Kurt kanunu

Erdoğan kurtlar olmadan Taksim’e çıkamaz; çıksa “eşrefi mahluk” ile gezemez. Erdoğan ve kurtları birlikte hala can yakabilirler ama, sonlarına yürürken “kurt kanunu”ndan kaçamazlar. “Kurtlukta düşeni yemek kanundur”. 

2011 baharında Erdoğan, Yüksek Öğretime Geçiş Sınavında (YGS) cemaatin “şifreli soru kitapçığı” rezaletine isyan ederek Taksim’e çıkan binlerce liseliyi, “5-10 bin genci karşılarına çıkarırız” diye tehdit edince Bahçeli esip gürlemişti: “[…] ben de bin bozkurdumla geleceğim. İnanıyorum ki Kasımpaşa’ya kadar ardına bakmadan kaçacaksın.” Erdoğan da altta kalmamıştı: “[…] sen bozkurtlarla mı dolaşıyorsun? […] ben eşrefi mahluk olan insanlarla dolaşıyorum…”

“Eşrefi mahluk”, sadece dokuz yıl sonra kurdun avukatı oluverdi. “Bozkurtlar”ı yasakladığını açıklayan Fransa, karşısında TC Dışişleri Bakanlığı’nı buldu: “[…] Bu oluşum hayal ürünüdür […]  son derece yaygın ve kanun dışı hiçbir boyutu olmayan sembollerin yasaklanması kabul edilemez.”  Oysa, Avusturya o “sembolleri” geçen yıl yasaklamıştı bile. Hollanda ve Almanya’da da kanun koyucular “Erdoğan’ın bozkurtlar”ı kentlerinde dolaşmasın diye kolları sıvadılar. Aynı sırada Buenos Aires, Kiev ve Viyana’da Mafya, Özel Kuvvetler ve MİT’le bağlantılı tutuklular -Serkan Kurtuluş, Feyyaz Ö. ve Nuri Gökhan Bozkır- Erdoğan hükümeti adına Suriye’de El Nusra ve DAİŞ’e silah ve mühimmat temin ettiklerini, Avrupa’da aralarında Berivan Aslan’ın da olduğu muhaliflere suikast için kiralandıklarını ifşa ediyorlardı. Bu eş zamanlı gelişmeler tesadüf sayılabilir mi? Bunlar, Çatlılar, Ağcalar ve Çakıcıların 1980 öncesi ve sonrasında Türk “Gladyo”sunun -“Ergenekon”- hizmetinde yurt dışında bıraktıkları kanlı ayak izlerini takip eden “uluslararası camia”nın teyakkuza geçişi olarak okunmadıkça gerçek anlamlarına bürünemez. Tablo, içeride 1975-80 arasındaki “iç savaş hazırlığı”nın ve 1990’ların “Kürtlere karşı kirli savaş”ı sırasında derin devlet lağımlarını patlatan iktidar mücadelelerinin 2000’lerin güç ilişkileri bağlamında hortlamasıyla tamamlanıyor.

Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’na yönelik suikast haberleri bu çerçevede önem kazanıyor. Kılıçdaroğlu’na suikast haberini ortaya atan Fuat Uğu-r’u “15 Temmuz darbe girişimi”nin nasıl kontrol altında gelişmekte olduğuna dair yazılarından hatırlayacaksınız.(*) Uğur şimdi de Kılıçdaroğlu öldürülüp “küresel çete” cinayeti Çakıcı ve MHP’ye yıkmasın, memleket “kaos”a düşmesin diye görev başında. Öyle diyor!

İmamoğlu’na suikast iddiasıysa, daha sonra yalanlanmaya çalışılsa da dolaysız olarak emniyetten geldi. Ancak zamanlaması ve ifşası, bunun da “doğrulanmış bir istihbarat”tan çok bir fabrikasyon olduğunu düşündürüyor. Şimdiden “hepimizin düşmanı” DAİŞ’e yıkılan bir “meşum suikast” planı hakikaten gerçekleşecek olursa Çakıcı ve MHP şimdiden tablonun dışına çıkarılmış olmaz mı? Aslı olsun olmasın- “suikast” iddialarını çevreleyen iç ve dış ilişkilere ve sahneye sürülen sıra dışı kişilik ve yapılara 1970’ler, 80’ler ve 90’ların bilgisi ve 15 Temmuz’un taze deneyimi içinden bakıldığında bugün de “Gladyo” kalıbında bir operasyonun işlemekte olduğuna kuşku yok. Siyasi ve iktisadi tablo apaçık: Her yeni anketin gösterdiği gibi “suçlular koalisyonu” dolu dizgin çöküşe gidiyor. “Gladyo” mantığına göre, çöküş ancak saçılıp savrulmuş, moralsiz ve hedefsiz iktidar blokunu yeniden bir araya toplayacak, buna mukabil iktidara alternatif güçleri birbirinden koparacak bir olağanüstü karşıtlaşmanın üstüne çıkarak önlenebilir. 

Tasavvurlar böyle, ancak gerçekler başka: Birincisi, AKP’nin daha geniş hinterlandı olmaksızın “Gladyo” artığı kocamış kurtların, kendi başlarına bir hikmetleri yok. İkincisi, bir toplumsal hareket olarak AKP artık yok. Artık AKP bir “parti” değil devletin kadrosu, Erdoğan da bir toplumsal hareketin değil, Türk devletinin başıdır. O da tıpkı Trump gibi, tamahkarlığıyla COVID salgınını bir halk sağlığı krizine dönüştüren; sülale hakimiyeti peşinde, sermayenin ortak çıkarlarını çekip çevirme ehliyetsizliği ayyuka çıkan başarısız bir despottur. Nihayet, Erdoğan, geçmişte “Gladyo” operasyonlarını “başarı”ya ulaştıran Atlantikçi sistem içi dayanışma, destek, işbirliği ve akıl ortaklığından yoksundur.  “Gladyo” -veya Ergenekon- geçmişte üstünlüklerini sistemdeki “meşruiyet”ten devşiriyordu. Nasıl, “Ergenekon”un atası “Teşkilatı Mahsusa”, Prusya ile ittifakın çocuğu idiyse, “Ergenekon” da ABD ile NATO bünyesindeki ittifakın çocuğuydu. “Tarihte bütün büyük olaylar ve kişiler birincisinde trajedi, ikincisinde güldürü olarak iki kez ortaya çıkarmış” denir. Bugün Erdoğan’a kala kala sistemin kapının önüne koyduğu kocamış kurtlar, o kurtlara da Erdoğan kaldı. Erdoğan kurtlar olmadan Taksim’e çıkamaz; çıksa “eşrefi mahluk” ile gezemez. Erdoğan ve kurtları birlikte hala can yakabilirler ama, sonlarına yürürken “kurt kanunu”ndan kaçamazlar. “Kurtlukta düşeni yemek kanundur”. 
_____________________
Yeni Yaşam, 3 Aralık 2020
* https://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/590844.aspx
  http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/591124.aspx)