OLABİLMESİ KOMPLEKS KARAKTERİ SAYESİNDEDİR

– Dolayısıyla Türkiye sol-sosyalistlerinin HDP içinde etkisiz olduğunu mu söylüyorsunuz?

Hiç de değil. Her şeyden önce Kürt özürlük hareketinin kendisi bir Kürdistani ve hatta evrensel sosyalist dinamiktir. Kürdistan’da özgürlük hareketi dışında elle tutulur bir “sosyalist alternatif” de yoktur. HDP’de Türkiye solunun varlığını anlamlandırmak açısından çok elementli kimyasal bileşimleri göz önüne getirin. Sayıca en önemsiz gibi görünen, sadece tek bir atomun bile bu moleküler dizgeden çıkartılması, bu maddenin yok oluşuna yol açar. HDP’nin varlığının anlamı işte bu kompleks karakteri sayesindedir. HDP sadece Kürdistan ve Türkiye sosyalistlerinin değil, demokratların ve liberterlerin de, aynı zamanda kadınların, LGBTİ’lerin, Arapların, Süryanilerin, Keldanilerin, ekolojistlerin de, Alevilerin de demokratik İslam’ın da, yalnızca kentlerin seküler nüfusunun değil, taşranın ve kırların dindar halkının, melelerin de, en büyük üniversitelerin en namlı hocalarının da, sadece büyük kentlerin değil en ücra kasabaların da dâhil olmasıyla yepyeni, daha önce benzeri olmayan bir siyasal kimya ortaya çıkarttı. Yeni siyaset arayışları açısından çekici olan da bu kimyanın tamamıydı. Kürt halkı nezdinde de bu kimya, HDP’nin kredisini aşağıya çekmedi. Aksine, HDP bu yapısıyla Kürt halkında da Türkiye’nin batısında da demokratik enerjiyi çoğalttı, beklenen desteği gördü. Fakat bu mücadelenin yükselmesiyle birlikte eskiden sahip oldukları nüfuzlarını kaybedenler oldu.

– Hangi kesimi kastediyorsunuz?

Hem Kürt yurtseverliğiyle ilişki sürdüren hem de iktidarla alışveriş içinde olanları. Rejim onları tercihe zorladı. Yurtsever hareketle yakınlaşmalarının bir bedeli olacağını hatırlattı. Öte yandan AKP’de kendilerine özgül bir konum edinmiş, rejim ile Kürt halkı arasında bir aracı rol üstlendikleri zehabına kapılmış olan bazı muhafazakâr Kürtler de HDP’nin sol-demokratik programının, modern, kadın ağırlıklı, eşitlikçi paradigmasının, bu paradigmanın kitlelere yayılmasının nüfuzlarını cüceleştirdiğini gördüler. HDP’nin bugün yerinde sayması kimyasından, programından, benimsediği paradigmadan kaynaklanmıyor. Aksine, HDP’yi Türkiye çapında bir kuvvete dönüştüren, onu iki merkez kutup karşısında üçüncü bir kutup haline getiren tam da bu kurgusuydu.

KÜRT HALKI ORTAK MÜCADELE HATTINDA DURUYOR; DEMOKRATİK GÜÇLER HDPDE, MUHAFAZAKÅRLAR AKPDE TOPLANIYOR

– Peki diyelim ki Kürtler kendi kaderlerini tayin konusunda böyle bir ortaklığı değil de başka türlü bir hattı benimserse, solun tutumu ne olur?

O zaman da bizim sosyalistler olarak görevimiz, Kürtlerin o yeni tercihlerinin gerçekleşmesine yardımcı olmaktır. Çarlık sonrası Rusya’daki milli meselelerin çözümü karşısında sosyalist iktidarın takındığı tutumu bu ilkenin somut gerçekleşmesi açısından bir örnektir.

– Sosyalist iktidar nasıl bir tutum takındı o zaman?

