Pinokyo’nun Son Macerası: İstanbul Barosu Başkanlığı

Ertuğrul Kürkçü

İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal, Lozan antlaşmasının “Türkiye’de yaşayan herkes”e tanıdığı mahkeme önünde “kendi dillerini sözel olarak kullanma” hakkının Kürtler için geçerli olmadığını ileri sürerek yalnızca “hilafı hakikat beyan”da bulunmakla kalmıyor. Meslek ahlakını da çiğniyor.

Pinokyo, biliyorsunuz, bir masal kahramanı. Bir marangozun elinden çıktıktan sonra, gerçek bir çocuk oluncaya kadar başına gelmedik kalmaz. En bilinen macerası, koruyucu perisine yalan söyledikçe burnunun durmadan uzaması.

Masal bu ya, yalanlar uç uca eklenip uzayan burnu artık kıpırdamasına izin vermeyince Pinokyo doğruyu konuşmaktan ve “saygıdeğer bir yurttaş” olmaktan başka bir çaresi kalmadığını görür. Gerçi bu çilelerine son vermez ama “insanlık sınavı”ndan geçmiştir bir kere, yardımına koşacak dostları vardır. Bütün vartaları atlatır, feraha çıkar…

Baro Başkanı’ndan “hilafı hakikat beyan”

İstanbul Barosu’nun yeni Başkan Ümit Kocasakal, Pinokyo’nun başına gelenler kendi başına gelmez sanıyor. Oysa masallar, çocuklara büyüklerin başına gelen şeyleri anlatır aslında. Kocasakal’ın İstanbul Baro Başkanı olarak yanıt vermeye çağrıldığı ilk soruya karşılık söylediklerini koruyucu perisi henüz duymamış olmalı, yoksa durmadan uzayan burnuyla Baro’nun kapısından içeri giremezdi.

Soru şuydu: “KCK davasında tutuklular, savunmalarını Kürtçe yapmak istediler. Lozan Barış Antlaşması’nın kendilerine bu hakkı verdiğini söylediler. Mahkeme ise bu istemi reddetti. Ne dersiniz?”

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi de olan Kocasakal, gözümüzün içine baka baka şunları söyledi: “Lozan Antlaşması sadece gayrimüslim azınlıklarla ilgili hükümleri kapsar, Kürtler bunlara dahil değildir.”

Önce 24 Temmuz 1923 tarihli, Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ile Türkiye arasında imzalanan Antlaşmanın ilgili hükümlerine bakalım.

Lozan’daki hakikat

BÖLÜM III.
AZINLIKLARIN KORUNMASI

MADDE 37.

Türkiye 38 ila 44. Maddeler’de yer alan hükümlerin temel yasa olarak tanınacağını ve hiçbir yasa, yönetmelik ya da resmi işlemin bu hükümlerle çatışamayacağını ya da bunlara karışamayacağını, hiçbir yasa, yönetmelik ya da resmi işlemin bunlara üstün gelemeyeceğini taahhüt eder.

MADDE 38.

Türk Hükümeti soy, milliyet, dil, ırk ya da dinlerine bakılmaksızın Türkiye’de yaşayan herkesin hayat ve özgürlüklerini bütünüyle ve tam olarak güvence altına almayı taahhüt eder […].

MADDE 39.

[…]

Türkiye’de yaşayan herkes, din farkı gözetilmeksizin, yasa karşısında eşit olacaktır.

Din, inanç ya da itikat farklılıkları hiçbir Türk uyruğunun, örneğin kamuda göreve alınma, işlev ya da paye sahibi olma ya da iş ve meslek icrası gibi medeni ve siyasi haklarına halel getirmeyecektir.

Herhangi bir Türk uyruğunun herhangi bir dili özel münasebetlerinde, ticarette, dinde, basında ya da herhangi bir türden yayında ya da halka açık toplantılarda kullanmasına hiçbir kısıtlama getirilmeyecektir.

Resmi dilin varlığına bakılmaksızın, Mahkemeler önünde kendi dillerini sözel olarak kullanmaları için Türkçe konuşmayan Türk uyruklarına yeterli imkânlar verilecektir.

İstanbul Barosu layık olduğu şekilde mi temsil ediliyor?

Yukarıda yazılanları anlamak için, baro başkanı, avukat, savcı, yargıç ya da hukukçu olmak gerekmiyor. Okuma yazması ve belli bir dereceye kadar idrak sahibi olan herkes şunları kolayca anlayabilir.

1.       Lozan Antlaşması hükümleri Anayasa Maddeleri hükmündedir.

2.       Lozan Antlaşması hükümleri gayrimüslim azınlıkların haklarıyla sınırlı değildir.  “Türkiye’de yaşayan herkes”i kapsar.

3.       Mahkemeler önünde “kendi dillerini sözel olarak kullanma” haklarından yararlanmaları kişilerin Türkçe bilip bilmemeleriyle koşullu değildir.

Yasakoyucular, yargıçlar ve savcılar düzen koruyucuları ve yargının hâkim gücü oldukları için yasayı özgürlükçü değil otoriter bir biçimde yorumlamaya yatkın olabilir. Ya yargının proleterleri olan avukatlar? Onlar ve kendilerini temsille görevlendirdikleri baro başkanı bir gün savunmakla yükümlü olacağı yurttaşların haklarını elindeki yazılı yasa metninden daha kısıtlayıcı bir şekilde yorumlayabilir mi? Dahası, bu örnekte olduğu gibi, sonunda yasayı yok saymaktan başka bir anlamı olmayan bir yalanı bütün toplumun gözü önünde söyleyebilir mi?

Demek ki, Kocasakal müvekkilleri “Türkçe konuşmayan Türk uyruğu”ndan kimseler olsa, işe onlara haklarını anlatarak değil, “kendi dillerini sözel olarak kullanma” hakkından feragat etmelerini isteyerek başlayacak.

İstanbul Barosu avukatlarının, başkanlarını sadece “siyasi doğruluk” değil, meslek deontolojisi açısından da bir kere daha tartması gerekmiyor mu?

17.11.2010
http://bianet.org/bianet/bianet/126114-pinokyonun-son-macerasi-istanbul-barosu-baskanligi