Ertuğrul Kürkçü
Erdoğan, kibirle giriştiği referandum oyununun altında kaldı. Halk, Temmuz 2007’de ordunun dayatmalarına karşı verdiği dolaylı desteği, orduyla anlaşarak diktatoryal bir yönelime giren Erdoğan ve AKP’sinden geri çekti.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve nobran genel başkanı Tayyip Erdoğan “millet”ten silleyi yedi. 29 Mart 2009 yerel seçimlerini tek bir cümleyle özetlemek istesek böyle diyebilirdik. Bu, bütün olasılıklarıyla birlikte toplumun kendi kendisini yönetmesi için daha çok olanak sunan iyi bir durum.
Evet AKP birinci parti konumunu koruyor, evet CHP ile MHP’nin oy toplamı AKP’ninkinden daha fazla etmiyor, ama halkın yüzde 60’ı AKP’yi istemediğini açıkça söylüyor. Bu yüzde 60’ın kayda değer bir bölümünün en az AKP kadar demokrasi, emek ve özgürlük karşıtı partilere destek vermiş olması ayrı mesele. Erdoğan’ın boynu kendi kurduğu referandum oyununda kendi altında kaldı.
Artık her üç kişiden sadece biri AKP’den yana
O artık Temmuz 2007 seçimlerinden sonra yüzde 47 yüzde 50’ye yuvarlanarak söylendiği gibi her iki kişiden birinin desteğine sahip değil. Tersine, biraz daha zorlayarak söylersek Erdoğan sadece her üç kişiden birinin oyunu temsil ediyor. AKP lideri, “bu bir yerel seçimdi” diyerek bu hesabı geri çeviremez, referandum çağrısında bulunmuş ve “referandum”u kaybetmiştir.
Erdoğan “padişah” gücüne sahip olmadığını ve artık olamayacağını büyük bir zaferle çıktığı genel seçimlerden sadece iki yıl sonra acı bir dersle öğrenmiştir. Bu sonuç, Türkiye’de değil dünyada da böyle okunacaktır. Erdoğan’ın “bölgesel lider”lik iddiası da belinin ortasından bir darbe almıştır.
AKP’nin yanılgısı
2007 seçimlerinin genel kesin sonuçları henüz alınmadan bianet sayfalarında şu saptama yapılmıştı:
“AKP’nin seçmenlerin yarısına yakınının oyunu alarak bir kez daha dört yıl boyunca hükümet olma şansını kazanmış olması, ne İslamın kabarışına ne de AKP siyasetine verilen onaya yorulabilir.
“Bu, ordunun, CHP’nin ve diğer sözüm ona laiklik koruyucularının, halkı bayrak göstererek terbiye etme zorlamasına verilen bir popüler yanıt. Oylar, büyük çoğunluğa, nereden bakılsa görünecek etkili bir mesaj için optimal bir fiziksel büyüklüğe sahip başka bir seçenek bırakılmadığı için AKP’ye kaydı.
“Şimdi en büyük tehlike, AKP İslamcılığının bunu, zihniyetine verilen bir onay kabul ederek, kendine toplumsal olarak sahip olmadığı bir güç vehmedip Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde olduğu biçimde, züccaciyeci dükkânına girmiş fil gibi davranması. Ne yazık ki parlamentodaki muhalefet AKP’yi böyle bir denetime tabi tutacak moral üstünlükten yoksun.”
AKP, hükümette politik üstünlüğünü, toplumsal ve demokratik haklar alanındaki açılımlarla sürdürebileceğini idrakten yoksun olduğunu, seçimler öncesinde ortaya attığı “demokratik anayasa” taslaklarını seçimlerden sonra rafa kaldırarak, Kürt Sorunu’nu Mecliste ve yerel yönetimlerdeki temsilcilerle müzakere etmek yerine Washington-Erbil-Ankara eksenli yukarıdan düzenlemeler ve silahlı güçle bastırabileceği yanılsamasına kapılarak gösterdi.
