Kürkçü, TBMM Anayasa Komisyonu’ndaki İç Tüzük değişikliği tartışmalarında, “Bu İç Tüzük aslında mevcut başkanlık rejimi ve onun gerektirdiği anayasal değişiklikler için bir kaldıraç olması için buradadır. Onun için bu saatte biz bunu tartışıyoruz, onun için bu mevsimde tartışıyoruz. Çünkü eğer muhalefetin sesi kısılabilir, hareket alanı daraltılabilir, kanun yapma süreçlerine dâhil olma gücü ve yetkisi elinden alınabilirse ondan sonra bu başkanlık rejimine giden yoldaki taşlar döşenebilir. ” dedi.
Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; ben Şenal Sarıhan’ın bıraktığı yerden devam edeyim. Hakikaten sabahtan beri on dördüncü saati içindeyiz bu tartışmanın ve ortada bir “barika-i hakikat” yani bir hakikat ışığı yok çünkü bir fikir çarpışması yok. Ortada bir tasarı var, buna karşı bir tez var, tezler silsilesi var fakat bunu karşılayan hiçbir yanıt yok. Dolayısıyla, aslında hakikati örten bir örtü olarak bu taslak, bu Komisyonun üzerine serilmiş durumda ve bu maddesi de, taslağın tamamıyla ve 1’inci maddesiyle tam bir tutarlılık içerisinde.
Aslında, eklektik gibi gözükse de, bir bütün olarak taslak, elde olanı tamamen ortadan kaldırmadan, şeklen onu muhafaza ederek fakat orasını burasını kırparak -sabahki konuşmamda söylediğim bir Prokrustes yatağına yatırarak bunun içinden çıkmaya çalışsa da- esasen toplumda sürüp giden bir olağanüstü hâl rejiminin meclisteki yankısı olarak bizim karşımıza çıkıyor.
Şimdi şu maddeye bakalım, ne diyor bu 4’üncü madde: “ Resmi tatile rastlamadığı takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, Salı günü saat 15.00’ten 21.00’e, Çarşamba ve Perşembe günleri saat 14.00’ten 21.00’e kadar toplanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla yapılacak TV yayınında, önemli ve özel haller saklı kalmak kaydıyla bu fıkrada düzenlenen toplantı günleri ve saatleri esas alınır.”
Şimdi, madde sabun gibi kaypak, avucunuza aldığınızda elinizden fırlıyor. Bu televizyon yayınlarını mı düzenliyor, Meclisin çalışma saatlerini mi düzenliyor ve hangi televizyon yayınını düzenliyor? “Türkiye Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla yapılan” bir televizyon yayını yoktur. Türkiye Büyük Millet Meclisi bir televizyon yayını yapmamaktadır. TRT bir televizyon yayını yapmaktadır, Türkiye Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla yapılan bir televizyon yayını yoktur. Olmayan bir şeyi düzenleyen bir İç Tüzük düzenlemesiyle karşı karşıyayız.
İkincisi: Demin Nurhayat arkadaşımızın da söylediği gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla yapılan bir internet televizyonu yayını vardır. Bu, sürekli ve kesintisiz olarak yapılmaktadır Genel Kurul çalıştığı süreler içerisinde. Şimdi, bu tasarı eğer gerçekleşecek olursa aslında eldeki internet üzerinden yapılan televizyon yayını da 15.00 ila 21.00 ve 14.00 ila 21.00 arasında kısıtlanacaktır. Bunun lamı cimi yok. yazdığınız kanun olacaksa, yazdığınız tüzük olacaksa, tüzüğün metni diye bir şey varsa bu metin bize televizyon yayınlarının genişletildiğini değil -olmayan bir televizyon- Meclis vasıtasıyla yapılan, bizim TRT zannetmemiz istenilen yayının aslında hiç bahsini etmemektedir. Öte yandan, var olan internet üzerinden televizyon yayınını da kısıtlamaktadır.
