Ertuğrul Kürkçü
Erdoğan’ın politik gündemi “Gazzeye yardım”la çekip çevirmesinin önüne geçecek ve samimiyetini sınayacak tek şey, AKP’nin karşısına İsrail’le bütün askeri anlaşmalara son verme çağrısıyla dikilmek.
Tayyip Erdoğan “Gazze’ye yardım” edecekti, ama Gazze Erdoğan’ın imdadına yetişti.
Başbakan, içeride toplumsal-ekonomik-kültürel alanda baş aşağı giden meşruiyetini, 2002’de işe başlarken olduğu gibi bir kez daha “dışarı”dan ihya etmeyi deniyor.
Gerçi başlangıçta “dışarısı” küresel sermaye başkentleriydi: Washington, Brüksel, Londra, Berlin, Madrid. Erdoğan iki dönem idare etti, Avrupa Birliği’nin Doğu’ya açılan köprüsü, 11 Eylül sonrası ABD’nin “ılımlı İslamcı” müttefiki olarak… AB üyelik müzakereleri, TCK, Anayasa değişiklikleri, mali reformlar, derken, Fransa ve Almanya sağın eline geçti; “büyük kriz” geldi çattı. “Ankara’nın üyeliği dendiğinde” Avrupa’nın büyük güçlerini hafakanlar basıyor. Kimsenin kimseyi görecek hali yok artık…
Doğu’ya giderek Batı’ya varmak
Ama dünya yuvarlak, şimdi “dışarısı”, eski “3.Dünya”… Tayyip Erdoğan Arap sokağında, İsrail’den mazlumların âhını alan Seyfullah [Allah’ın kılıcı], Acem çarşısında, “şeytan” Amerika’ya pabucu ters giydiren “sadrazam”, Brasilia’nın “business” âleminde Bağdat Kadısı Abdurrahman Efendi’nin ahfadından müdebbir tüccar “El Turco” olarak parlatıyor yıldızını… Eski günlerde olsa pekala, Yahudi mitolojisine göndermede bulunabilirdi AKP’nin imaj danışmanları: “Davud Golyat’a karşı”.
Ancak Golyat’ın Washington DC’deki akıldaneleri bu imajdan pek rahatsız sayılmaz. Hillary Clinton Tahran’a karşı elindeki son kartı çaldıkları için Brezilya’nın solcu Başkanı Lula ve Tayyip Erdoğan’a karşı gazaba gelince, ABD’nin ünlü haftalık haber yorum dergisi Newsweek‘in başyorumcusu Fareed Zakaria ABD Dışişleri Bakanına gerçeklerle yüzleşmeyi tavsiye etti:
“Türkiye ve Brezilya (ve Çin ve Hindistan) gibi ülkeler son yirmi yılda ekonomik güçlerini çok artırdılar. 1995’te yükselen piyasalar küresel ekonominin üçte birini elde tutuyordu. Bu yılsa yarısını ellerine geçirip yükselmeye devam edecekler. Ekonomik bunalımla Batı’dan çok daha iyi başa çıktılar. Siyasi istikrara sahipler, kendilerine güvenleri her geçen gün artıyor ve dünya sahnesinde daha büyük bir rol üstlenmekte kararlılar. Bu koşullar altında Obama’nın daha çok ağırlık koyması gerektiği fikri ahmakça ve tehlikeli. ABD daha çok tehdit ederse Brezilya ve Türkiye daha çok işbirliği yapacak değil. Amerika’nın görevi, dünyanın yükselen güçleriyle ortaklık kurmak ve onları daha istikrarlı ve nezih bir dünyadan çıkarları olduğuna ikna etmek. Al Capone bunu sağlamak için işe yarar bir model sayılmaz.”
Tayyip Erdoğan ve “hariciye nazırı” Ahmet Davutoğlu bu “istikrarlı ve nezih” dünyada İsrail’in de eskiden oynadığı rolü oynamaya devam edemeyeceğini kavradıklarından beri, Washington-Tel-Aviv eksenini sınıyorlar… “One minute” şovu bu kavrayışın ürünüydü. Mavi Marmara seferi de “yükselen gücün” Arap dünyasındaki nüfuzunu derinleştirmek ve buradan edindiği etkiyi içeriye ve küresel güç mimarisine aktarma imkânlarını görmek için giriştiği bir sondaj!
Ehud Barak’ın komandoları, ahmaklık ve gaddarlıklarıyla sadece Erdoğan’ın nüfuz alanını genişletmesine destek oldular, rehin alıp hapse attıkları 360 “insani yardım militanı”yla da Türkiye’nin daimi bir Filistin meselesi edinmesini sağlayacaklardı ki, araya “uluslararası toplum”un aklı girdi. Başbakan, Hamas’a ve İsrail Siyonizmine ortaklaşa şükredebilir. Tayyip Erdoğan’ın Anayasa referandumuna kadar bununla idare etmesinin önüne geçecek olan tek şey, İsrail ile bütün askeri anlaşmalara son verme çağrısıyla AKP’nin önüne dikilmek.
İktidarın PKK ile sınavı
AKP’nin temsil ettiği ittifak Temmuz 2007 seçimleri öncesinde Erdoğan-Büyükanıt mutabakatıyla başlattığı “Ergenekon” operasyonlarıyla devletteki hasımlarına karşı nisbi üstünlüğünü Deniz Baykal’ın istifasına kadar artırarak sürdürmeyi başarmıştı. Bu üstünlük, TSK’nin iç siyasetteki gücünün kırılması, iç güvenlikte AKP hakimiyetinin tesis edilmesi, medyanın kontrol altına alınması, devletin ekonomik mekanizmaları üzerinde tam bir otoritenin tesis edilmesiyle maksimize edildi.
