Muhalefetle tartışmamız gereken meseleler… 

Evet, bir genel başlık olarak hepimiz “muhalifiz” ama gelecek açısından perspektiflerimiz ve programlarımız özdeş değil. Kimimiz bir şeye, kimimiz başka bir şeye karşıyız. Neden yana olduğumuzun da her gün yeniden tanımlanması gerekir. Ama bu ,asla geriye dönüş şeklinde olmamalıdır.

Fotoğraf: Ali Öz

HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü Artı TV’de “Bağdat Cafe” programında Hayko Bağdat’ın büyük yankı yaratan HDP Deklarasyonu’nun bağlamı ve etkilerine ilişkin sorularını yanıtladı. Kürkçü, Deklarasyona giden sürecin yanısıra HDP’nin “Güçlü Demokrasi” hedefinin altını çizdi ve muhalefetle bu hedefin gerçekleşmesine ilşkin olası tartışmalara ışık tuttu.

Kürkçü “muhalefet cephesiyle tartışmamız gereken çok önemli meseleler  var.” dedi.

  • “Evet, bir genel başlık olarak hepimiz ‘muhalifiz” Ama gelecek açısından perspektiflerimiz ve programlarımız özdeş değil. Kimimiz bir şeye, kimimiz başka bir şeye karşısıyız. Neden yana olduğumuzun da her gün yeniden tanımlanması gerekir.
  • Halkların Demokratik Partisi  doğrusu muhalefete kuvvetle şunu söylüyor: “Evet biz Faşizme yürüyüşü durduracağız, durdurmalıyız ve Faşizme yürüyüşü durdurmak bakımından bir Kıymık bile son derece önemli rol oynayabilir dengede. O yüzden hem büyük bloklar teşkil eden muhalefet güçleri,partileri Hem de ne kadar küçük görünürse görünsün kıymetli insan topluluklarının, eğilimlerin güçlerin bu karşı çıkışları son derece önemlidir. Ama bu ,asla geriye dönüş şeklinde olmamalıdır.
  • Biz 14 Temmuz [2016] gününden buraya geliyoruz ya da 6 Haziran 2015’ten buraya geliyoruz. Yani bu mevcut haliyle eski parlamentarizm, bu diktatörlük girişimini herhangi bir biçimde önlemeyi başaramadı. Diktatörlüğü önleyecek bir demokratik derinlikten mahrum bir parlamentarizme biz geri dönmeyi, statükoyu yeniden İhya etmeyi bir restorasyona bütün elimizdeki birikimi harcamayı hem istemiyoruz. Hem de bu tarihen ilerici bir şey olmaz. Başka bir türden gericilik olur.
  • O nedenle biz ileriye doğru bakmak, eşbaşkanların açıkladıkları deklarasyon da da ifade edildiği gibi güçlü bir demokrasi kurmaktan söz ediyoruz. Güçlü demokrasi nasıl güçlü olabilir bunu tabii ki tartışmamız gerekir. “Ne kadar az devletse o kadar çok demokrasi olabilir” dolayısıyla merkezin güçlerini yerellerle paylaştığı kuvvetler ayrımı ilkesinin yerelde yeniden üretildiği bir yeni türden demokrasi tarif ediyoruz.
  • Buna demokratik  yerel yönetimlerle güçlendirilmiş bir sosyal ve demokratik Cumhuriyet olarak Türkiye Cumhuriyetini yeniden kurmak diyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz çıta budur. Muhalefet bütün unsurlarıyla birliktebu çıtaya yükselebilir ya da yükselemez. Ama biz müzakereye buradan başlıyoruz.

Hayko Bağdat’ın soruları ve Kürkçü’nün yanıtlarının video kayıt çözümünün tamamını aşağıda bulabilirsiniz. Video kaydına da şu aşaıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz.

Hayko Bağdat:

ArtıTV ekranlarında Bağdat Cafe programına hoş geldiniz. Sevgili izleyenler Bugün 3 Ekim 2021 pazar ve her pazar olduğu gibi aynı saatte karşınızdayız. Efendim bu hafta yine çok kıymetli bir konuğum var. HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü bizlerle olacak. Türkiye’nin sıcak hatta el yakan gündemini konuşacağız hep beraber.

Ertuğrul Kürkçü hakkında kısa bir video tanıtım videosu izleyelim.  Hemen sohbetimiz başlasın.

“Sosyalist devrimci yayıncı ve yazar 24 dönem Mersin 25 ve 26. Dönem İzmir Milletvekili Halkların Demokratik Partisi  Onursal Başkanı Avrupa Konseyi Parlamenter Mclisi Onursal üyesi ve ilerici enternasyonalist danışma kurulu üyesi 1968 kuşağının Öncü isimlerinden olan kültü 18 Ekim 1970’de Türkiye Gençlik Dernekleri Federasyonu (DEV-GENÇ) genel başkanlığına seçildi Mahir Çayan ve Arkadaşları’nın öldürüldüğü Kızıldere katliamından sağ kurtulan tek kişi oldu sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ölüm cezasına mahkum edildi 1974’te çıkarılan genel af yasasıyla cezası 30 yıla çevrildi 14 yılını cezaevinde geçirdi 1986’da yapılan infaz yasası değişikliği ile serbest bırakıldı. Cezaevindeyken Karl Marx’ın biyografisini Türkçe’ye çevirdi. Ertuğrul Kürkçü 12 Haziran 2011 milletvekili genel seçimlerinde Barış ve Demokrasi Partisiyle 13 Sosyalist Parti ve hareketin oluşturduğu Emek-Demokrasi ve Özgürlük bloku tarafından Mersin’den bağımsız aday gösterildi. Seçim sonucu 24. Dönem Mersin milletvekili olarak TBMM’ye girmeye hak kazandı. 7 Haziran 2015’te ise Halkların Demokratik Partisi (HDP) adayı olarak İzmir’den seçilerek milletvekili oldu. 1 Kasım 2015 de tekrarlanan seçimlerde de bir kez daha HDP adayı olarak İzmir’den seçildi. Ertuğrul Kürkçü HDP Tüzüğünün seçimle gelinen görevlere arka arkaya en çok İki dönem gelebileceği ilkesi uyarınca 2018 milletvekili genel seçimleri için milletvekili adayı olmadı. Onursal başkan sıfatıyla HDP Parti meclisi ve Merkez yürütme kurulundaki görevlerini sürdürüyor.

Hayko Bağdat:
HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü bizlerle. Ertuğrul Hocam, hoş geldiniz programınıza.

Ertuğrul Kürkçü:

Merhaba, hoş bulduk.