İkincisi, diyelim ki bu [Madde] çalışma saatlerini düzenliyor. Çalışma saatlerinin düzenlenmesi bakımından, şimdi herhangi biriniz, şu 26’ncı dönemde vekil olan arkadaşlarımız ya da 24 ve 23’üncü dönemlerde vekil olan arkadaşlarımız kendilerine sorsunlar: Hiç bu Mecliste 15.00’ten 21.00’e, 14.00’ten 21.00’e kadar çalıştılar mı? Bu Meclis benim bildiğim kadarıyla hiçbir zaman 14.00’ten 21.00’e, 15.00’ten 21.00”e kadar çalışmaz. Meclis 14.00’te açılır. O gün için Adalet ve Kalkınma Partisinin programı, stratejisi neyse onun için gerektiği kadar ama daima 21.00’den sonraya kadar çalışır ve bu aylar, günler, haftalar boyunca böyle devam eder. Tatil günleri çalışır, daima Meclis çalışır. Burası bir kanun fabrikasıdır.
Şimdi, madem burası bir kanun fabrikasıdır, o zaman bu fabrikanın işçileri bizler miyiz? O zaman bütün işçilerle eşit hak istiyoruz, bizi angarya çalıştıramazsınız. Hiç kimseyi burada yazılı olan saatlerden daha fazla çalıştıramazsınız veya eğer çalıştıracaksanız, çalışacaksak o zaman bunun anlaşılabilir bir sebebi, bizim de bu çalışmadan elde edeceğimiz bir karşılık olması lazım. Bizim elde ettiğimiz hiçbir karşılık yok. Biz sadece ve sadece bizim yokluğumuzda bütün bu yasalar geçmesin diye tartışmaya katılabilmek için ayak uyduruyoruz fakat sonuçta ortaya çıkan şey, hiçbirimizin çıkarına olmayan, sadece ve sadece o yasaları buraya taşıyan ya da o yasaları burada çelen iktidar partisinin istediği şekilde oluyor.
O yüzden buradaki maddenin gerçeklikle bir alakası olmadığı gibi, Meclisteki süreci toplumun izleyebilmesi, toplumun sürece katılabilmesi, gözüyle görebilmesi, işitebilmesi, yargılayabilmesi, bu sürecin bir parçası olabilmesi açısından elde olandan çok daha muğlak bir iç tüzük hükmü getiriyor.
Şimdi, bütün bunlar aslında olan bitenle, Türkiye’de sürüp giden olağanüstü hâl rejimiyle, diktatoryal bir rejime yöneliş adımlarıyla son derece tutarlı. Bunun demokrasiyle bir tutarlığı olmasını istemek tabii ki muhalefet olarak bizim görevimiz ama gidişat bu değildir. Bakın, bütün yetkileri, Meclisin çıkarttığı -Anayasa taslağıyla Cumhurbaşkanına devrettiği ve bunu bir Anayasa oylamasından aslında mühürsüz oylarla geçirerek ortaya çıkarttığı- sonuca göre bütün yetkiyi ve bütün gücü kendisine devretmiş olduğu Cumhurbaşkanı, içinden geçtiğimiz, bizim burada “Demokrasiye ne kadar uygun olur?” diye konuştuğumuz günlerde, tutuklu ve mahkûmların Guantanamo’daki gibi giydirilmeleri ve öyle muamele görmeleri gerektiğini bir yüksek talep olarak, en yüksek kürsüden haykırıyor. Şimdi gözünüzün önüne getirin. Amerika Birleşik Devletleri için bir utanç kaynağı olan, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyaya hesap vermekte zorlandığı, esasen bir din savaşının parçası olarak geliştirmiş olduğu kavganın sonucunda tutsak aldığı -aralarında Türklerin, Arapların, Orta Doğuluların olduğu – hangisinin suçlu, hangisinin suçsuz olduğu bilinmeyen insanları aç, susuz, o mahkûm elbiseleri içerisinde kapattığı o korkunç zindandaki giyim kuşamı, oradaki muameleyi Türkiye’de şu ya da bu şekilde suçlanmış olsun -en kanlı terör örgütünün mensubu olsun- anayasal olarak hakları güvence altına alınmış olan insanlara zoraki giydirmek, onlara bu şekilde muamele etmek konusundaki iddiayı paylaştığı bir yerde bizim daha iyi bir iç tüzük beklememiz bence tuhaf olur.