AKP, Anayasa oylaması ve 2011 genel seçimlerine giderken bu nispi siyasi üstünlüğü korusa da toplumsal ve ekonomik alandan yükselen sert muhalefet bu ilerleyişi frenlemeye devam ediyor.
Erdoğan’ın başından iki dert hiç eksik olmayacak ve onun gelecekteki yenilgisinin yolunu döşeyecek.
* Bilmediğimiz başka bir gelişme söz konusu değilse, Abdullah Öcalan’ın PKK ile Ankara arasında barışçı bir ilişki sağlanmasına ilişkin gayretleri bir sonuç vermediği takdirde savaşı önlemekle ilgilenmeyeceğini belirttiği son tarih geldi geçti. HPG İskenderun’daki donanma birliğine saldırarak 6 askeri öldürdü ve PKK bildirisini yayınladı:
“1 Haziran’dan itibaren (…) misilleme eylem yapma hakkımızı daha etkin ve yaygın kullanacağımızı paylaşmak istiyoruz. ”
Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) de “AKP hükümeti (…) tek yanlı olarak sürdürdüğümüz eylemsizlik sürecini boşa çıkarmış ve anlamsız kılmıştır. 13 aylık ateşkes sürecinin sona ermesinden hareketimiz değil, AKP hükümeti sorumludur” dedi.
Erdoğan’ın iktidara geldiğinden beri ciddi bir gerilla seferberliğiyle karşı karşıya kalmadığı, PKK’nin tek yanlı olarak ilan ettiği ateşkesleri zaman zaman kesintiye uğratsa da AKP hükümetine karşı esasen bir şiddet kampanyası yürütmediği göz önünde tutulacak olursa, Erdoğan’ın askeri hedeflerin yanı sıra büyük kentlerde ticari ve ekonomik çıkarları da hedef alan bir isyan dalgası karşısında tutunmasına “Gazze rüzgarı”nın yeteceği çok kuşkulu.
* Buna hükümet yanlısı medyadan pompalanan bütün iyimserliğe karşın dinmeyen işsizlik, kabaran yoksulluk, dışlanmışlık ve sömürünün, yolsuzluk ve baskının altında kalan milyonların öfkesi de eklendiğinde AKP’nin hükümette bugünkü ekonomik ve toplumsal politikalarını sürdürerek sermaye hakimiyetini tesis açısından 2007 Temmuz seçimlerinde edindiği gücü koruması düşünülemez bile.
Kılıçdaroğlu “seçeneği”
Deniz Baykal takozunu havaya uçurarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başına yükselten video-komplo bu bağlamda anlam kazanıyor.
Her şeyin olduğu gibi sürmesi ve AKP’nin makas değiştirememesi halinde bir kaosa işaret eden gelişmeler henüz uç vermemişken ulus-devletin bekası, toplumsal eşitsizliklerle beli bükülen emekçi kitlelerin rejime güveninin ihyası, Kürtler ve Alevilerde var olan rejim çerçevesinde dışlanmaktan kurtulabileceklerine dair bir umudun yaratılması için AKP iktidarına kurulu düzen içinden bir seçenek yaratılması meğer ne kolaymış. İnternete çıkıp bir video paylaşım sitesinde “gönder” tuşunu tıklamak… Hepsi bu kadar basit işte…
Taraf gazetesinin Deniz Baykal’dan bir nevi Dreyfüs yaratmaya girişmesi bundan. Düşünüyor büyük düşünür Ahmet Altan: AKP’ye bir seçenek yaratılması bu kadar kolaysa o zaman o seçeneği sağlayan komployu deşifre ederek her şey eski haline döndürülemez mi? Tarihin istihzası: AKP’nin liberal müttefikleri “Ergenekon savcısı” Tayyip Erdoğan’ın iktidarını sürdürmesi için “Ergenekon avukatı” Deniz Baykal’da bir müttefik bulacaklarmış demek!
Üçüncü bir kutup
Görünürdeki bütün yer değişikliklerine karşın, politik denklemin sabitleri de Sosyalist hareketin görevi de değişmeden kalıyor:
* Siyasi gerçekleri teşhir ederek, birbirlerine karşı konumladnırılan emekçilerin devletten ve sermayeden bağımsız bir üçüncü kutupta, bir emek ve özgürlük blokunda toplanmalarına ön ayak olmak.
* Emekçileri ve solu, iki kamptan birine yamama çabalarına karşı sistematik bir muhalefet örgütlemek.
* Kürt emekçiler ve Kürt Özgürlük hareketiyle birlikte, siyasal kurtuluşla toplumsal kurtuluşu birbirine bağlayan bir politik ortaklık örmek.
* Kabarmakta olan milliyetçi ve dinci histeriye karşı enternasyonalist ve özgürlükçü bir sosyalist koordinasyonun oluşması için bütün imkanları seferber etmek.
* Bileşik ve kitlesel bir sosyalist emekçi partisinin inşası için yeniden kuruluş çabalarını inatla sürdürmek.
02.06.2010
http://bianet.org/bianet/bianet/122438-erdoganin-samimiyet-sinavi-israille-askeri-isbirligine-son
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.