HDP’ye kazandırırken, demokrasiye kazandırmak…

Halkların Demokratik Partisi, kararını açıkladı: Kendi yolunda yürümeye devam edecek! Yani diktatörlüğün faşizme yürüyüşünü durdurmak için bütün demokrasi güçlerinin önünde yerini alacak. Bu çerçevede, önümüzdeki seçimleri Türkiye’nin diktatörlükten demokrasiye geçişi için bir imkân olarak değerlendirecek. HDP tarihin ve siyasetin kendisine tanıdığı bu geçişin anahtarı olma rolünü bütün sorumluluğuyla üstlenirken, bu konumun kendisine sağladığı inisiyatifin üzerine titreyecek; umudunu ve direnişini HDP’ye bağlamış milyonlarca Kürdün ve demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerinin düzen güçlerinin eklentisi haline getirilmesi girişimlerine de asla yüz vermeyecek.

Bu, beklenen sonuçtu. Halkların Demokratik Partisi’nde bir araya gelen toplumsal, politik, demokratik ve insani irade akması kaçınılmaz yatağa akışını sürdürecekti ve öyle de oldu. Deklarasyon öncesindeki, bütün zeminlere yayılan kılı kırk yaran tartışmalar toplumun ve halkların çeşitli kesimlerinden yükselen farklı, zaman zaman çelişik hassasiyetlerin tamamını gözetmek, hiçbir fırsatı ve imkânı heder etmemek, hiçbir demokratik beklentiyi ihmal etmemek, buna mukabil iktidara istismar edebileceği hiçbir fırsat sunmamak için elde olanın azamisini seferber etmek içindi. Halkların Demokratik Partisi, bu tarihsel eşikten de çokluk içinde birliğini koruyarak çıkmayı başardı.

Öte yandan Eş Genel Başkanlar Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın bugün birlikte duyurdukları deklarasyonun yalnızca söyledikleriyle değil söylemedikleriyle de büyük bir önem ve değeri var. Deklarasyon öncesinde rejim yanlıları dört gözle HDP’nin önümüzdeki seçimlerin bir demokratik değişim yolunda içerebileceği imkanlara sırt çevirerek kendisini genel siyasetin dışına atmasını; ya da tam tersine restorasyon güçlerine yanlamasını, tabanını rejim manevralarına açık hale sokmasını bekliyorlardı. HDP deklarasyonda açıkladığı genel seçimler ana stratejisiyle rejim kurmaylarının bu hevesini de kursağında bıraktı.

Bu strateji “HDP kazanırken, demokrasiye de kazandırma, demokrasi kazanırken HDP’ye de kazandırma” esasına dayanıyor. Artık, Türkiye siyasetinin bir karinesi haline gelmiş olan bu çerçevede HDP genel seçimlerde iki ayaklı bir strateji izleyecek.

Birinci ayakta, milletvekili genel seçimlerine rejimin karşısındaki özgürlükçü demokratik kutbu teşkil edecek olan “Demokrasi İttifakı”yla girecek. Parlamentoda Kürtlere, devrimcilere, kadınlara, işçilere, çiftçilere, azınlıklara ayrılacak iskemleleri en çoğa çıkartacak. HDP Böylece, demokratik değişim sürecinde demokratik halk güçleri için en yüksek düzeyde bağımsız ve kararlı bir politik hareket üssü sağlayacak.

İkinci ayakta, bu üsten hareketle Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde muhalefeti demokratik değer ve hedeflere yaklaştıracak politikaların topluma aktarılacağı bir mecra yaratarak toplumsal muhalefetin iradesini restorasyon değil demokratik dönüşüm için sefer etmesine yardımcı olma imkanını ele geçirecek. HDP birinci ayaktan ne kadar başarıyla çıkarsa, ikinci ayakta demokrasinin önünün açılmasındaki payı o ölçüde artacak.

Bu hem akılcı, hem halkçı ve demokratik strateji, bir üstün zekanın değil, Halkların Demokratik Partisi’ne vücut veren bütün dinamiklerin ortaklaşa çalışması ve birbirini tamamlamasının eseri. HDP’nin içerdiği bütün bileşenler, değerler ve fikriyat birbirine eklenmese bu sonuç elde edilemezdi. Bu kolektif sonuç öte yandan Kürt Sorunu’nda “muhatap”ın kim olduğuna ilişkin sahte ve yüzeysel tartışmalara da zamanında ve yerinde, eylemli bir nokta koyuyor: Halkların Demokratik Partisi, Kürt Sorunu’nda parlamento zeminindeki bütün düzeylerde, biricik yasal -ve elbette meşru- muhataptır.

Ne var ki, Kürt Sorunu imparatorluktan müdevver bir tarihsel ve politik sorundur. Alanı dört devlet tarafından işgal edilmiş bütün topraklar ve nüfustur. Çözümü sadece politik değil, toplumsal, kültürel ve tarihseldir. Dolayısıyla, Kürt Sorunu’nu nasıl çözülürse çözülsün ister istemez çok taraflı ve çoklu muhataplar arasındaki müzakereleri gerektirecektir. Süregiden çatışmanın sonlandırılması çatışan taraflar arasında temasları kaçınılmazlaştıracaktır. O nedenle HDP Kürt Sorunu’nun çözümünde olacak ve yapılacakların bütün sorumluluğunu üstlenecek ama, olmayacak dualara amin demeyecektir. Bu bağlamda Deklarasyondaki “Cumhuriyetin demokratikleşmesi ile doğrudan bağlantılı ve iç içe geçmiş olan bu sorunun çözümü için muhataplarla diyalog kurulması, inkâr ve bastırma siyaseti yerine demokratik ve barışçı bir çözüm için adım atılması gereklidir.” belirlemesi anahtar değerindedir. Öte yandan deklarasyon, “Savaş politikaları, silah ve çatışma yöntemleri yerine, diyalog ve müzakere seçeneklerinin kendini tarihsel olarak dayattığı ve güncel olduğu aşikârdır.” sözleriyle de, belki avaz avaz değil ama bütün tarafların duyulabilecekleri bir tonda “çatışmaya son” çağrısında bulunuyor. Böylece, demokrasi güçlerine çözüm için üzerinde yürüyebilecekleri yeni politika seçenekleri ve yaratıcı müdahale olanakları da sunuyor.

Halkların Demokratik Partisi, altı yıldır süregiden amansız baskı ve şiddeti bertaraf ederek Türkiye’nin geleceğindeki vaz geçilmez yerini işaretlemeyi ve onu içermeyen bir demokratik dönüşümün düşünülemeyeceğini dostuna ve düşmanına kabul ettirmeyi başardı. HDP’nin “meşruiyeti” tarihsel bir hakikatti, HDP’yi ayakta tutan da bu hakikatti; HDP’nin direnişi, sadece kendisine kazandırmakla kalmadı; bu hakikatin hakkını vermeyenlerin bir siyasi geleceği olamayacağını da Cumhuriyet’in kurucularından başlayarak bütün politik güçlere yeniden öğretmeyi başardı. Bu uğurda, emeklerini, hayatlarını, yıllarını, maddi ve manevi varlıklarını feda edenleri, toprağın altındaki, zindandaki, sürgündeki binlerce direnişçiyi minnetle sevgiyle selamlıyoruz.

Yeni bir dönemin önü açılıyor. Türkiye’nin ve halklarımızın yolu açık olsun.