Halkların demokratik geleceği-IV:

Kurtuluş yok tek başına…

HDP’nin “yeniden kuruluş” hamlesinin gerçekleştirilmesi, sadece HDP Kongresi’nin omuzlarına yüklenemez, eş anlı olarak özgürlük hareketinin ulusal görevleri HDP’ye aktarmak yerine bu görevleri devralacak çoklu, çoğulcu danışma ve müzakere mekanizmaların inşasına ön ayak olarak HDP’nin önünü açması gerekir.

2015 İzmir HDP seçim mitingi, Gündoğdu meydanı

Dört haftadır süren “Halkların demokratik geleceği” dizisinin önceki bölümlerinde, seçim sonuçlarından hareketle, HDP’nin kendisine biçtiği varlık nedenlerine ve önüne koyduğu stratejik ve taktik hedeflere ilişkin olarak iki kesimden -daha sınırlı olarak HDP zeminlerinden, daha yaygın olarak da HDP dışından- gelen HDP’nin hitap alanındaki topluluk ve güçlerle HDP’ye yönelik eleştirel “diyaloglar” kurmayı hedefleyen kimi “itirazlar”ın geçerliğini tartıştık.

Tartışmayı sona erdirirken kesin bir dille söylenebilir ki, 2023 milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde ettiği sonuçlar, HDP “paradigması”nın -HDP’yi oluşturan tarafların, genel dünya tasavvuru, programı, hedefleri”nin- 2013’e nispetle geçerliliğini yitirmiş olabileceğine ilişkin herhangi bir argümanı desteklemiyor.

Olgular ve mantıksal muhakeme, HDP’nin “miyadını doldurduğu”, “döneminin geçtiği”ne dair ortaya atılan iddiaların kötücül beklentiler olmaktan fazla bir hakikat içermediğini anlatıyor. 10. yılında HDP, hala Türkiye politik tablosunun üçüncü büyük gücü, Kürtlerin siyasal ve toplumsal taleplerinin genel siyaset alanındaki tek temsilcisi ve politik güç dengesinde Türkiye’nin radikal demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerinin buluştuğu biricik siyasal ortaklık zeminidir. Bu, zamanını doldurmuş, önemini yitirmiş, sonuçsuz kalmış bir girişim tablosundan bambaşka bir şeydir.

HDP daha önce ittifaklarıyla birlikte “tek liste” olarak girdiği genel seçimlere, 2023’te Yeşil Sol Parti bayrağı altında ve “Emek ve Özgürlük İttifakı” listesiyle girdi. “İttifak”, TBMM’de seçmenlerin yüzde 10,56’sının 5 milyon 744 bin 4 oyuyla 600 kişilik TBMM’de 65 sandalye aldı. HDP’nin TİP dışındaki müttefikleriyle toplam oyu 4 milyon 803 bin 774, oy oranı yüzde 8,83, milletvekili sayısı 61 oldu. TİP’in oy oranıysa yüzde 1, 73, oy toplamı 940 bin 230, milletvekili sayısı yüzde 1,73. “Tek liste” halinde girilse, yükselen sinerji ve oyların bölünmemesi dolayısıyla toplam oy oranı, oy ve milletvekili sayısının daha yüksek olması beklenirdi.

Önceki seçimlerle karşılaştırılabilir olan bu “ittifak oyu” toplamı, HDP’nin 2014 ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığından daha yüksek, ancak Haziran ve Kasım 2015 ve 2018 Milletvekili Genel Seçimlerindekilerden daha düşük. 10 yıllık tarihi boyunca elde ettiği en başarısız sonuç bu olmamakla birlikte HDP, 2023’te karşısına koyduğu üç hedefe de ulaşamadı: Seçmenlerin “en az yüzde 15”inin desteğini alamadı, “tek adam diktatörlüğü”nün yıkılmasının başlangıcı olarak Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığı’ndan ve AKP-MHP ittifakını TBMM’de çoğunluk konumundan uzaklaştırmayı başaramadı. Bu sonuçlarla faşizm, Türkiye’nin modern tarihinin en gerici bloku üzerinden iktidar yürüyüşünü sürdürüyor.

Öte yandan, seçim sonuçlarının meşruiyetinin ağır bir gölge altında olduğu, bu sonuçların gerçek politik güç dengesini yansıttığı konusunda iktidar bloku dışında toplumun bütün kesimlerinin derin bir kuşku duyduğu, seçim sürecinin özellikle HDP aleyhine son derece ağır, kabul edilemez, tevil götürmez eşitsizliklerle malul olduğu da yerli yabancı bütün tarafsız [iktidar yanlısı olmayan] seçim gözlemcilerinin kabul ettiği gerçekler.