Örneğin Finlandiya’nın Rusya’nın egemenliği altındaki bölümü devrimden sonra kendi kaderini Finlandiya devletine katılarak belirlemeyi benimsediğinde devrimciler, buna saygı duyarak Finlandiya’dan çıkmaya karar verdiler. Sosyalistlerin klasik prensibi budur. Bizim örneğimizde Kürt halkı da kendi kaderini ortak mücadele zeminlerinde değil, ayrılarak gerçekleştirmeye karar verirse, aynı prensip geçerli olacaktır. Gerçi şu anda Kuzey’de Kürt halkının gündeminde böyle bir konu olduğunu görmüyorum. Siyasete yansıdığı nispette Kürt halkı ortak mücadele hattında duruyor. Demokratik güçler HDP’de muhafazakârlar AKP’de toplanıyor. Ancak ilkenin altını çizelim, milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı bir mutlak haktır. Bu hakkın gerçekleşme biçimi, hakkın kendisini tartışma konusu yapma hakkı vermez.

KÜRTLER KİTLELER HALİNDE CUMA NAMAZINA GİTTİKLERİ 1920LERDE, 30LARDA DA KATLİAMA UĞRAMADI MI?

– Bahsini ettiğiniz kesimler son seçimlerdeki başarısızlığı dayanak yaparak HDPnin artık Kürt milliyetçisi, muhafazakâr bir hatta meylederek muvaffak olabileceğini söylüyor ve bu kanaati Kürtler arasında yaygınlaştırmaya çalışıyor…

HDP’ye zaten oy vermemiş, ona karşı mücadelede AKP yanında yer almış olanların bu söylemlerinin bir fikirmiş gibi ele alınması tuhaf olur. Ayrıca Kürtler kitle halinde Cuma namazlarına gittikleri dönemlerde, yani Kürdistan’ın tamamında İslam’dan başka bir ideolojik motivasyonun olmadığı 1920’lerde, 30’larda katliama uğramadılar mı?

– Yani?

Ağrı İsyanı’na, Şeyh Said İsyanı denilen komploya, 1920’lerin başıyla 30’ların sonu arasındaki katliamlar silsilesine baktığımızda göreceğimiz şey, Kürtlerin dindar ve muhafazakâr olup olmamalarının, Alevi ya da Sünni olup olmamalarının devletin onlara karşı tutumunu değiştirmediğidir. Her gün Cuma namazına gidin, her gün hacca gidin, sonuçta bu devlet açısından siz Kürtsünüz ve sömürgeleştirilmeniz gerekiyor. Sömürgeleştirilebilmeniz için bölünmeniz, bölünmeniz için de hayatınızın kötüleşmesinin nedeninin kurtuluşunuz için mücadele eden bir öncünün varlığı olduğuna ikna olmanız gerekiyor. Sizi yok etmeye çalışanlara yenilgici bir ruh haliyle direnemezsiniz. Kürtlere tarihlerini anlatmak bana düşmez ama ben o tarihe bakarak güç alıyorum.

– Kürtlerin hangi tarihinden söz ediyorsunuz?

Kürtlerin en kötü sömürgecilik koşullarında, kendi özgül kimliklerini dindarlığa sığınarak korumaya aldıkları dönemlerde bile, yurtseverlik fikrinin medreselerden başlayarak 1960’larda, 70’lerde, 80’lerde bir demokratik Kürt hareketine dönüşmüş olmasına bakarak bu direniş ruhundan cesaret alıyorum. Devletin camileri “anti-terör” karargahına dönüştürmeye giriştiği dönemde dindar Kürt yurtseverlerin buna “Sivil Cumalar” ile verdiği yanıt bu mücadelenin en yaratıcı, en kritik hamlelerinden biriydi. Sonraki yıllarda sivil alanın demokratik siyasete açılmasında bu direnişin gücü ve haklılığının tayin edici bir rolü oldu, bunu hayranlıkla izledik. Bu tarih yerli yerinde dururken halka “aslında biz devletin sadık kulları olsak daha kârlı çıkarız” diyenler her şeyden önce halkın hafızasını ve kültürünü hiçe sayıyor olduklarını düşünmüyorlar bile.

