7 Haziran…

Tanım gereği, siyasal davalar, hukukun beş para etmediği, mahkemenin cinayet aracına dönüştüğü çatışma alanlarıdır. Bu çatışmalardan zaferle çıkmak; toplumun ekmek, barış ve özgürlük mücadelesinin en önünde mücadeleyi sürdürmek ve bunu herkes için görünür kılmakla mümkündür.

Tayyip Erdoğan ve avenesi 7 Haziran’ı asla unutmaz ve unutturmaz. 7 Haziran 2015, Erdoğan ve 40 haramilerin kılçıksız ebedi iktidar hayallerinin resmen yerle bir edildiği; Kürtler’in siyasal İslam’ın sözüm ona “din kardeşliği” sırnaşmasına sırt çevirdikleri; bir onur isyanıyla Roboski ve Kobanê’nin ahının yerde kalmayacağını sandıklarda Erdoğan’ın yüzüne çarptıkları gündür.

7 Haziran müesses nizamın, “biz ve ötekiler” diye tasnif ettiği her ikiliğin, “ötekiler” kutbundakilerin yıldızının parladığı andır. Yoksulların, dışlananlarının, Kürtlerin, kadınların, işçilerin, işsizlerin, gençlerin, sınır tanımayanların, dur denildiğinde durmayanların, yürü denildiğinde yürümeyenlerin, itiraz edenlerin, “Hayır” diyenlerin varlık ve kimliklerinin bir toplumsal ve politik ifadeye büründüğü andır.  İstisnaidir.

Bu istisnai değişimin dinamosu Halkların Demokratik Partisi’dir (HDP). Bunu bütün dünya biliyor; tarih böyle kaydetti. Dünya siyasetinin ortak bilgisi budur. Bunu hiçbir güç değiştiremez ve bu öylesine silinmez bir izdir ki, Tayyip Erdoğan’ın Amok koşusunda, kendisine eşlik etsin, HDP’yi Türkiye siyasetinden kazısın, tarihi baş aşağı getirsin diye Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tayin ettiği kişi, Anayasa Mahkemesi’nin kapısını 7 Haziran’da çalmadan edemez…

HDP’nin bu egemenliğin meşru ve gerçek alternatifi oluşuna beslenen bu kini ve HDP’nin “kanını içme” tutkusunu hiç kimse Devlet Bahçeli kadar açık ve dolaysız bir biçimde anlatamaz: Bahçeli geçtiğimiz yıl 20 Aralık’ta HDP kapatılsın kampanyasına şu sözlerle başlamıştı: “HDP’nin kapısına açılmamak üzere kilit vurulmalıdır. Yani demem odur ki, HDP’yi Türk siyasetinin taşıma ve hazmetme kapasitesi dolmuştur. Bu terör ve bölücülük yatağı kapatılmalıdır.”

Bahçeli, bu tarihten itibaren siyaseten ancak müstehcen olarak nitelenebilecek bir arlanmazlıkla mahkemelere talimat vermeye başladı; savcıları ve mahkemeleri baskı altına almaktan hiç kaçınmadı: “ […] HDP, 6-8 Ekim olaylarının, hendek terörünün ve bölücülüğe mihmandarlık yapmasının bedelini kanun, millet ve tarih önünde kesinlikle ödemelidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bilhassa 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili hazırlanan ve hukuken açık ihbar niteliği taşıyan iddianameyi temel alarak HDP hakkında acil ihtiyaç olan kapatma davasını süratle açabilecektir.”

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, Bahçeli’nin kılavuzluğunda, bulduğu her dosyayı içine doldurduğu iddianame Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildiğinde Bahçeli mahkemenin de kapatılması için esip gürlemişti. Ardından 6-8 Ekim olayları davası geldi.

Bahçeli 7 Haziran’da yeniden sunulan intikam iddianamesine de Anayasa Mahkemesini tehditle eşlik etti: “Bundan sonra bütün gözler AYM’ye çevrilecektir. Bu mahkemenin iddianameyi ikinci kez iade seçeneği de kalmamıştır. HDP terörizmin siyaset ayağıdır. HDP’nin kapatılması; siyasetten kaydının silinmesi özellikle AYM namus borcudur.”  