Şu hâlde, sorun nerede, “eleştiriler”, tatminsizlik duygularının yüze vurması, tamamen nedensiz mi? Yani “ateş olmayan yerden” mi duman çıkıyor? Değilse sorgulamaya nereden başlamalı?

2023 sonuçlarını, 10 yıllık kesintisiz siyasal süreci içinde HDP’nin “en başarılı” göründüğü 7 Haziran 2015 dönemine kıyasla değerlendirmek öznel kusurların nerede, nesnel kısıtların nerede olduğuna ilişkin anlamlı göstergeler sunabilir. Ancak, bu dönemde azami başarı açısından mevcut potansiyellerin tamamının tüketilip tüketilmediğini de ayrıca tartmak gerekecektir.

Kürt halkının siyasal mobilizasyonu

Halkların Demokratik Partisi, Haziran 2015 Genel seçimlerinde, müttefikleriyle birlikte, yaklaşık 57 milyon toplam seçmenden oy kullanan yaklaşık 48 milyonunun yüzde 13,2’sinin, 6 milyon 58 bin 489’unun oyunu almıştı.

Kasım 2015’te oy kullanan yaklaşık 57 milyon toplam seçmenden oy kullanan yaklaşık 49 milyonunun yüzde 10,76’sının 5,15 milyonunun oyunu aldı.

2023’te ise “Emek ve Özgürlük İttifakı” yaklaşık 64 milyon toplam seçmenden oy kullanan yaklaşık 56 milyonunun yüzde 10,56’sının 5 milyon 744 bin 4 oyunu alabildi.

Emek ve Özgürlük İttifakı 14 Mayıs 2023’te Doğu ve Güneydoğu’daki 20 Kürt kentinde de toplam 2 milyon 519 bin 78 oyda kaldı. 7 Haziran 2015’te bu illerde HDP ve müttefikleri toplam 3 milyon 167 bin 490 oy almış, Kasım 2015’te bu sayı 2 milyon 736 bine düşmüş 24 Haziran 2018’de de 2 milyon 597 bin 265’te kalmıştı. Tablonun gösterdiği üzere Kürt illerinden gelen oy miktarı 7 Haziran 2015’ten bu yana “üç aşağı-beş yukarı” yerinde sayıyor. Kayda değer bir düşüş göstermiyor, ama ibre yukarı doğru da yükselmiyor.

2015’teki yükselişi tetikleyen elbette 20 ildeki halkın özeylemiydi. Ancak bu özeylemi harekete geçiren “iç” koşullar yanında ve ondan da çok Rojava’da patlak veren “özgürlük” ve “özyönetim” isyanıydı. Irak’tan başlayarak Suriye’yi de önüne katan DAİŞ istilası karşısında “Rojava” Kürtlerinin direniş ve özyönetim seferberliği, sınırın hemen ötesine hummalı bir biçimde yayıldıkça dört parçada, tavrını DAİŞ’ten yana koyan Erdoğan rejimine karşı topyekun birlik havası doğdu. Kuzey Kürtleri “Halepçe katliamı” sonrasında ilk kez 7’den 70’e teyakkuz halinde HDP çevresinde toplandılar. 7 Haziran 2015 sonuçlarında “Rojava” faktörünü görememek, HDP’nin aşılamayan bu yükselişinin özgül koşullarını nesnel bir bakışla kavramayı imkansızlaştırır.

Günümüze dönersek, bu 20 Kürt ilinde oyların Kasım 2015 düzeyine çakılmış olmasıyla, paralel giden iki olgu daha var. Birincisi, “Çöktürme Harekatı”yla birlikte siyasal/idari simgesi kayyımlar olan sömürgeciliğin açık biçimlerinin hortlaması ve dolayısıyla ikinci olarak sistematik olağanüstü güvenlik uygulamaları, başka bir deyişle bölgede askeri polisiye rejimin yerleşik bir karakter kazanması.

Haziran 2015 ile karşılaştırıldığında görünen en önemli fark, Kürt halkının siyasal mobilizasyonunu ketleyen OHAL ve “savaş hali” uygulamaları, özellikle Suriye ve Irak sınırı ötesinde süre giden daimi askeri hareketlilikle Kuzey ile Kürdistan’ın diğer parçaları arasındaki toplumsal sinerjinin kırılması. Kürtlerin kendi kendilerini yönetme iddiaları pratik, gündelik siyaset dışına savruldukça halkın, özellikle genç kuşakların 2015 ve öncesinde sahip oldukları kitlesel politik hareketlilik miktarında dramatik düşüşlerin gerçekleşmesi kaçınılmazdı.