HDPNİN DAVASINA DÜŞMAN OLANLARCA SOL DÜŞMANLIĞI PARTİMİZE ZERK EDİLMEYE ÇALIŞILDIĞINDA ‘BUNDA REJİMİN ELİ VAR MI’ YE SORMAK GEREKİR

– Bu mümkün değil mi?

Bu “kuru su” peşinde koşmaktan başka bir şey değil. Kürdistan tarihi bize başka bir şey söylüyor. Fakat elbette her mücadelenin gerçekleşme ve başarı koşulu kendi kurallarına tabidir. Ayaklanma oynanmaya gelmez. Yanlış zamanda, yanlış taktikle hareket edilince ortaya bu tür meseleler çıkar. Fakat bunun faturası, bu yanlışta herhangi bir rolü, telkini olmayan, Kürtlerin kaderlerini tayin bakımından benimsedikleri doğrultuya iştirak etmekten ve bunun bedellerini ödemekten başka mesuliyeti bulunmayan Türkiyeli sosyalistlere, daha doğrusu HDP bileşenlerine çıkartılınca, onlara hak ettikleri yanıtı hevallerimizin vermesini beklemeye hakkımız var. Türkiye sosyalistleri bu tartışmaya girmek mecburiyetinde bırakılmamalı.

– Bunu biraz daha açabilir misiniz?

Nasıl ki sosyalistler Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı mücadelesinin meşruiyetini bütün dünyaya karşı savunuyorsa, yurtseverlerin de bütün dünyanın yüzüne karşı enternasyonalist, demokratik, devrimci dayanışmanın tarihsel bir zaruret olduğunu bu saldırılar bağlamında daha büyük bir kuvvetle anlatması beklenir. Nasıl ki, Türkiye’nin batısında milliyetçi, ırkçı merkezler, rejim ve hatta paradigmamıza rakip olarak ortaya çıkan “sol” söylemler karşısında topluma bu zarureti anlatıyorsak, aynı zaruretin Kürdistan’da da hükmünü sürdürdüğünü görmek gerekir. Elbette ezilen milletin bütün fertlerinin itirazları nesnel olarak ele alınmayı gerektirir. Ama esasen HDP’nin davasına düşman olanlarca siyaseten, sol ve sosyalizm düşmanlığı partimize dışarıdan zerk edilmeye çalışıldığında, “durun bir dakika, bunun içinde rejimin eli var mı” diye de sormak gerekir.

İKTİDARI SIKIŞTIRAN BİZİM SİYASETİMİZDİ AMA PARLAMENTER SİYASETE GÖMÜLDÜK

– Sizce var mı?

Neticede, HDP’nin sahip olduğu üçüncü kutup vasfını yitirerek bir bölge gücünden ibaret kılınmaya çalışılmasının sadece ve sadece iktidarın hesaplarında anlamlı, nesnel bir karşılığı var. 2023 seçimlerinde başarılı bir biçimde yürütülemeyen ittifak politikamızın sorunları bahane edilerek böylesi bir eğilimi sessizlikle geçiştirmek, bu eğilime ricat etmek söz konusu olmamalı.

– Özellikle 2019 seçimlerinden sonra, iktidarın sıkışmışlığının da yarattığı olanaklar sayesinde HDP açısından 2015 sonrasında nihayet tekrar etkin bir siyaset yapma alanı ortaya çıktı. Sizce bu alan ve zaman yeterince kullanılabildi mi?