Hayko Bağdat:

Şimdi her konuğumu davet ederken biyografisini böyle bir kısaca seyircilerimize anlatmak için önceden bir hazırlık yapıyoruz. Sizin biyografinizde hem çok zorlandım kısaltmakta hem de garip bir anıma geldi:  Bir arkadaşımla Türkiye’deki bu gidişat ne kadar sürecek? Bundan sonra böyle mi, her şey kötü mü olacak derken sizin biyografinize çalışıyordum ve şunu bir an hatırladım: Yahu neler olmuş, yine düzelmiş, yine bozulmuş, biraz düzelmiş. Demek ki önümüzdeki zaman da, önümüzdeki tarih de yine çok şeye gebe hissettim. Yani biyografiniz bana bana umut verdi. İlk önce programa başlarken bunu söylemek istedim. Nasılsınız?

Ertuğrul Kürkçü:

Buna yol açtığıma çok memnun oldum.

Hayko Bağdat:

Bu hafta HDP tutum belgesini açıkladı. Herkes pür dikkat bunu bekliyordu çok konuşuldu. Siz de bu hafta Yayınlara katıldınız ama belli ki önümüzdeki dönem konuşulmaya çok muhtaç bir konu çünkü Türkiye’de seçimlerin kitlendiği yerde HDP’nin çok merakla beklenen tavrı okundu. Eş başkanlar Mithat Sancar ve Pervin Buldan okudu hafta başı. Nasıl buldunuz? tatminkâr buldunuz mu? Bu tutum belgesini nasıl değerlendiriyorsunuz ve önümüzdeki günlerin gidişatında somut olarak karşımıza ne çıkaracak bu tutum belgesi

Ertuğrul Kürkçü:

Doğrusu bu tutum belgesi bir bakıma hiç yeni bir şey söylemiyor. Halkların Demokratik Partisi’nin temel prensiplerini ve taktiğini tekrar ediyor. Fakat öte yandan yepyeni bir şey söylüyor. Bunları hiç, önceki konjonktüre benzemeyen bir yol kavşağında yeniden dile getirirken gördüğünüz gibi aslında bir dönem önce söylediği için mahkum olduğu, ya da mahkum edilmek istendiği kavramlarla şimdi siyasetin parlayan yıldızı haline geldi. Dolayısıyla neyi söylediğiniz kadar bunu ne zaman ve nasıl söylediğiniz de çok önemli.  Halkların Demokratik Partisi’nin tutum belgesinin bütün tartışma sürecini yakından takip ettim. Görevim gereği tartışılmasına katıldım da. Elde edilen sonuç parti içerisindeki bütün bileşenlerin ve seçmenlerin, öte yandan bu sıfatlarla anılmasalar bile Halkların Demokratik Partisi  etrafında geniş bir blok oluşturan sivil toplum kuruluşlarının, inisiyatiflerin, insan hakları kuruluşlarının -bunlarla 3 ay boyunca süren müşavere, birbirini dinleme sonucunda- hepsinin çıkar ve eğilimlerini aşağı yukarı bir  ortak noktada ve Türkiye’deki mevcut kutupsallaşmanın ötesine bakan,  bunu aşan bir yerden kurmayı başardı. O açıdan ben çok başarılı bir metin ürettiğimizi düşünüyorum. Zaten yankılar da böyle. Aslında hasımlarımız dilsizleşirken birlikte hareket ettiğimiz ya da etme potansiyelimiz olan bütün muhalefet dinamiklerinin içine su serpildiğini, güven ve cesaret kazandıklarını Halkların Demokratik Partisi’nin süreçte yapıcı, kurucu bir rol oynamak için kollarını sıvamış olmasından insanların heyecan duyduğunu görüyorum. Aslında belki bu belgenin en büyük önemi şurada: Halkların Demokratik Partisi’ni bu tutumu almaktan ala koymak için çok çaba gösteren iki eğilimi bertaraf etmiş olduğu için: Bir tanesi rejimin muhtemel “cazip teklif”lerine kapıyı kapatmamkla; ikincisi de muhalefet bloklarına iltica etmekle  Halkların Demokratik Partisi  tarihin kendisine sunduğu bu muazzam inisiyatifi berhava etmiş olabilirdi. Bunları büyük bir dikkatle tartışarak, eleyerek hem Türkiye’de hüküm süren faşizme doğru yürüyüşün önünde ona ket vurmaya kararlı olduğunu, rejimle herhangi bir biçimde herhangi bir flört teklifini kategorik olarak benimsemediğini ortaya koyarken muhalefetle de ilkeli ilişkiler sürdüreceğini apaçık ortaya koydu. Yani Halkların Demokratik Partisi aslında kurulduğu günden beri bir 3. kutup oluşturuyordu. Bu 3. kutup olma vasfını kurucu, yapıcı, ilerletici bir biçimde, yani öteki muhalif dinamiklerle didişerek değil onlardan ayrı ama onların yanı sıra diktatörlüğe karşı mücadelenin koçbaşı rolünü üstlenmeye hem hazır olduğunu hem de bunu Türkiye’de kendi etrafında başka bir sinerji oluşturarak çoğaltmaya kararlı olduğunu -bu dinamizmi- ortaya koydu. Ben ilk bakışta çok sade olan bu metnin -ki öyle bir metin lazımdı bize- öte yandan arkasında büyük tartışmaları, büyük tercihleri bırakarak bu noktaya geldiğini düşünüyorum. Ben. bir bakıma Halkların Demokratik Partisi nin rüştünü ispat vesikası olarak da bunu görebileceğimizi söyleyebilirim. Bizim açımızdan bizi bize sorarsanız biz çoktan ispat ettik ki bunca zulme baskıya direnirken öte yandan kurucu bir dilden hiçbir zaman vazgeçmemekle ama başkalarının bunu bilmesi, işitmesi ,gözüyle görmesi, kulaklarının içine bu sesin girmesi gerekiyordu. Bunun eş başkanlar da çok ciddi, ve öte yandan azimli, yürekli bir dille ifade ederek bu dönemi arkada bırakmamızı sağladılar. Ben yeni bir yola hep birlikte çıktığımızı söyleyebilirim.