Buna, 2015-2017 arasında muazzam kan dökücülükle süre gitmiş ve bölgeye dehşet salmış olan “çöktürme harekatı”nın yıkıcı moral ve politik etkilerini de eklediğimizde tablonun böyle seyretmesi şaşırtıcı olmamalı.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin Kasım 2017’de yayımladığı rapora göre Temmuz 2015 – Aralık 2016 arasında Doğu ve Güneydoğu’da 30 kent ve mahalleyi etkileyen ve çoğunluğu Kürt 355.000 ila 500.000 arasında insanı yerinden eden operasyonlar sırasında, “büyük çaplı kentsel yıkımlar gerçekleştirilmiş çok sayıda sivilin katledilmiş ağır ve vahim insan hakları ihlalleri gerçekleştirilmişti.

Bu bilgiler neredeyse bire bir, Aralık 2015’te TBMM’de deşifre ettiğimiz “Çöktürme Harekat Planı” öngördüğü hedefleri kayıt altına alıyor. Orada şöyle deniyordu: “Özel Polis Kuvvetleri ve özel askeri komandolar eşliğinde, ordu güçleri şehirleri kuşatarak, mahallere ve yerleşkelere operasyonlar düzenleyecek. Saldırıların komuta merkezi il Jandarma Komutanlıkları olacak, gereklilik halinde helikopter ve yine gerekirse savaş uçakları İl Jandarma Komutanlığı emrine verilecektir. Ablukaya alınan yerleşkelerde, yaşamsal alanlar tahrip edilerek geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak. Kitlesel imhalar, tutuklama ve boşaltmalarla yerleşkeler huzura kavuşturulacaktır.”

Yapılacak bastırma operasyonlarında “10 bin ila 15 bin imha, 8 bin civarı yaralı, 5-7 bin arası tutuklama, bombalanmış küçük ve büyük küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesi planlanmakta”ydı.

Bu devlet terörü pratiklerinin siyasi, psikolojik, manevi sonuçları olmayacağını, özgürlükçü politik siyasal faaliyeti ketlemeyeceğini iddia etmek ve bu şiddetin sonuçlarını telafi edecek pratiklerin eşlik etmediği bir politik faaliyetin sonuç alabileceğini ummak beyhude olurdu. Öte yandan, bu telafi süreçlerinin, yalnızca, kendisi de “Çöktürme Harekatı”nın hedefi haline gelmiş olan HDP’nin asgariye geriletilmiş siyasi faaliyetiyle sağlanamayacağını da eklemek gerekir.

Burada sorumluluk, bütün sektörleriyle birlikte özgürlük hareketinin omuzlarında olmakla birlikte, halkın elverişsiz koşullarda girişilmiş olan “kent isyanları” tecrübesinin faturasını siyaseten HDP’ye çıkarttığı, 8 yıldır değişmeyen davranışından açıkça görülebilir. Halk, açık elle tutulur, onarıcı yerel siyasetler görmediği süreci siyasete katılımını minimize ederken öte yandan hiçbir şekilde sağa AKP-MHP diktatörlüğüne prim vermeyerek, büyük çaplı tercihlerin söz konusu olduğu koşullarda -örneğin 2017 referandumu- tutumunu ortaya koyarak “buradayım” demeye devam ediyor. Bu mesajın alındığını ve anlaşıldığını ifade etmek siyasi parti olarak HDP’nin sırtında olmaya devam etse de, yeni bir iklimi kuracak olan bütünsel işleyişi içinde “Kürtlerin özgürlük hareketi”dir.

Bu ihtiyaç bizi dizinin başında aktarılan Öcalan’ın özgün kavramsallaştırmasına “ortak politik mücadele örgütü”nün yanı sıra, Kürdistanî politik temsil ve örgütlenme zemini olarak bütün parçaların, bütün yapıların ve bütün görevlerin birbiriyle bakıştığı “Ulusal konferans” ve “ulusal parlamento” konusuna getiriyor. Bu ihtiyacın BDP ve DTK üzerinden giderilemediği apaçık ortada olduğuna göre, bütünsel bir bakış hem görevlerin hem sorumlulukların dağılımı açısından bir “yeniden kuruculuk” atılımı gündeme getirilmedikçe ve Kürt halkının, hissiyat ve beklentileri somut kurumsal ifadelere kavuşturlmadıkça ne mobilizasyon miktarında bir artış, ne de bunun zincirleme sonuçları arasındaki siyasete katılım düzeyinde -ya da başka bir deyişle siyasetin toplumsallaşması”nda- bir yükseliş beklenebileceğinim gösterecektir.

Kürdistan’daki tıkanmanın batıya yansıması

7 Haziran 2015 seçimleriyle karşılaştırıldığında, sonraki 8 yıl boyunca gerçekleşen seçimlerde Kürdistan’daki gerilemeye paralel olarak, Batı’da da yüzünü HDP’ye -ya da HDP ile ittifaka- dönen seçmen sayısı aşağı yukarı sabit kaldı. 2015 seçimlerindeki kabarış yinelenemedi.

