“Dershane” meselesi her şeyden önce milyonlarca öğrencinin/gencin hayatını doğrudan ilgilendiriyor. “Yiyin birbirinizi” diyerek olan bitene uzaktan bakmakla yetinemeyiz. Bu, “dışımızdaki” bir kavga değil.
Ertuğrul Kürkçü
Herhalde hiçbirimiz hükümet ile cemaat arasındaki “dershane” çatışmasının öğrencilerin hakları ve iyiliği, eğitimin kalitesi, ilim/bilim, aile bütçelerinin rahatlaması, hizmet ve saire ile ilgisi olduğunu düşünmüyoruz.
Ancak “dershane” meselesi her şeyden önce milyonlarca öğrencinin/gencin hayatını doğrudan ilgilendiriyor. “Yiyin birbirinizi” diyerek olan bitene uzaktan bakmakla yetinemeyiz. Bu, “dışımızdaki” bir kavga değil.
Türkiye’nin imzacısı olduğu BM Çocuk Hakları Bildirgesi’nin de kayıt altına aldığı gibi “Çocuğun, en azından ilköğretim aşamasında ücretsiz ve zorunlu bir eğitim almaya hakkı vardır (…) Çocuğun eğitiminden ve rehberliğinden sorumlu olanlar için yol gösterici ilke, çocuğun çıkarlarıdır. Bu sorumluluk her şeyden önce ana babasınındır.”
Hükümet cemaatin nüfuz alanını daraltmak üzere dershaneleri “özel eğitim kurumları”na dönüşmeye zorluyor. Onları Milli Eğitim Bakanlığı’nın dolaysız denetimi altına almak istiyor. Üstelik bu şekilde öğrencilerin asıl derdi, sınav rejimi ortadan kalkmak bir yana dershaneden okul içine taşınıyor. Cemaat ise kendi arka bahçesi dershanelerin “paralı eğitim kurumları” olarak kalmasını ve bu yarış düzeninin süregitmesini “ticaret özgürlüğü” adına savunuyor.
Öğrenciler ve anne babaları hayat ve kaderlerine ilişkin bu temel tartışmada BM Bildirgesi’nin 7. Maddesi’nde güvence altına alınan temel haklarına -parasız zorunlu eğitim- saldıran AKP’nin de cemaatin de karşısında kendi temel haklarının yanında toplanmalı.
Öğrencileri dershanelere yönelten, analitik düşünmelerini köstekleyerek onları belirli soru biçimlerine yönelik çözümleri ezberlemeye sevk eden seçme-yerleştirme sınavları. 12 yıllık zorunlu parasız eğitim pratikte devlet eliyle “zorunlu-paralı eğitim”e dönüştürülüyor.
Eğitimin içeriği ve kurumsal yapısına ilişkin bütün sorunlar bugünden yarına bir seferde çözülemese de iki temel tedbir ile eğitimin demokratikleştirilmesi -AKP’den ve devletten kurtarılması- ve piyasa dışına çıkartılması -cemaatten ve sermayeden kurtarılması- pekala mümkün. Birinci tedbir, eğitimi şimdi AKP eliyle -önceki dönemde Genelkurmay vesayetiyle- sürdürülen tek-tip ve merkeziyetçi/ototiter karakterinden özgürleştirmek. Bunun icin tüm eğitim-öğretim kurumlarının temel hizmetlerini yerel yönetimlere bağlamak gerekiyor. Her okulun katılımcı bütçe esasına dayalı olarak kendi bütçesini yapmasi, okullara kendi bütçeleri üzerinden genel bütçeden ödenek ayrılması, tüm yönetim düzeylerinde demokratik katılım ve yöneticilerin çalışanlar tarafından seçilmesine dayalı düzenlemeler getirilmesi mümkün. Bunun önünde hiçbir pedagojik engel yok.
İkincisi, bilgiyi ölçen sıralama sınavlarının yerine program temelli değerlendirmeyi geçirmek. Böylelikle etkinliği, ilgi ve beceriyi, ölçerek rehberlik ve yönlendirmeye dayalı geçiş imkanları yaratılabilir. Bu yöntemin yaratıcılığın olmazsa olmazı olduğu bütün eğitimcilerin malumu.
Böyle bir düzende dersanelere gerek kalmayacağı için bu kurumlar da bedeli karşılığında kamulaştırılarak rehberlik ve halk eğitim merkezlerine dönüştürülebilir; yerel yönetimlerin denetiminde öğrencilere evde ve okulda edinemedikleri yol göstericilik hizmetlerini ücretsiz sunabilirler. Böylece eğitimciler de işlerini kaybetmeksizin düzenli ve güvenceli, emeklerinin ürününe yabancılaşmaksızın çalışma olanağına kavuşabilirler.
Muhtaç olunan kaynak aslında mevcut, ortaya çıkarılmak için siyaset bekliyor: Kar, faiz ve rant gelirlerine uygulanacak artan oranlı vergiler; üretken olmayan (askeri, polisiye ve bürokratik) kamu harcamalarının en aza indirilmesi; kentsel ve bölgesel planlama; uluslararası dayanışma ve barışçı dış politika bir arada işleyerek topluma gereksindiği maddi imkanları sunabilir.
Bunun için elbette AKP’nin de cemaatin de hakimiyetinden kurtulmak gerektiğini eklemeye bilmem gerek var mı?
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.