First National Bank, Obama ve Zuma, Madiba’ya saygıda kusur etmedilerse de lafla “ubuntu” olmadığını gördük hep birlikte. Değilse, Madiba’nın onuruyla onurlanmak için son sözü kendisine ayıran Başkan Zuma halkından iltifat yerine hakaret görmezdi. Devletle ubuntu aynı anda var olamıyordu.
“Afrika’da bir sözcük var -Ubuntu-, Mandela’nın en büyük meziyetinin, hepimizin gözle görünmeyen bağlarla birbirimize bağlandığını, insanlığın tek olduğunu, kendimizi başkalarıyla paylaşarak ve çevremizdekileri esirgeyerek kendimiz olduğumuzu kabullenişinin ifadesi olan bir sözcük” diyordu, ABD Başkanı Barack Obama yağmurdan ve terden sırılsıklam, FNB Stadyumu’nun localarından birine girmeyi başardığımızda.
ABD liderinin onun ima ettiği anlamların hepsinin inkarı olan bir uygarlık adına konuşurken, yüzünü “ubuntu”ya dönmek zorunda kalmış oluşu, yalnızca “ikiyüzlülükle” mi açıklanabilir? Yoksa Obama’nın bir siyah ABD Başkanı olarak insanlığın yeniden bir araya gelme özleminin içinden konuşmaksızın sözünün paramparça siyah Afrika’da hiçbir kıymetinin olamayacağını idrakiyle veya “Madiba”nın halkı önünde konuşurken onun temsil ettiği her şeye atıfta bulunmaksızın edilen sözlerin dinleyen kulaklar bulamayacağının kendisine hatırlatılmış olmasıyla mı? Belki hepsiyle…
Ne eksikti?
Ancak, belagat bütün haşmetiyle orada, büyük ekrandan yansıyor olsa da “ubuntu”nun 10 Aralıkta FNB stadyumunda kol gezmediğini herhangi biri hemen hissedebilirdi. Neyin eksik olduğunu sorsanız buna “ubuntu” diyemezdi belki hiç kimse ama, oradaki ortaklık ruhunun eksikliğini hissetmemiş de olamazdı, Mekânın kendisi, “ubuntu” neyi ima ediyorsa onu inkar ediyordu zaten, Törenin gerçekleştiği Johannesburg’daki 90 bin kişilik FBN Stadyumu, 2010 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapabilmesi için adını Güney Afrika’nın -ve Afrika’nın- en büyük bankası First National Bank’e (FNB) hibe karşılığı bırakılmıştı, Her şey olabilse de bir bankanın “ubuntu”ya ev sahibi olabileceğine Güney Afrikalılar da inanmıyor olmalılar ki, FNB tribünlerinde pek az ve pek heyecansızlardı, kapalı üst sıralar bile hınca hınç dolu değildi, Evet yağmur vardı, ama onlar ne “yağmurlar” görmüşlerdi. Yağmur onları “Madiba”dan ayıramazdı… Nitekim ertesi gün Pretoria’da “Madiba”nın cenazesi ile baş başa kalma fırsatı bulduklarında on binlercesi onlarca saat, yakıcı güneşin altında sırada beklemekten yüksünmedi.
Afrikalı düşünür Michael Onyebuchi Eze’nin yorumuna göre, “ubuntu” inancı/anlayışında, “bir kişinin öteki insanlar aracılığıyla kişilik sahibi olması, onun ‘öteki’ni kendi biricikliği ve farklılığı içinde tanımasıyla kendi insanlığının doğrulanması demektir. Bu bir yaratıcı öznelerarası formasyon talebidir, bu sayede ‘öteki’ ben öznelliğimin aynası (ama yalnızca bir aynası) haline gelir (…) İnsanlık benim kişiliğimde yalnızca bir birey olarak iliştirilmiş değildir, insanlığım öteki ile aramda ortaklaşa özselleştirilmiştir.”
Obama anısına düzenlenen resmi tören “paktlar”, “eksenler”, “ittifaklar”, “ligler” olarak bölünmüş olan insanlığın hepsi birbiriyle husumet halindeki devletlerde cisimleşmiş olan gerçekliğinin bir yansısıydı. Orada halkıyla “ubuntu” içinde bir ömür sürmüş olan “Madiba” yoktu. “Madiba”nın onuruyla onurlanmak, onun ruhunda arınmak için onun doğduğu yere akın etmiş, insanlığı en dibe battığı yerde kendisine iade etmiş olan bu büyük insanın ışığında dünyaya kendisini göstermek için sahneye tünemiş servet ve kudret sahipleri vardı, FNB Stadyumu’nun VIP localarında kendilerine yer bulan Güney Afrika’nın beyazlar kadar hatta onlardan da şık siyah seçkinlerinin açık tribünlerde iliklerine kadar suya batmış siyah emekçilerle “ortaklaşa özselleştirilmiş” aynı insanlığa ait olmadıklarını, başka hiçbir şey onlarla aynı yağmurda ıslanamıyor oluşları kadar açık ifade edemezdi: Devletle ubuntu aynı anda var olamıyordu. First National Bank, Obama ve Zuma, Madiba’ya saygıda kusur etmedilerse de lafla “ubuntu” olmadığını gördük hep birlikte, Değilse, Madiba’nın onuruyla onurlanmak için son sözü kendisine ayıran Başkan Zuma halkından iltifat yerine hakaret görmezdi.
Ertesi gün Pretoria’da Güney Afrika’nın siyasi merkezi “Union Buildings”in tepelerden yemyeşil kente bakan avlusunda “Madiba”ya veda etmek için kendimize yol ararken “ubuntu”nun akışına tanık olduk. Hiçbir güç onları bir yerden alıp oraya taşımış değildi ama rengarenk giyimleri içinde bütün sokakları işgal etmiş kadınlar, erkekler, çocuklar, gençler, köylüler, kentliler, beyazlar, siyahlar, Hintliler, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve animistler, dün FBN Stadyumu’ndan kaçan “ubuntu”nun kollarında “Madiba”ya gidiyorlardı. On binlerce insan ne haykırışlar içinde gözyaşları döküyor, ne dövünüyor, ne boru trampet takımlarının eşliğinde uygun adım yürüyordu. Sükunetle gülümseyerek kendilerini Nelson Mandela’ya vedaya götürecek otobüsleri bekliyorlardı.
Madiba ile yüzyüze vedalaşmak için saatlerimiz hızla akarken önümüzde kapalı duran kapıları iki sihirli sözcük açtı: Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ve Kürtler… Kürt halkının uzun mücadele yılları içinde Öcalan’ın önderliğinde Güney Afrika’nın Apartheid rejimine karşı mücadeleye verdiği desteği ANC hiç unutmuyor. Bu kadirbilirlik sayesinde, bu dünyadan ayrıldıktan sonra bile olsa bu yüzyılın en değerli insanlarından biriyle tanışmak fırsatı bulduk. Defterine “Sevgili Madiba” diye yazdım, “keşke sen buralardayken tanışmış olabilseydik…” (Radikal 2, 15 aralık 2013)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.