Hayko Bağdat:
Şimdi bu belgenin Tabii ki önemi büyük Çünkü Halkların Demokratik Partisi  en kötü hali ile işte eski baraj yüzde onsa onun altına düşmeyen Belki de yüzde 15’lere varan bir potansiyele sahip ve yaklaşacak olan seçimlerde millet ittifakı, iktidar cephesi muhalefet cephesi, muhalefet cephesi bir şekilde HDP ile beraber hareket etmek zorunda matematik olarak aynı İstanbul seçimlerinde yerel seçimlerinde gördüğümüz gibi HDP’nin meyledeceği adayların kazanma ihtimali çok daha yüksek olacak. bu anlamda ilginç bir çıkış yaptığı Kemal ,Kılıçdaroğlu Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı, Kürt sorununu konuşmaya başladı Erdoğan hemen cevap verdi. “Böyle bir sorun yok biz bu sorunu çözdük” dedi Ahmet Davutoğlu Diyarbakır’a gitti. Ali Babacan bir şeyler söylemeye başladı sizin bugün koyduğunuz bu ölçü ve muhalefetin şekillenmesinde muhalefetin seçim sürecine giderken demokrasi Cephesine doğru yaklaşmasında etkili olacağını düşünüyor musunuz? Çünkü sanırım bu metin iktidara olduğu kadar muhalefet cephesine de söylenen bir metin

Ertuğrul Kürkçü:

Şüphesiz. Demin de onu söylemiştim muhalefet cephesiyle tartışmamız gereken çok önemli meseleler  var. Evet, bir genel başlık olarak hepimiz “muhalifiz” Ama gelecek açısından perspektiflerimiz ve programlarımız özdeş değil. Kimimiz bir şeye, kimimiz başka bir şeye karşısıyız. Neden yana olduğumuzun da her gün yeniden tanımlanması gerekir. Halkların Demokratik Partisi  doğrusu muhalefete kuvvetle şunu söylüyor: “Evet biz Faşizme yürüyüşü durduracağız, durdurmalıyız ve Faşizme yürüyüşü durdurmak bakımından bir Kıymık bile son derece önemli rol oynayabilir dengede. O yüzden hem büyük bloklar teşkil eden muhalefet güçleri,partileri Hem de ne kadar küçük görünürse görünsün kıymetli insan topluluklarının, eğilimlerin güçlerin bu karşı çıkışları son derece önemlidir. Ama bu ,asla geriye dönüş şeklinde olmamalıdır. Çünkü biz 14 Temmuz [2016] gününden buraya geliyoruz ya da 6 Haziran 2015’ten buraya geliyoruz. Yani bu mevcut haliyle eski parlamentarizm, bu diktatörlük girişimini herhangi bir biçimde önlemeyi başaramadı. Diktatörlüğü önleyecek bir demokratik derinlikten mahrum bir parlamentarizme biz geri dönmeyi, statükoyu yeniden İhya etmeyi bir restorasyona bütün elimizdeki birikimi harcamayı hem istemiyoruz. Hem de bu tarihen ilerici bir şey olmaz. Başka bir türden gericilik olur. O nedenle Biz ileriye doğru bakmak, eşbaşkanların açıkladıkları deklarasyon da da ifade edildiği gibi güçlü bir demokrasi kurmaktan söz ediyoruz. Güçlü demokrasi nasıl güçlü olabilir bunu tabii ki tartışmamız gerekir. “Ne kadar az devletse o kadar çok demokrasi olabilir” dolayısıyla merkezin güçlerini yerellerle paylaştığı kuvvetler ayrımı ilkesinin yerelde yeniden üretildiği bir yeni türden demokrasi tarif ediyoruz. Buna demokratik  yerel yönetimlerle güçlendirilmiş bir sosyal ve demokratik Cumhuriyet olarak Türkiye Cumhuriyetini yeniden kurmak diyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz çıta budur. Muhalefet bütün unsurlarıyla birliktebu çıtaya yükselebilir ya da yükselemez. Ama biz müzakereye buradan başlıyoruz. Birinci nokta bu. İkincisi, seçimlerle demokrasiyi ve milletvekili genel seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, hepsini bir tek an, bir tek moment olarak düşünen bir yaklaşım, yani “ya Kürtler Kime oy verecek” merakının çok daha ötesinde bir formülü tartışıyoruz. “Nasıl olabilir de Türkiye toplumsal olarak demokratikleşebilir, aşağıdan yukarıya doğru; geriye dönüşü restorasyonu önleyebilmek açısından.Öte yandan Bütün bunlar nasıl olabilir de bu Tek Adam rejiminin diktatöryasına karşı bir direniş cephesi oluşturabilir. Önemli olan bu. Aşağıda ne kurmuşsak yukarıda elimize o geçecek. Seçimler günü geldiğinde eğer biz bu hazırlığı yapmamışsak elimizde aslında kitlelerin dinamizmi, arzuları ve beklentilerinden uzak bir masa başı anlaşması kalır ki bizim kimseye bu hayal kırıklığını yaşatmaya hakkınız yok. Yani muhalefetin görevi iktidarın oylarını saymak ve “adam kazandı” demek asla olmamalıdır. Bu dersi almış olmamız lazım. O yüzden bundan kaçınabilmek için bu diyaloğun kapısının açılması gerekir.