Erdoğan, tıpkı şeriat korkusuyla yaşayan düşmanları gibi, Türkiye halklarının tanzimattan bu yana sekülarizm yolunda katetetiği mesafeyi hafife alarak, kimsenin ona vermediği İslam’ın temsilciliği, toplumun manevi önderliği rolünün artık kendi üstüne düştüğü vehmine kapıldı. Türkiye’nin çok kültürlü, çok sınıflı, çok dinli dokusunun başlıca ögelerinin, özellikle özgürlüğüne ve yaşam tarzına düşkün kadınların bu şekilde yönetilmeyi kabul etmeyeceğini aklına bile getirmedi.
Eleştiriye tahammülsüzlük ve ifade özgürlüğünün kullanılmasını şahsıyla girişilmiş bir düello olarak okumakla malul bir zihniyete sahip olan Erdoğan’ın medya kontolü için hükümet olanaklarını kullanarak giriştiği manevralar da AKP’liler dışında herkesi bu yeni kişisel diktatörlük heveslisine ders verme arzusuyla doldurdu.
Tayyip Erdoğan ve hükümetinin, kapitalizmin dünya ölçeğinde genişlemeye devameden krizinin yol açtığı yoksullaşma, işsizlik, küçük üreticilerin iflası gibi ağır toplumsal ve ekonomik sorunlar karşısında kamu kaynaklarını sermaye yanlısı ve emek karşıtı politikaları sürdürmeye ayırmasının herşeyin üstüne tüy dikeceği ve hükümet partisinin yurttaşlarca cezalandırılacağı seçim kampanyaları başladığında kolayca seziliyordu.
Tarhan Erdem’in KONDA şirketinin, bu gerçeklerle bağdaşmayan, AKP’yi sebepsiz yere yüzde 52 ile mutlak iktidar gösteren başarısız kamu oyu yoklaması da bir ihtimal insanları can havliyle AKP’nin karşısında kim varsa onu desteklemeye yöneltmiş olabilir.
Halkın adaleti
Özellikle İstanbul’da AKP belediyelerinin vahşi “kentsel dönüşüm” politikalarının bugünkü ve gelecekteki mağdurlarının başta Beyoğlu olmak üzere, Kartal, Maltepe, Sarıyer’de ve İstanbul ilçelerinin yarısından fazlasında AKP’nin karşısında kazanmaya en yakın CHP’li adaylara yönelerek yerel arsızlığa sert bir uyarıda bulunduğu açık. Adaletsiz adalet bakanının “AKP’ye oy vermezseniz işiniz görülmez” tehditleri özellikle İstanbul ilçelerinde sökmedi, yarısından çoğu CHP’ye gitti.
CHP güven vermedi
Seçim sonuçları, halkın TSK ile el ele yürütülen “Ergenekon” yargılamaları için “savcı” Tayyip Erdoğan’ı ödüllendirmeyi hiç düşünmediği gibi, “avukat” Deniz Baykal’ı da güvenilir bulmadığını ortaya koyuyor. Halk bütün seçim boyunca, Ergenekon sanıklarını savunan Deniz Baykal’ın “güvenlik” merkezli siyasetlerine değil,geçim sıkıntısı, barınma, kaliteli hizmet, yoksulluk ve yoksunlukla mücadele merkezli siyasetleri savunan Kılıçdaroğlu ve Karayalçın gibi adayların kişiliklerine ilgi gösterdi.
Sosyalist sol ve DTP
Bu yerel seçim sonuçları emekçiler ve halk kitleleri için bir zafer sayılamaz. Ama böylelikle, 22 Temmuz sonuçlarının ardından AKP’nin hükümete yükselmesiyle birlikte belirmiş olan hükümet-sermaye-ordu ittifakına dayalı bir tek parti hegemonyası olasılığı önemli ölçüde bertaraf ediliyor ve toplumsal muhalefet için nispeten geniş bir manevra alanı açıyor.