2019 seçimlerindeki stratejimiz hükümete o kadar ağır bir darbe vurdu ki, bu, sonraki süreçte bize diktatörlük koşullarında bile eşsiz bir siyasi faaliyet zemini sağladı. İktidarı sıkıştıran bizim siyasetimizdi. Fakat ne yazık ki parlamenter siyasete gömülme, bunun hiçbir nesnel temeli olmadığı halde hükümetin tekrar müzakereye meyledeceği beklentisi, diktatörlük meclisi haline gelmiş olan parlamentoda “demokratik anayasa tartışması” açılması gibi, mücadelenin tabiatı ve gerekleriyle hiçbir ilgisi olmayan konularla meşgul olunarak bu zaman ve enerji heba edildi. AKP cephesinden Öcalan’la görüşme kapısının açılacağına dair uçurulan söylentiler demokratik dinamizmi gemleyen beklentisi bir eğilim yarattı. Nihayet partimizin kongre-konferans kararlarına rağmen toplumsal ittifaklar inşasında uzun süre patinajda kalmasının yol açtığı muazzam enerji ve zaman kaybı, 2018-19 sonrasında siyaset mantığının emrettiği sosyal ittifaklar zemini üzerinde çalışmayı neredeyse gündemden düşürdü. Halkların Demokratik Kongresi’nin bu zeminde güç kazanması, kendisini yeniden HDP’nin insani enerji kaynağı olarak kurması imkânı heder edildi. Bunların olmadığı yerde dönüp dolaşıp geleceğiniz siyaset zemini yer yine ancak TBMM olacaktı. HDP’nin geniş ağacının gölgesi herkese çok esenlikli geldi.

HER ŞEY HDPDE, HER ŞEY ANKARADA, HER ŞEY TBMMDE OLAMAZ!

– Öyle olmamalı mıydı?

Her şey HDP’de, her şey Ankara’da, her şey TBMM’de olamaz! Hayat siyasete, siyaset bir parlamenter partiye sığmaz, sığamaz. HDP bu süreçte tam tersi olması gerekirken Kürdistan’dan, taşradan, kenar mahallelerden Ankara’ya ricat eğilimine kapıldı. HDP çoklu kriz koşullarında demokratik kampın, emek ve kadın mücadelesi başta olmak üzere tüm toplumsal mücadelelerin öncülüğünü yapacakken, asıl kuvvet olan halka mecra açma çabasına girmeksizin, beklentici ve dolaylayıcı taktiklerle zaman kaybetti. Nihayet seçim saati gelip çattığında da, akla gelen en parlak fikir HDP’yle zaten her seçimde ittifak eden güçlerle bir kez daha buluşarak buna “Emek ve Özgürlük İttifakı” demek oldu.

– Yani Emek ve Özgürlük İttifakı yanlış mı kuruldu?

Bütün bu dönem boyunca, çoklu krize yanıt olarak yoksulluk, sömürü, hayat pahalılığı, kadın düşmanlığı, işsizlik, ekolojik yıkım koşullarında partinin emek eksenli programının gerektirdiği hamleleri yerine getirmeyen, sosyalist bileşenlerinin ataklarını da kendi haline bırakan, onları öne itmek için gereken feraseti göstermeyen HDP yönetiminin solla birlikte fotoğraf vermek adına Türkiye İşçi Partisi’yle aslında her türlü ön kabulü aşan ilişkiler içine girmesinin, Türkiye soluyla ortaklaşmasını nihayet TİP’le ittifaktan ibaretmiş gibi takdim etmesinin, ama HDP’nin organik bir parçası olan, anti-kapitalist programının maddesini oluşturan kendi sosyalist bileşenlerini görünmez kılmasının yol açtığı hevessizlik ortada. En sonunda ittifak tartışmasının seçim ittifakına, seçim ittifakının milletvekili dağılımı terimlerine büründürülmesinin yarattığı bulanıklık içinde ne yazık ki, HDP’nin her zaman Türkiye’nin antikapitalist, demokratik ve özgürlükçü kesimleri açısından temsil edegeldiği kutup yıldızı olma vasfı nispeten zayıfladı.

ÖZELEŞTİRİ YALNIZCA BİR GEÇMİŞ MUHASEBESİNDEN İBARET OLAMAZ

– Peki o süreçte tüm bunları konuşmadınız mı, tartışmadınız mı?

O zaman kamuoyu önünde yüksek sesle söylenmedi, partiyi hakir gösterecek terimlerle ortaya düşülmedi diye bunlar söylenmemiş sayılmaz. Bunların hepsi kendi platformlarında konuşuldu, anlatıldı, yazıldı, çizildi. Ama ne yazık ki deklarasyonlar hakikaten daha belirgin bir hatta kavuşsa da pratikte esaslı bir değişiklik olmadı. Pratikte elde edilen sonuç, halk karşısında elbette bütün yapıyı bağlar. Ama HDP’nin merkezi yönelişinde bugün “özeleştiri” konusu olan fiiliyatta esaslı bir değişme olmadı. Maalesef bunun sonucu nesnel göstergeler karşısında başarılı bir siyasal pratik sayılmıyor.