7 Haziran 2015’te Batı’da da HDP’ye oy verenler esas olarak metropollerdeki emekçi -ve kısmen mülk sahibi- Kürt nüfustu. Ama bunun yanı sıra Kürtlerin DAİŞ’e direnişi sırasında “siyasi İslam” karşısında Kürt hareketini “güvenilir” bir müttefik olarak görmeye başlayan Aleviler, özellikler Kürt Aleviler, ve HDP’nin “Yeni Yaşam” plaformunu “Gezi” hedeflerinin siyasal kaldıracı olarak benimseyen sosyalist, devrimci, özgürlükçü emekçi ve öğrenci gençlik HDP’nin büyük kentlerdeki yükselişinde çok önemli bir taşıyıcı rol oynadı.

Bunu, Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer metropollerde “Gezi mekanları” dolayındaki semtlerde HDP’nin ortalamanın bir buçuk ya da iki kat yüksek oylar almasından da teşhis etmek mümkündü. Ancak, “Gezi momentumu”nun mavi gökte şimşek çakarcasına yükselişi gibi, siyaset alanını hızla boşaltmasıyla da, HDP’nin büyük kentlerdeki en dinamik toplumsal dayanaklarının kitlesel ölçekte yeniden üretilmesinin zeminleri giderek daraldı.

Bu çerçevede, HDP’nin parlamento siyaseti dolayımıyla mücadeleye taşıyamayacağı toplumsal hareket dinamiklerini kucaklayabileceği taban örgütleri olarak HDK Meclislerinin, bir cazibe merkezi haline gelmeyi başaramaması, Kürdistan’daki tıkanmanın 2015 yazı sonrasında Batıya da sirayetine yol açtı.

İkinci bölümde tartıştığımız gibi “HDP-HDK çifti” halinde kavranmadıkça her ikisinin de kuruyup cılızlaşması kaçınılmaz olan HDP ve HDK özgün plana nispetle giderek daralan yapılar halinde toplumsal moblizasyondan beslenme kanallarından uzaklaşmaya başladılar.

2018’de, “stratejik oy” sahiplerinin HDP’ye yçnelerek görünmesini zorlaştırdığı bu daralma 2023’teki hatalı “ittifak planı” dolayısıyla aşikar oldu. Ancak, belki de çıplak gerçeğin olduğu gibi ortaya çıkması açısından bu “hata”ya teşekkür borçlu olabiliriz.

Sonuç

HDP-HDK’nin aslî ihtiyacı,  sonunda hangi biçime bürünürse bürünsün, özgün plana dönerek, Batı’da ve Kürdistan’da toplumsal mobilizasyon kaynaklarıyla buluşacağı kurgusuna iade olmak üzere girişeceği bir “yeniden kuruluş” hamlesidir.

Bu hamlenin gerçekleştirilmesi, sadece HDP Kongresi’nin omuzlarına yüklenemez, eş anlı olarak özgürlük hareketinin Kürdistani cephedeki rol ve işlevlerinde derinleşmesi, ulusal görevleri, bunları hakkıyla yerine getirmesi imkânsız olan ve bu amaçla da inşa edilmiş olmayan HDP’ye aktarmak yerine bu görevleri devralacak çoklu, çoğulcu mekanizmaların inşasına ön ayak olarak HDP’nin önünü açması gerekir. Bunun için çoklu danışma ve müzakere mekanizmalarının inşası ihtiyacı başlı başına bir gereklilik olarak kendisini dayatmaktadır.

HDP siyaseti toplumsal olanın politikleştirilmesi-politik olanın toplumsallaştırılması diyalektiği kapsamında, parlamentoculuktan siyasal aktivizme doğru taşınmalı, tüm vekiller toplumsal-politik örgütleyiciler ve propagandacılar olarak toplumun kendi kendisini örgütlemesi daimi göreviyle yükümlü olarak çalışmaya sevk edilmelidir.

Nihayet, HDP devrimci, eşitlikçi, özgürlükçü, feminist, enternasyonalist, bir hareket olduğunu, demokratik ve toplumsal kurtuluşun tüm siyasal görevlerini üstelenerek, Kürt halkının kendi kaderini tayini halkasından hareketle toplumsal ve demokratik bir cumhuriyet uğruna mücadelenin öncülüğüne ve halk iktidarının gerçekleşmesi için tüm demokratik kampın önüne geçmeye hazır olduğunu bir kez daha ilana hazırlanmalıdır. Kurtuluş yok tek başına…
__________________________________________

Yeni Yaşam, 6 Temmuz 2023