Kemal Kılıçdaroğlu Kürt Sorununu HDP ile çözeceğiz diyerek yaratmış olduğu yeni dinamizm tabii ki son derece önemli. Biz bunu önemsiyoruz. Fakat Kemal Kılıçdaroğlu bunu ilk defa söylemedi. Bunu hatırlatmak isterim. Kemal Kılıçdaroğlu’nun aslında dayandığı belge. CHPkongresinde ortaya çıkmış olan belgeydi. Kürt sorununa dönük belgeydi ve bu belge bir belgeselde tekrar edildi. Fakat bu da işte konjonktürel olarak öyle bir zamanda öyle bir yerde Kemal Kılıçdaroğlu bunu söylemiş oldu ki, bir anda Halkların Demokratik Partisi nin meşruiyeti tartışılırken bu meşruiyet tartışmasını denklemin dışına atmaya yardımcı oldu. Ve tabii bu tek başına da kalmadı, aslında buna itiraz etmesi beklenen bu deklarasyon sürecinde bu yönde yanlış haberlerle Halkların Demokratik Partisi  saflarında yaratılmak istenilen  kargaşaya Cemil Bayık da bir yanıt verdi. “Biz bu tavrı önemsiyoruz. Evet muhatap Halkların Demokratik Partisi dir,” dedi ve aslında diktatörlüğün iki yönlü -hem muhalefetle ilişki, hem Kürt sorunun çözümü bakımından yeni bir  “elma şekeri” uzatma hikayesi bir anda havaya uçtu ve dün daha Tayyip Erdoğan bütün bunlara “Kürt sorunu yoktur, yani Kürtler yoktur” diye yanıt vererek aslında diktatörlüğü şimdi demokrasi güçleri karşısında devrilmesi gereken bir politik hakikat olarak  çırılçıplak bıraktı. Ben şahsen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve Tayyip Erdoğan siyaseten intihar ettiğini söyleyebilirim. Çünkü “Kürt sorunu kalmadı” dediği yerde Kürtlerin seçtikleri bütün belediyelere merkezden tayin edilmiş ve  ilk yaptıkları iş belediyede Kürtçe konuşmayı yasaklayan kayyumlar olan bir devlet başkanı bunu söylediği zaman aslında Kürtlerin tüm mücadelelerini hiçe saydığını, onların arzu ve beklentilerini bir politik dinamik olarak görmediğini, sadece Kürtlerin boyun eğmesini, uysallığını, esarete razı olmasını kendisi için bir imkan saydığını ifade etmiş Oldu. Oysa kürtler 5 yıldır bir onur kavgası veriyorlar ve aslında Halkların Demokratik Partisi ni yeniden yükselen bir dalga üzerine bindiren de bu onur kavgasının tercümanı olmasıdır. O nedenle ben muhtemel -hangi tarihte ve hangi usulle yapılacağı henüz bilmediğimiz- seçimler öncesinde Halkların Demokratik Partisi’nin içinden çıktığı Kürt halkının bütün beklentilerini karşılayan, muhalefeti kurucu bir demokratik dönüşüm için inisiyatif alması bakımından cesaretlendiren, diktatörlüğü de artık oyunun bittiği konusunda uyaran bir pozisyondan konuşmakla Aslında Türkiye’deki bütün demokratik alaşımı güçlendirdiğini, ona kuvvet kattığını söyleyebilirim. Burada şu apaçıktır ki, ve Kürtlerin Kürtlerin temsilcisi olan güçlerin demokratik beklentilerine karşılık vermeyen ne bir hükümet gücü nedir muhalefet gücü başarıya da öte yandan istikrar elde edemeyecektir. Halkların Demokratik Partisi  Bu açıdan kilit önemde olmaya devam ediyor. Halkların Demokratik Partisi ‘nin oyları hakkında işte konuşuluyor: “O kadardır, bu kadardır.” Ben doğrusu serbest yarışmanın önü açıldığında Halkların Demokratik Partisi nin desteğinin bir anda iki katına çıkabileceğini söyleyebilirim Çünkü o kadar muazzam bir baskı altında ki insanlar, bunlar doğru dürüst kamuoyu yoklamalarına bile yansıyamıyor. Kendi tercihlerini söylememeyi tercih ediyor insanlar. Bu tercihleri göstermesi anı, sırası geldiğinde bunun çok daha yüksek olduğunu ve o yüzden de Halkların Demokratik Partisi nin özellikle milletvekili genel seçimlerinde bu desteğini açıkça görünür hale getirmek, bunu maksimize etmek, alabileceği en yüksek sayıda sandalyeyi almak için çaba göstereceğini söyleyebilirim. Burada ancak kendi kurduğu radikal demokratik ittifaka, 3. Kutup ittifakına güvenecektir ama rejimin sonunun gelmesi, diktatörlüğün son bulması kavgasının Cumhurbaşkanlığı seçiminde düğümlendiğini bilerek diktatörlüğün yıkılışına gideren kapının buradan açıldığını bilerek de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci ve ikinci ayağı için muhalefetin bütün unsurlarıyla müzakere halinde olmayan devam edecek. Sanıyorum kamuoyunu, özellikle muhalefet güçlerini en çok rahatlatan noktalardan birisi burada Halkların Demokratik Partisi nin sorumsuz bir kendine dönüklük ile değil sorumlu bir kurucu unsur olarak muhalefetin tamamının kazancı açısından sürece bakmaya devam ettiğini görmeleri oldu ki, rasyonel olmayan bir politika devrimci de olamaz zaten.

Hayko Bağdat:

Şimdi tam anlattığımız gibi gerek HDP’nin tutum belgesinde gerek diğer muhalefetin yavaş yavaş daha insanca konuşmaya başladığı, . Iyi bir yola giden, Faşizme Doğru giden bir Türkiye’deki bütün bu baskılar karşısında bu duyduklarımızın insanca yaşamanın demokratik ölçülerde birleşmenin iyi olduğu hisleri geldiğinde Az önce söylediğiniz gibi oyun kurallarına göre oynadığımız takdirde işler iyi Gidecek gibi görünüyor ama rejim hepimizin biraz kaygıyla biraz endişeyle beklediğimiz şekilde bir takım oyunun kurallarını değiştirme oyunun kurallarını bozma ihtimalleri her zaman cepte duruyor. Bunlardan bir tanesi, birkaç tanesi var notlarımda,  ama en önemlisi HDP’yi kapatma davası orada duruyor. Hala karar gelebilir ve bir anda bütün bu dengeleri değiştirecek bir adım atabilir. Ne düşünüyorsunuz? HDP yi kapatmanın bu yürüyen Faşizme karşı süreci durdurmaya sekteye uğratır mı? Erdoğan için önemli bir hamle mi? HDP’yi kapatmaktan ne fayda sağlayacaklar?

Ertuğrul Kürkçü:

Halkların Demokratik Partisi ni kapatmak arzusu aslında diktatörlüğün iki kanadında da ve özellikle güvenlik bürokrasinin en faşist, en ırkçı  kesimlerinde hala güçlü bir eğilim olarak var. Fakat bunun siyasi sonuçları, bunun toplumsal sonuçları, bunun uluslararası etkileri itibarıyla sürece baktığımızda Halkların Demokratik Partisi ni kapatma girişiminin eğer imkanı -10 üzerinden bir skala yapacak olursak- 2 yıl önce 6 civarında ise şimdi 4 civarında bile değil. En önemlisi kamuoyunda karşılık bulmadı. Hiç kimse Halkların Demokratik Partisi nin kapatılmasını bir imkan, bir fırsat olarak görmediği gibi Kürt sorununun çözümünün ancak demokratik yoldan olacağına dair beklenti ve arayışlarda giderek artış ve kabarış oldu ve parlamentoda bunun için seçilerek gelmiş ve seçilerek gelmeye devam edecek bir heyet varken bunun bertaraf edilmeye çalışılması hiç kimseye mantıklı, istikrar kazandıran bir tutum olarak görünmedi. Ben bunun yargıçları da, yargı kurumlarını da derinden etkilemeye devam edeceğini düşünüyorum. Geçen her günle beraber hükümetin kaybolan desteği yargıyla hükümet arasındaki emir-komuta ilişkisini sarsacaktır, sarsmaya devam edecektir. Kaldı ki, hepimiz hatırlıyoruz, ilk iddianamenin reddi sırasında Anayasa Mahkemesi’nin uyguladığı normlar, temel hukuk normlarıydı. Ama gördük ki, ikinci iddianame geldiğinde aslında temel hukuk kalitesi bakımından iddianamede bir şey değişmediği halde bu kabul edildi. Demek ki mahkeme de baskı altında kalabilir. O açıdan hiçbir şey güvencede değildir. Fakat kamu oyunun, toplumun, demokratik güçlerin bu konuya ilgisi ayakta tutulduğu ve Halkların Demokratik Partisi nin misyonu, örneğin bu deklarasyon meselesinde olduğu gibi Misyonu etrafında güçlü bir olumlama devam ettiği sürece Halkların Demokratik Partisi ni eldeki iddianameyle kapatmak imkânsızdır. Eldeki ididanameyle kapatmak İmkansız ama buyrukla kapatılabilir mi? O açıdan da hükümetin elinin zayıfladığını söyleyebilirim. Fakat bunlar mücadele konusu. Şimdi en önemli sınavlardan bir tanesi :30 Eylül’e kadar Türkiye’ye süre  verilmişti: Osman Kavala ve  Selahattin Demirtaş’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uyarınca tutukluluklarına son verilmesi konusunda. Adalet Bakanlığının bu konuda son gün mahkemeyi uyardığını biliyoruz. Fakat mahkeme bu konuda bir karar vermedi henüz. Bu kararın verilip verilmeyeceği ve bunun daha sonra Anayasa Mahkemesi’nin önüne gittiğinde olacaklar bize  Halkların Demokratik Partisi  yargılaması konusunda da olabilecekler konusunda bir ölçü olacak. Fakat şunu söylemek isterim: en önemli şeylerden birisi: Bu Kobani davası aslında Anayasa Mahkemesindeki davanın kanıtı olsun diye tertiplendi bir anda. Fakat Kobane davasının gidişine de baktığımızda görüyoruz ki, bu dava da sonuca varabilmekten son derece uzak. Öte yandan sonuca bağlanmamış bir davanın yani herkesin masum olduğu karinesinin sürdüğü bir dosyanın “suç kanıtı” olarak Anayasa Mahkemesi’nin önünde herhangi bir iş görmesi mümkün değil. “Bunlar daha önce iddia edilmişti”. E, peki. Daha önce iddia edilmiş olması iddianın doğrulanması anlamına gelir mi? Hayır. O açıdan hukuki değil siyasi bir karar olacak ama ben Halkların Demokratik Partisi ‘nin kapatılmasına giden yolun giderek daraldığını; öte yandan böyle olsa bile artık çığın koptuğunu, Halkların Demokratik Partisi nin seçmeninin ve kadrolarının kendilerini her türlü, yeni bir seçim ikliminde ifade yollarını bulabileceklerini, bir oy kaybına, bir sürtünme katsayısıyla  oylarının zayi olmasına ben ihtimal vermiyorum. Hepsinin bir yolu var. Bu yollar düşünürdü ve gereği yapılacaktır.

Hayko Bağdat:

Şimdi az önce siyasi tutukluların -tutsak desek Ayıp olmaz- siyasi tutsakların Türkiye’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne rağmen hapiste tutulduğunu altını çizdiniz. Şimdi bunu sizi Avrupa’da İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa siyasetini diplomasiyi çok iyi, yakından tanıyan bir siyasetçisiniz. Şöyle bir algı artık iyice muhalif kesimlerde yerleşti yani “Batı bize merhem olamaz”.  Bu artık belli oldu. Yani o kararı da alsa bu kararı da alsa bir yaptırım gücü yok. Erdoğan artık bundan çekinmiyor. Özellikle de belki son Azerbaycan Savaşında da gördük.  Yani soykırımdan sonra 100 yıl boyunca Ermenilerin dünyada yaptığı bütün diplomasiye rağmen, bütün dünya parlamentolarının soykırımı tanımış olmasına rağmen soykırımcı sloganlarla DAİŞ çeteleriyle tekrar Ermenistan’a aynı mantıkla saldırıldı ve bütün batı bütün dünya bunu izledi. Şimdi Bu anlamda gerçekten Batı artık etkisiz mi? Yani bu İnsan Hakları Mahkemesinin kararını 30’una kadar uygulamadı. Uygulamadığı halde onu caydıracak kadar, bu tutsakların bırakılmasını sağlayacak kadar bir etkisi var mı? Oradan bir şey beklemeli miyiz?

Ertuğrul Kürkçü:

Şimdi bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bünyesinde yer aldığı kuruluş Avrupa Konseyi. Avrupa Konseyi’nin Ordusu ve polisi yok. Ordusu ve polisi olmayan bir kurulun gücü de yoktur. Ama buradaki güç daha çok herkesin bu kuralları titizlikle uygulamasının ortak menfaat gereği olduğuna dair bir anlayışı korumasına bağlı bu kurumların işlemesi. Eğer buna uymazsanız sadece ayıp etmiş olmakla kalmazsınız. İtibarsızlaşırsınız. Şimdi Türkiye itibarsızlaşma pahasına bunu yapıyor.  Yoksa herkes biliyor, kimse gelip zorla hapishanenin kapısını  Türkiye’de açamaz. Bu kararı alanlar da bbiliyorlar ama Türkiye ile ilgili yaptırım Avrupa konseyi’ndeki oy verme hakkının, oylamalara hakkının askıya alınması olacaktır. Müeyyide bu. Tabii bunun şöyle bir şeyi var. Manevi etkisi politikada şöyle bir karşılığı olabilir. 