– 2023 seçimleri sonrasında yürütülen tartışma, muhasebe ve özeleştiri süreci bu konuştuğumuz sorunları gidermede etkin bir rol oynayacak mı?

Her şeyden önce özellikle yerel tartışmalarda tutkuyla dile getirilişi “özeleştiri” ihtiyacının gerçek bir ihtiyaç olduğunu açıkça ortaya koydu. Ancak “özeleştiri” yalnızca bir geçmiş muhasebesinden ibaret olamaz. Güncel siyasal tutumlar, yeniden örgütlenmede izlenen pratik yollar, TBMM heyetinin pratikleri, partinin her düzeyde kendisini yeniden eğitmesi ve burada takip edilen metodoloji esasen özeleştiriden anlaşılan şeyin sahici bir göstergesi olacak.

HENÜZ ÖZELEŞTİRİ SÜRECİNİN İLK AŞAMASINDAYIZ

– Peki o sürece girildi mi?

Bu manada henüz “özeleştiri” sürecinin ilk aşamasındayız. Bence partimiz, başlıca görevinin halkın kendi kendisini yönetmesinin, kendisinin efendisi olmasının manevi koşullarını hazırlamak olduğunu kendisine her gün yeniden hatırlatmakla yakından ilgilendiği, halkla parti arasında temas ve akış kanalları kurmak için elinden gelenden fazlasını yaptığı takdirde basit hatalardan uzak kalacağı güvencelere kavuşmuş olacaktır. HDP Türkiye’nin geleceğidir. O yüzden kendisine, kendi zenginliğine, üzerinde yükseldiği tarihsel yürüyüşe, program ve paradigmasına kıymet vermekle ve kendisini yeniden kurmakla mükelleftir. “Özeleştiri”nin hakkının verilip verilmediğini Yeşil Sol Parti Kongresi’nde ve onu takip eden günlerde HDP kurullarının ilk adımlarından göreceğiz.

– HDP önceki gün yaptığı 4. Olağanüstü Kongresinde bir nevi yedek kulübesine çekildi. Dolayısıyla HDPnin geleceğine dair değerlendirmelerinizin muhatabı artık Yeşil Sol Parti ve o da önümüzdeki günlerde kongresini gerçekleştirecek. Sizce bunca olanlardan sonra YSP yeni bir rüzgâr estirebilmek için ne yapmalı?

Yeni bir rüzgâr hiçbir zaman o rüzgârda yelkenlerini dolduranlar tarafından estirilmez. Siyasetten beklenen yeni bir rüzgârın ne zaman ve nereden geleceğini kestirmesi, denizlere açılarak başka bir aleme yol almak isteyenleri bu rüzgârdan istifade etmek üzere seferber etmesi, bu yolculuğa hazırlamasıdır. Şimdi HDP’den misyonu devralan partimizin, “umuda yolculuk”u sürdürmek açısından her zaman aklında tutması gereken şey Odyseuss’un tavsiyesine uymaktır.

– Nedir o tavsiye?

Tehlikeli sularda seyrederken kendisini kayalıklara sürükleyecek sirenlere kulaklarını balmumuyla tıkamaktır. “Liberal” ve “muhafazakar” sirenlere arkasını dönerek gençlerin, kadınların, Kürtlerin, emekçilerin kurtuluş umutlarının dili olmaktır.

– Bu nasıl yapılabilir?