Bu iddianamenin de beş para etmezliği, Erdoğan’ın adaylar arasında beşinci sıradan alıp makama getirdiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin’in yaptığı sunuştan belli: Hazret “iddianamenin ‘giriş’ kısmında açıklandığı üzere iade sebeplerine katılmıyormuş.” Ama “dosya sürüncemede kalmasın” diye “birtakım hususlar da araştırılarak iddianame yeniden tanzim edilmiş.” Şahin alenen, “İddianameyi aynen iade ediyoruz. Reddi halinde sizi Bahçeli’ye havale edeceğiz” diyor.

HDP’yi kapatma çağrılarının ve tertiplerinin hukukla, terörizmle mücadele konusuyla, “milletin beklentileri”yle hiçbir ilgisi bulunmadığı apaçık.  HDP’nin tasfiye edilmek istenmesinin biricik sahici nedeni HDP yerli yerinde durdukça AKP-MHP-Ergenekon ittifakının önümüzdeki herhangi bir zamanda yapılacak bir seçimde iktidarı kaybedecek olmasıdır. Bu yüzden HDP’nin kapatılması, siyaseten tasfiyesi yalnızca HDP’ye değil, Türkiye’nin demokratik güçlerine ve demokratik geleceğine yönelik organize bir tehdittir. Ne var ki, bu tehdidin parlamenter düzlemde bütün açıklık ve önemiyle kavrandığı kuşkulu. İlk tepkilerin tehditle orantılı olmayan sınırlılık ve temkinliliği HDP için işin başa düştüğüne dair bir uyarı olmalı.

Bu çerçevede HDP’nin önündeki en stratejik mesele kendi gündemiyle toplumsal gündemi örtüştürmek ve savunmasını, toplumun savunulmasıyla aynı hat üzerine kurma titizliğinden hiçbir koşulda uzaklaşmamaktır.

Kendi gözlemlerimizden, sahadan ve kampanyalarımızdan edindiğimiz bilgilerin yanı sıra kamuoyu araştırmalarının da gösterdiği gibi toplum ve özellikle de HDP’nin hitap alanındaki toplum kesimleri için “en önemli sorunlar”ın başında ekonomik bunalım ve işsizlik-pahalılık var. Bunların ardından salgın geliyor. Rejim’in HDP’ye yönelik operasyonlarının bir başka boyutu da yanıt veremediği bu sorunlardan bu gündemi değiştirerek kurtulmak ihtiyacı. Bunda başarılı olamadığı apaçık. HDP’nin toplumsal algılanışı son beş yıl boyunca kötüleşmedi. Tersine HDP’yi oy verebileceği ikinci parti olarak görenlerin oranında göreli bir yükseliş oldu. Bunda HDP’nin toplumsal gündeme sadık kalmasının payı büyük.

6-8 Ekim ve “kapatma” davalarının HDP için ek basınçlar yarattığı, partinin mesaisinden çaldığı, enerjisinin kayda değer bir miktarını öz savunmaya ayırmaya zorladığı apaçık. Ancak, HDP ne bu gayretlerden kaçınabilir, ne de bu sırada genel toplumsal ve politik gündemi ihmal edebilir.

HDP elbette usulün gereklerini yerine getirecek, iddialara yanıt verecektir. Ne var ki, karşı karşıya kaldığı saldırı ancak toplumsal ölçekte ve siyaseten püskürtülebilir. Tanım gereği siyasal davalar, hukukun beş para etmediği, mahkemenin cinayet aracına dönüştüğü çatışma alanlarıdır. Bu çatışmalardan zaferle çıkmak; toplumun ekmek, barış ve özgürlük mücadelesinin en önünde mücadeleyi sürdürmek ve bunu herkes için görünür kılmakla mümkündür.

HDP bu belayı da defedecektir: Ancak, bütün birimleri ve düzeyleriyle birlikte bütünleşmiş ve eşgüdüm halinde işleyen bir organizma olduğunu ve partinin halkın örgütlenmesi, kendisini koruması ve siyasal iktidarı fethetmesi için kurulduğunu unutmaksızın ve her şart altında kendi kendisinin değil halkın davasının savunucusu rolünü azimle oynamaya devam ederek.