Demokratik normların güçlü olduğu ülkelerde Türkiye ile ilişkilerin demokrasi çıpasına bağlanması daha güçlü bir ihtimaldir. Mesela Almanya seçimlerinde şimdi Merkel sonrası CDU/CSU ve SPD koalisyonunun son bulmuş olması dolayısıyla Türkiye ile zaten Avrupa geleceği paylaşmayan bir hükümet de son bulmuş oldu. Şimdi Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini destekleyen 3 partiden oluşacak olan bir hükümet ihtimali var.  Şimdi bu hükümetin meseleye yaklaşımı örneğin bir önceki hükümetten daha farklı olabilir, olacaktır ve daha çok da bu Türkiye Cumhuriyeti’ne her hangi bir şey yaptırmaktan çok muhalefetin güçlenmesi için daha çok inisyatif almak yönünde olabilir. Dolayısıyla ben şöyle diyeyim size “Doğu” ya da “Batı” bunlar bir şey değiştirmez. Önemli olan demokratik ölçülerdir. Mesela bence şu an Latin Amerika demokrasileri Avrupa demokrasilerinden daha güçlü örnekler teşkil ediyorlar. Dolayısıyla Şili’nin gözünde parlak bir demokrasi karneniz olması -ne diyeyim- İtalya ya da Polonya nezdinde parlak bir demokrasi karneniz olmasından daha önemli. Yani dünyada politik ve demokratik güç merkezleri yer değiştiriyor. Böyle baktığımız takdirde biz de pekala kendimiz bir demokratik güç merkezi olabiliriz. O yüzden işimize bakalım. Sizin dediğinize ben o manada katılıyorum. Çünkü Türkiye’nin bu rejimden özgürleşmesi aynı zamanda Avrupa ölçeğinde bir yeni demokratik dinamizm doğması demektir. Avrupa’nın doğusunda ve güneyinde yeni bir demokratik kuvvet erkezi ortaya çıkması örneğin Doğu Avrupa’da ortaya çıkan otoriter ve faşizan rejimlerin nüfuz alanını daraltan bir etki yaratarak Avrupa çapında bir demokratik sinerji pekala yaratbilir? Türkiye’de bu var mı?  Asıl büyük soru bu. Ben doğrusu, bütün göstergelerin -başka türlü yorumlanabilmesine rağmen- bunun olduğunu Türkiye’nin ispat ettiğini düşünüyorum. En zalim rejimlerden birisidir,  gelişmiş -yani G20 ülkeleri arasında en zalim resimlerden birisi Türkiye’de 5 yıldır halkı şiddetle, tehditle, Zulümle, Kadın Hakları, insan hakları, ekolojik haklar ve demokratik haklar  yönünden durmaksızın bastırılmasına rağmen teslim alamadı. Türkiye teslim olmadı. Bugün en önemli servetimiz budur. Türkiye’nin teslim olmamışlığı en önemli demokratik momentumdur ve bu partilerin çabalarının ötesinde halkın kendiliğinden tarihsel kazanımlarını koruma arzusu ve uyanıklığı içinde bütün bunlar cereyan etti. Çünkü neresinden bakarsanız bakın Tanzimat’tan bu yana “halkın oyu” diye bir şey var.  “Senin oyunun da bir kıymeti yok” denildiği noktada iş gitti. İlk sandık hilesinden beri halk çok daha büyük bir kararlılıkla yan yollardan giderek, göğüs göğüse bir çarpışmadan kaçınarak hükümeti kuşatmaya devam ediyor. O yüzden ben bu aklın ve bu dinamizmin Türkiye’de olduğunu düşünüyorum. Siz de basının, medyanın gözlemcileri olarak belki bizlerden çok daha çeşitli alana birden bakabiliyorsunuz, Türkiye’de benim gördüğüm kadarıyla kadınlar, öğrenciler ve gençler, çiftçiler, işçiler ve Kürtler yani Türkiye halklarının neredeyse yüzde yetmiş beş seksenini oluşturan bir büyük toplumsal blokun bu teslim olmama, direnme ve kendi hakkını iddia etme dinamizmi karşısında hükümetin sürekli olarak daha az onayla daha çok baskı yoluna saptığını ve aslında bunun da onun sonunu getirdiğini söyleyebilirim. Şu an, bütün tarihinde olabilecek en düşük onay konumundadır. Tam tersine Halkın kendi arzuları istikametinde bir yeni rejim tesisi inisiyatifi de giderek daha büyük bir artış gösteriyor.  Diyeceğim,  evet, kısa  zorunuza uzun cevap verdim ama şöyle söyleyeyim ben: Türkiye’nin medeni dünya ile ilişkilerindeki açmazları, içine düştüğü utanç verici durumlar kendi başına bir dinamizm yaratmıyor. Çünkü Batı dediğiniz zaman siz de paranın geçer akçe olduğu, kâr ekseninin geçer akçe olduğu bir dünyadan söz ediyorsunuz. O yüzden buradan gelecek hayır kısmidir, ikincildir. Ama bu halktaki teslim olmama arzusu ve özellikle Kürt halkı onurlu yaşama tutkusu -bu birbirine eklenen  iki büyük güç, kadınların esarete isyanları, gençliğin geleceksizliğe kaşrı isyanı bunlar- çok büyük bir dinamik kitle oluşturuyor ki bütün hesaplarımızı zaten bunun üzerine yapmak zorundayız. İster büyük düzen için partiler olsun ister muhalefet güçleri olsun gelişimin bu istikamette olduğunu görerek hareket etmekten başka çareye sahip değiller.


Hayko Bağdat:

Şimdi Erdoğan’ın aslında herkesi esas duruşa geçirme manevralarından bir tanesi de savaş politikasıdır. Bugün Türkiye hem Güney Kürdistan’da, hem Rojava’da asker bulunduruyor ve yakın zamanda Erdoğan Amerika’ya gitti; Bide ile  görüşemedi çok üzüldü geri geldi. Putin’le görüştü ve bu ay mecliste Suriye tezkeresi tekrar oylanacak. Yine seçime doğru giderken yine burada savaşı arttırmak, Savaş dozajını arttırmak, Rojava’da daha fazla alanı işgal etmek peşinde olduğu yorumları da yapılıyor. Nasıl görüyorsunuz? Türkiye’nin dışarıdaki bu varlığı askeri varlığı işte çalıştığı, beraber çalıştığı Suriye’de Cihatçı çetelerin  varlığı o taraflarda Erdoğan kontrolü elinde tutabiliyor mu veya oradan ateşi körüklemeye devam edecek mi?

Ertuğrul Kürkçü:
Şunu söyleyebiliriz: Uluslararası güç dengesi Türkiye’nin özellikle Suriye’de yeni topraklar işgali için elverişli değil. Birincisi Amerika Birleşik Devletleri ile çatışmakla kalmıyor. Daha doğrusu Amerika Birleşik Devletleri ile çıkarları bu noktada çatışıyor, çünkü Türkiye esasen IŞİD ile mücadeleyi güçleştiren bir rol oynuyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin bu konuda Türkiye ile stratejik olarak anlaşmazlık içinde olduğunu, İŞİD ile güçlü bir mücadele ortaya koyan ve Suriye’nin Kürtlerin yaşadığı bölgelerinin önemli bir bölümünü IŞİD istilasından kurtaran hazır güçler varken bunlarla yani Kürtlerle siyaset götürmek yerine Türkiye’nin bunları yıkmaya çalışmasını bir uluslararası akılsızlık olarak gördüğü apaçık ortada. Türkiye ise Kürtlerin Suriye’de kazanacakları demokratik örneklerin Türkiye için kötü örnek olabileceği korkusuyla çırpınıyor ama korkunun ecele faydası yok. Çünkü Kürtler yaşadıkları her yeri kendileriyle birlikte dönüştürüyorlar. Türkiye’yi de dönüştürecekler, Irak’ı dönüşrütüdükelri gibi ve  ve Suriye’yi de dönüştürmeye devam ettikleri gibi. Bütün bu nedenlerle Amerika Birleşik Devletleri’yla çatışma bu yönde. Öte yandan Rusya ile anlaşabilmesi Türkiye’nin İdlib’deki  cihatçı işgaline son vermesi ile mümkün. Bu konudaki vaatlerini yerine getirmediği için şimdi Suriye ve Rusya Kendi başlarına burada yol almaya başladılar ve Rusya bu koşullarda Türkiye’ye o kadar muhtaç olmadığını da daha fazla görüyor ve elini yüksek tutuyor.