Yeşil Sol Parti, bu dille buluşmak üzere faaliyetinin azamisini parlamento dışına taşımak ve parlamento dışı siyaset zeminlerini canlandırmak, yoksa tesis etmek zorundadır. Partiyle halkın yaşam alanları arasındaki bütün dolayımlarda, işyerlerinde, okullarda, hastanelerde, çarşıda-pazarda, organize sanayi bölgelerinde, inşaat alanlarında, tarlalarda, ormanlarda, enerji santrallerinde, kadın günlerinde, kadın örgütlerinde, esnaf ve zanaatkar kuruluşlarında, sendikalarda, sendikasızların buluşma alanlarında, spor alanlarında, sanat kültür etkinliklerinde devrimci demokratik ve özgürlükçü, direnişçi eğilimler, akımlar ve güçlerin kendilerini örgütlemesi, güçlerini birleştirmesi, söze dökmesine yardımcı olmalı ve kendisinin siyaset meydanına bu talepleri taşımanın ana yolu olduğunu pratikte ispat etmelidir.

YEŞİL SOL PARTİ HALKI GÜZELLEMEKTEN ÇOK HALKIN İSTEDİĞİ KONULARI DİLLENDİRMEYE AZAMİ İLGİYİ GÖSTERMELİDİR

– Yani Yeşil Sol Parti’nin TBMM’den çok sahada mı mesai yapması gerekiyor?

Rejimin yumuşak karnı hayatın damarlarının attığı yerdir. Merkezi iktidarın paylaşılması açısından zerre kadar anlamı kalmamış olan parlamento, Yeşil Sol Parti açısından kendi gündemini topluma yansıtacağı bir yüksek kürsüden ibarettir. Parlamenter pratiği de buna uygun bir hal almalı. Söylemi bu imkânı dillendirmek üzere halkın diline tercüme edilmeli, bu manada bir dil devriminden geçmelidir. Yeşil Sol Parti, Kürt halkının merkezi siyasete dahil olduğu tek dolayım olduğundan, Kürt halkının gündemini dakik olarak takip etmek, halkı güzellemekten çok, halkın bilmek-öğrenmek ve öğretmek istediği konuları dillendirmeye azami ilgiyi göstermelidir. Kürtlerin özgürlüğünün neden bütün halkların özgürlüğünün anahtarı olduğunun her somut durumda irdelenmesi partinin asli meşguliyetleri arasında yer almalıdır.

YEŞİL SOL PARTİ EMEKÇİNİN VE DEMOKRASİNİN ÖNCÜ GÜCÜ ROLÜNÜ FİİLEN ÜSTLENMELİ

– Türkiye’de ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyor. Orta sınıf büyük ölçüde alt sınıfa doğru itiliyor. Böylesi bir dönemde emek mücadelesine öncülük etmek veya onun diline tercüman olmak da gerekmiyor mu?

Elbette. Yeşil Sol Parti emeğin ve emekçilerin ve demokrasinin öncü gücü rolünü fiilen üstlenmeli, yaşama, siyasete, geleceğe emek ve özgürlük için alternatifler sunmak üzere, emek ve özgürlük gündeminin yalnızca peşinden gitmek değil, önüne düşmekle yükümlü olduğunu bilmelidir. Yeşil Sol Parti bütün mekanizmalarıyla birlikte kendi gündemini takip etmek ve halkı aydınlatmak, halkın hizmetkârı olduğunu asla aklında çıkarmadan devrimci hareketlerimizin müşterek değerlerini yüceltmek ve onlara layık olacak bir siyasal tutumla hareket etmelidir.

– HDP ilk yıllarında uluslararası ilişkilerde de önemli hamleler yapıyor, özellikle Avrupa soluyla güçlü bağlar kurmaya çalışıyordu. Ama bu çabalar zamanla zayıflamış görünüyor. Sizce bu konuda tekrar bir hamlede bulunmanın olumlu sonuçları olur mu?

Yeşil Sol Parti’nin özellikle uluslararası ilişkiler alanında halklar arası bir yönelişe tutunmasını kuvvetle diliyorum. Elbette bu enternasyonal deneyimin önce Kürtlerle Türkler ve diğer halklar arasında bir “iç” yolculuk olmak açısından çok büyük emek çaba ve anlayış gerektirdiğini hatırlatmak isterim. Herkesin en az iki dilli olabilmesi için bir özel programa ihtiyaç olduğunu biliyorum. Bunun ötesinde uluslararası ilişkilerin, başka devletlerin yöneticileri ve elitleriyle ilişkilerden ibaret olmaktan çıkarılmasını, halklar arası ve devrimciler arası ilişkilere daha çok emek, kaynak ve ilgi hasredilmesini diliyorum. Program ilkelerimiz bu dönem de sabit kalmaya devam ediyor.