Seçimler, sosyalist sol için pratikte DTP ile ittifak dışında bir “halk bloku” imkanının bulunmadığını da gösterdi. 2009 yerel seçimlerinde DTP’nin benimsediği söylem ve siyasal hedeflerle, sosyalist hareketin pek çok eğilimi arasında uzlaşmaz farklılıklar bulunmadığı halde, kayda değer sosyalist hareket ve partilerin önemli bir bölümü (TKP, EMEP, ÖDP) birçok yerde seçimlere ayrı girdiler ve toplumsal muhalefetin kalbinin attığı İstanbul, Ankara, İzmir ve Mersin’de İşçi Partisi’nin (İP) de gerisinde kaldılar. Bu sonuçlar üzerinde düşünüleceğini umalım.
DTP için bu seçimler, güneydoğuda büyük bir başarıya tanıklık etti. DTP, DEHAP’ın toplam 36 olan belediye başkanlığı sayısını 58’e çıkardı. Bunların 7’si il belediyesi, biri büyükşehir (Diyarbakır).
Ancak, DTP’nin DEHAP’ın 2002 Genel Seçimlerinde Türkiye genelinde 1 milyon 933 bin 680 oyla kazandığı yüzde 6,14 ve İstanbul’da da 287 bin 953 oyla kazandığı yüzde 5,51 desteğin gerisinde kalacağı ya da bunu aşmakta zorlanacağı anlaşılıyor: Saat 02:08 itibarıyla DTP’nin İl Genel Meclisi Seçimlerinde Türkiye ölçeğinde aldığı oy oranı yüzde 5.30; İstanbul’da aldığı oy ise yüzde 4.53. Oy miktarlarında önemsiz artışlar olsa da bu oranların değişmesi olasılığı çok az.
DTP’nin özellikle İstanbul’da önüne koyduğu “mevcut oy sayısınıikiye katlama” hedefinin çok gerisinde kaldığını tartışmaya bile gerek yok.
Bunun bir nedeni, yaklaşık 25 yıldır bir kültürel kimliğin diliyle konuşan bir partinin, şimdi Batı’da birden çok kimliği kuşatan temel toplumsal sorunlardan kaynaklanan tepki ve beklentileri temsilde çektiği acemilik ve müttefikleriyle asimetrik bir ilişki kurmak zorunda kalması. Başka bir deyişle, İstanbul’da sadece Kürt değil emekçi, göçmen ve yoksul da olan milyonlarca insan için kentsel ve ulusal ölçekte politika kurmanın güçlükleriyle baş edecek bir yönelime henüz kavuşmamış olması. Buna karşılık, sosyalist hareketin de ona güç ve fikir vermekten hayli uzak kalması.
Sosyalist hareketin, şöyle ya da böyle tutum takınmalarının toplamda anlamlı sonuçlar yaratması mümkün kimi unsurları, ne yazık ki sürecin sunduğu imkânları da DTP’nin ihtiyaçlarını da yeterince sağlıklı değerlendiremediler. DTP’den daha çoğunu göze batıran üçüncü bir kutup seçim bağlamında bir görünürlük kazanamadı. Ama bu, böyle bir birikimin doğmakta olmadığı anlamına gelmiyor. Enerjik çabalarla, ezilenlerin itirazlarının taşıyıcısı olmaya devam etmek; medyanın himmetine muhtaç olmak yerine halkın sözü olmak; inatla ve umutla politik aklın gereğini yerine getirmek, sadece Diyarbakır’da değil, İstanbul’da da Kürt emekçileriyle ittifakı merkeze alan bir politik kutup oluşturmak seçim sonrası sol gündemin en önemli maddesi olacak.
30.03.2009
http://bianet.org/bianet/bianet/113465-halk-erdoganin-nobranligini-affetmedi