Ben o açıdan Türkiye’nin bir askeri macera için daha az avantajlı bir konumda olduğunu görüyorum. Fakat bu bir teskere yenilemesine engel değil. Muhalefetin de bu teskereye onay vermeyeceğine dair ben umutlu değilim. Sebebim de şu: Çünkü onlar Erdoğan’la aynı zeminde mücadele ediyorlar. Yani Kürt meselesinde, özellikle Türkiye sınırları dışındaki Kürt hakları konusunda herhangi bir demokratik bakış açıları yok -her ne kadar Cumhuriyet Halk Partisi gidip ve Güney Kürdistan’da Barzani yönetimi ile görüştü ise de Suriye için böyle bir şey duymadık. O açıdan “bizim aleyhimize kullanmasınlar” diye düşünerek tezkerenin uzatılması yönünde oy verebilirler ama bunu tek ölçü olarak ben görmüyorum. Muhalefetine evet, savaş politikalarına kağıt üzerinde karşı çıkmadığı anlamına gelir ama Gâre çatışması sonrasında ortaya çıkan tabloya baktığımızda özellikle büyük insani maliyeti olan çatışmaların muhalefet safında da çok kolay desteklenmediğini,  desteklenmek istenmediğini görüyoruz. Yani Erdoğan’ın eli nispeten daha zayıf.  Fakat belli ki bu seçim yasalarını ve partiler kanununu şöyle ya da böyle elden geçirerek burada  kendi oylarını maksimize etmek, muhalefeti de mümkün en dezavantajlı noktaya taşımak için çalışacak. Meclisin önüne gelecek olan yasayı az çok anlıyoruz: Seçim bölgelerini çoğaltmak, birinci partiye avantaj tanımak. Böylelikle büyük kentlerde, 6-7 büyük şehirde kendisi için büyük avantaj yaratırken Kürdistan’da HDP için ya da HDP’yi eğer kapatabilirlerse onun yerini alacak olan politik odak için mümkün mertebe seçilmeyi güçleştirici tedbirler peşinde koşacaklar. Fakat ben şöyle söyleyebilirim: Eğer  her şey diktatörlerin istediği gibi olsaydı, hiçbir diktatörlük yıkılmazdı; herşey diktatörlerin mantığına göre işleseydi mezarlıklar yıkılmış diktatörlerin cenazeleri ile dolu olmazdı. Tarih böyle ilerlemiyor. O yüzden ne olursa olsun. Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP bloku kaybedeceği bir seçime girmek zorunda kalacak veya hiçbir meşruiyeti olmayan gerekçelerle seçimleri erteleyerek ya da askıya alarak Türkiye’yi çok daha büyük bir gerilimin içine sokacaktır. Fakat ben ikinci tercihin gerçekleşeceği koşulların olmadığını düşünüyorum. Kaybedeceği bir seçime kaçınılmaz olarak tıpış tıpış gidecektir. Fakat bir tane koşul var: Muhalefetin her şeyden önce seçim güvenliği konusunda son derece güçlü bir ittifak oluşturması gerekiyor. Halkların Demokratik Partisi bunu daha önce önerdi. Bu konuya herhangi bir olumlu yanıt alınamadı. Seçim güvenliği konusu en önemli konudur ve seçim kanununda ve partiler kanununda yapılacak değişikliklere karşı çok güçlü bir direniş göstermesi muhalefetin bence en önemli meseledir.  Çünkü anayasa oylamasını 2017’de, unutmayalım hatırlayalım: Yüksek Seçim Kurulu bir anda sayısını tam olarak bilemediğimiz ama 1 milyondan fazla mühürsüz oy pusulasının ya da zarfın geçerli addedilebileceğini karar altına aldı seçimin ortasında ve bu aslında Tayyip Erdoğan’a kaybettiği bir anayasa oylamasını kazandırdı. O yüzden heybede turp dolu. Bütün bunları etkisiz hale getirebilmek için muhalefetin bir seçim güvenliği ittifakını Parti ayrımı gözetmeden gündeme getirmesi lazım.

Bakın şimdi gelecek dönem muhtemel yeni düzenin anahatları bakımından 6 parti bir araya geliyor ama halkların demokratikpartisini oraya davet eden yok. Halkların Demokratik Partisi yle görüşen yok. Çünkü bu bir ittifak görüşmesi değil aslında. “Millet İttifakı” üyesi olmayan partilerle de görüşülüyor. O yüzden neden Halkların Demokratik Partisi gibi hem seçim hem partiler yasası bakımından temsil ettiği kitlenin çok daha demokratik normlara ihtiyacı olan bir partiyle bu neden müzakere edilmiyor?

Bunların hepsi aslında rejimin elini kuvvetlendiren, muhalefetin elini güçsüzleştiren hamleler. Bu açıdan da muhalefet dinamiklerini bu vesileyle uyarmak isterim. Halkların Demokratik Partisi meşru mu? Hepiniz çıktınız dizildiniz, dediniz ki, “Başkan vekili altında parlamento çalışmalarına katılıyoruz. Meşrudur.” Peki bu meşru Parti’nin yaklaşık 100’de 15 yıl daha çok nüfusu temsil eden bu partinin önümüzdeki dönemin belirgin karakterleri bakımdan tercihlerini neden merak etmiyorsunuz? Niçin açıkça müzakere etmiyorsunuz? Şüphe yaratıyorsunuz. O yüzden ne kadar az şüphe, o kadar çok dayanışma, ve ne kadar çok dayanışma o kadar çok Sinerji demek. O yüzden hükümetin sürekli olarak muhalefet blokunda gedik, boşluk, çelişki aradığı ve yaratmaya çalıştığı bir dönemde muhalefetin görevi bunları en aza indirmek, hatta yok etmek olmalıdır. Halkların Demokratik Partisi böyle davranacak ama aynı davranışı bekliyoruz -sadece en büyük Parti’den değil, o bloktaki bütün partilerden bekliyoruz. O yüzden henüz henüz deklarasyonumuza bu yönüyle karşılık almış değiliz. Onu söylemek isterim. Herkes beğendi metin olarak. Yani, kompozisyondan geçtik. Fakat Icraatta henüz bunun etkisini görmedik.