HDP’NİN ÖNEMİ VE KADRİ ÜZERİNDE HENÜZ YETERİNCE DÜŞÜNÜLMEDİ

– Nedir o ilkeler?

Kürt halkının eşit hakla kurucu olacağı, en ücra köyün bile kendi kendisini yöneteceği demokratik özerklikler üzerinde yükselen demokratik ve sosyal bir cumhuriyet. Bu hedefe sonunda değil, bugünden ulaşılmak üzere, yeni bir toplumu her gün yeniden kurmak; tarihin önümüze koyduğu iş budur.

– HDP kongresini bir devrin sonunun ilanı veya bir defterin sayfalarının dolması olarak mı görüyorsunuz?

Hayır, böyle değil. Ancak, HDP’nin önemi ve kadri üzerinde henüz yeterince düşünülmediğini düşünüyorum. Önümüzdeki adımlar açısından, HDP suretinde gerçekleşmiş olan bu deneyimimizin hakkının verilmesi için başımızdan geçenleri daha etraflıca düşünmekten fayda geleceğini söylemek isterim.

ALTIN BİR FIRSATIN HEBA EDİLDİĞİ DUYGUSUNA KAPILDIM

– Kurucularından olduğunuz HDPnin bu son kongresini sürgünde izlemek sizde nasıl bir hissiyat yarattı?

Teknik olarak bunun son kongre olduğunu düşünmek için henüz erken. Ancak, HDP’nin eylemi, tarihteki yeri, etkileri, modern Türkiye tarihinde kapsadığı alan, siyasete getirdiği devrimci yeniliklerin takdimi ve yeni kuşağa aktarılması açısından, altın bir fırsatın heba edildiği duygusuna kapıldım. Keşke zaten geçtiğimiz yıldan bu yana olacağı bilinen bu kongrenin geleceğe taşıyacağı mesajlar üzerine biraz daha düşünülmüş olsaymış. Yeşil Sol Parti’nin “propaganda” üzerine düşünmek açısından bu kongreden ibret olarak istifade edeceğini umarım.

ÖLECEĞİM GÜN ‘HİKAYENİN TAMAMINA ERSEYDİM NE İYİ OLURDU’ DİYE DÜŞÜNECEĞİM

– Türkiye devrimci hareketinin en eski ve en etkili isimlerinden biri olarak şu an kendinizi devrimci mücadelenin neresinde görüyorsunuz? Dahası mücadeleyle, kavgayla, mahpuslukla ve şu an sürgünlükle geçen devrimcilik hayatınızda HDPyi nereye koyuyorsunuz?

HDP, nihai amacımıza, yani devletsiz, sınırsız, sınıfsız bir dünyaya giderken alacağımız yolda sahici toplumsal kuvvetlerle birlikte memleketin tamamında başlayan ilk yürüyüş deneyimimizdi. Siyasi çatışmanın ne kadar korkunç, halkla birlikte yürümenin ne kadar şenlikli, memleketin bir kaleydoskop gibi nasıl rengarenk olabileceğini, milliyetçi statükonun nasıl kahredici ve zalim olduğunu bu kadar yakından gözünüzle görmek, elinizle tutmak, toplumsal ve siyasal gerçekliği değiştirmekte sizin de bir rolünüz olduğunu idrak etmek ve bunca yıldan sonra bu değişimle birlikte kendinizin de nasıl değişmekte olduğunuza hayretle bakmak açısından eşsiz bir deneyimdi. Bu deneyim sürüyor ve daha çok dehşete kapılacağımı, daha çok şenlik göreceğimi, daha çok hayret edeceğimi biliyorum. Öleceğimin farkında olursam eğer, o gün, “hikayenin tamamına erseydim ne iyi olurdu” diye düşüneceğimi şimdiden biliyorum.