Hayko Bağdat:

Şimdi son 4-5 dakikamız kaldı aslında bir konu daha vardı. Bu konu kendi içinde oldukça daha büyük bir konu. Belki bir konferans konusu gibi ama. Sizi yakalamışken şunu da sormak istiyordum: Hep Türkiye’yi konuşuyoruz fakat Avrupa’da seçimler yapılıyor bazı ülkelerde faşistlerin yükseldiği ülkeler var azaldığı yerler var genel olarak Avrupa’daki gidişatı, genel olarak Avrupa’daki mücadeleyi, oradaki kazanımları veya karşı saldırı nasıl buluyorsunuz gibi çok geniş bir soru soracağım ama sonuçta 3-4 dakikamız belki bir genel olarak bahsetmek istersiniz: Avrupa’da durum nsıl? Avrupa’da mücadele nasıl?

Ertuğrul Kürkçü:

Her şeyi çerçeveleyen bir genel kriz var.  Kapitalizmin en büyük  krizlerinden birisini yaşıyoruz. covid-19 pandemisi  dolayısıyla, bunun yarattığı büyük Halk Sağlığı krizi ile de üst üste gelince bu kriz bütün Avrupa’yı etkisi altına aldı. Amerika Birleşik Devletleri içinde bu geçerlidir. OECD ülkelerinin büyük çoğunluğu için de geçerlidir. Bunun iki yönlü etkisi oluyor. Bakın, Almanya’da muhafazakârların seçimi kaybetmesi AfD’nin gerilemesi; öte yandan da şu ya da bu şekilde piyasa merkezli tercihler yerine toplumsal çıkar merkezli politikaların -ister bunu mecburiyetler isterse dolaysız çıkarlar itibariyle dile getirmiş olsun bu tercihlerin- peşinde koşan partiler örneğin Avrupa’nın merkezi olan Almanya’da öne geçtiler. Bu hayırlı bir netice.  Faşist Parti nispi gerileme gösterdi. Evet Hala Avrupa için Almanya için çok yüksek, yüzde onlar mesabesinde bir desteği var ama tırmanışı durdu. Böyle baktığımız zaman krizin seçmen tercihlerine yansıdığını görüyoruz Ama kriz sadece tek yönlü sonuçlar yaratmıyor. Politik olarak güçlü muhalefet partilerinin ve güçlü programların olduğu yerde krizden etkilenen kitleler pekala anti-kapitalist tedbirlere ve taleplere yanıt verebilirlerken bunungüçlü olmadığı ülkelerde sağın ve ultra-sağın, faşizmin yanında da kümelenebilirler. Mesala İngiltere’yi ben ikinciye örnek olarak görebilirim. Boris Johnson’ın neredeyse Trump’ın çağrılarını tekrarlayarak yürüttüğü Brexit kampanyası sonucunda kriz aslında sağın Britanya’da güçlenmesine ve İşçi Partisi’nin zayıflamasına hatta İşçi partisi içinde bir sağ darbenin gerçekleşmesinden yol açtı. Dolayısıyla her biri için ayrı ayrı görebiliriz. Ama bu genel kriz hali, özellikle ekolojik krizin yarattığı büyük tehlike ve risklerin görülmesi, benim gördüğüm kadarıyla, ekolojik merkezli itirazları toplumsal muhalefetle birleştiren partilerin önünü açıyor, açacak. Bu açıdan sosyalist ve komünist partilerin bu gidişi dikkate aldıkları nispette bu dalgadan istifade etmeleri mümkün olabilir. Almanya örneğinde böyle olmadı ne yazık ki. Bu açıdan die Linke bir bakıma yeni Sosyalist açık siyaset bakımından bir model olarak kabul ediliyordu. Model aslında büyük bir yara aldı, bu açıdan baktığımızda. Bence şu an işleyen model daha çok Halkların Demokratik Partisi modeli. Belki kendi modelimiz, şimdi en önemli ihraç ürünümüz Halkların Demokratik Partisi modeli olabilir Avrupa demokrasisi için. Ben bana fikrimi soran bütün Avrupalılara bunu söylüyorum. “bizde çok iyi çok iyi işleyen böyle bir model var tavsiye ederiz” diye. Bakalım şimdi bu kriz döneminde bunda bir başarı sağlayabilir miyiz? Çünkü geleneksel bütün yapılar iki yönlü çatlıyor. Bir: Yeni toplumsal ve teknolojik koşullar yepyeni ilişkiler yaratıyor; pandemi dolayısıyla yeni insani ilişkilerde çok büyük sıkışmalar ortaya çıktı.  Öte yandan ekolojik kriz büyük bir insanlık için risk oluşturuyor. Dolayısıyla kapitalizm ile insanlık arasındaki çelişkinin böylesine sertleşmiş olması çok yeni kombinasyonlara imkân veriyor. O açıdan bildiklerimize değil daha çok bilmediklerimizi bakarak konuşmak daha önemli.  Ama şöyle söyleyebilirim: Avrupa’da sağın daha büyük bir güç ile demokratik kazanımları tehdit altında tuttuğu dönem sanki geride kalıyor, şimdi hamle sırası sol  ve demokratik güçlere geliyor. Latin Amerika böyledir, Amerika Birleşik Devletleri’nde bu şekilde ortaya çıkmış olan dinamizm maalesef Biden yönetimi tarafından öğütüldü ve seçimler öncesi büyük sosyal hareketlilik bir kenarda kalmış gibi gözüküyor ama Amerika’da sınıf mücadelesi çok kuvvetle devam ediyor. Öyle baktığımızda kapitalist dünyada daha çok demokrasi ve sosyal kurtuluş yönünde ben hareketlenmenin artmakta olduğunu görüyorum. İyimser bir yorumla şöyle söyleyelim: “komşuda pişer bize de düşer” diyelim; ama biz kendi işimize bakacağız tabii ki.

Hayko Bağdat;
Ertuğrul bey süremiz bitti. Biliyorum çok geniş kapsamlı bir soruyordu son soru. Belki bir başka vesileyle sırf bunları konuşmak üzere sizi davet ederiz. Çok teşekkür ederim Bugün bizlerle olduğunuz için.

Ertuğrul Kürkçü:
Ben çok teşekkür ederim fırsat verdiğiniz için. Hoşçakalın.  Bütün izleyicilere de “kazanacağız. bunu hiç aklınızdan çıkartmayın” demek istiyorum. Çok teşekkür ederim.

Hayko Bağdat:
Evet bu hafta Halkların Demokratik Partisi Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü bizlerleydi. Haftaya yepyeni bir programda görüşmek üzere hoşça kalın.