İnsanların bir siyasi çatışma, bir politik karşı karşıya geliş, bir sınıf mücadelesi ya da herhangi bir başka nedenle rejimle karşı karşıya geldiği noktada kendisinin, karşısına gelenlerle ilişkisini “boyun kopartmak” olarak gören ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin bitmesi anlamına gelecek olan idam cezasının yeniden ihdas edilmesi konusunda toplumda bir ajitasyon yaratmaya çalıştığı bir yerde, Meclis İçtüzüğü’nün daha iyi olması, ileriye doğru gitmesi, çoğulcu olması, ifade özgürlüğü tanıması, bu ifadelerin Meclis televizyonundan yansıması için bir iç tüzüğün iktidar partisi eliyle ya da iktidar partisinin kurmuş olduğu ittifak eliyle buraya geleceğini ummak bence beyhudedir. O yüzden eğri oturalım, doğru konuşalım. Bu İç Tüzük aslında mevcut başkanlık rejimi ve onun gerektirdiği anayasal değişiklikler için bir kaldıraç olması için buradadır. Onun için bu saatte biz bunu tartışıyoruz, onun için bu mevsimde tartışıyoruz. Çünkü eğer muhalefetin sesi kısılabilirse, muhalefetin hareket alanı daraltılabilirse, muhalefetin kanun yapma gücü ve yetkisi elinden alınabilirse yani kanun yapma süreçlerine dâhil olma gücü ve yetkisi elinden alınabilirse ondan sonra bu başkanlık rejimine giden yoldaki taşlar döşenebilir. Çünkü itirazını dile getiren milletvekilini susturmak için artık elinizde kocaman bir iç tüzük sopası vardır.
“Millî değerlere aykırı hareket ettin.”, “Anayasa’nın ilk 4 maddesini tahkir ve tezyif ettin.”, anayasal kurumları öyle ettin, böyle ettin diye o sırada Genel Kurul salonunda bulunan, tesadüfi olarak bir çoğunluk oluşturmuş olan milletvekillerinin içinden o gün üçü beşi böyle bir iddiayla ort aya çıktığında, sonuçta muhalefet milletvekillerinin birer ikişer Genel Kurul salonu [dışına] itilmeleri kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla bu eldeki aletle, yapılmak istenilen alet ile erişilmek istenilen hedef arasında ne yazık ki çok kötü bir tutarlılık vardır. Evet, bu demokrasiyle tutarsızdır, evet, bu Türkiye’nin katetmiş olduğu demokratik ilerleme yolundan muazzam bir geri dönüştür. Ama zaten şu an Türkiye’nin tutmuş olduğu yol budur. Genel olarak ait olduğu insan haklarına dayalı uluslar ailesinin dışına çıkmak, bunun tamamen dışında kendisine bir gelecek aramak gibi bir vizyon telaşı içinde olunan bir yerde elbette ki – deminden beri verilen örneklerde olduğu gibi- Almanya Parlamentosu, Avrupa Parlamentosundan değil, belki de işte Kırgızistan, Tacikistan, Kazakistan parlamentolarından örnekler bu model için çok daha uygun olacaktır. Çünkü şeflik sistemlerine dayalı yeni zuhur etmiş Avrasya alanındaki politik modeller, şimdi Türkiye’nin terk etmeye hazırlandığı modellerden çok daha bu iktidar kalıbına uygundur. Ben, o nedenle…
BAŞKAN – Sayın Kürkcü, toparlayabilir misiniz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Başa dönüyorum, tabii ki geleceğim. Zaten madde hakkında ve etrafında konuşuyorum Başkan. Ben Şenal Sarıhan arkadaşımızın bıraktığı yerden almıştım, oraya dönerek bırakayım.
Bütün bunlar insanda herhangi bir biçimde konuşma, diyalog kurma, bir tartışma yürütme isteği bırakmıyor. Ancak sesinizin büyük gürültüler çıkarttığınızda işitilebileceği bir yeni ilişki düzenine doğru muhalefeti ve toplumu ittiğinizin farkında olmanızı diliyorum. Herhâlde düşünmüşsünüzdür, buraya gittiği zaman toplumun elde edeceğiniz şeyler olduğunu ve bunların bir pahası olduğunu düşünmüş olmalısınız. Ancak zannettiğiniz gibi bu gerilimi dilediğiniz şekilde kontrol edemeyebilirsiniz. Ajite ettiğiniz, kızıştırdığınız kitleler, siz geri dönmek istediğinizde vermiş olduğunuz istikametten sizin isteğiniz gibi geri dönemeyebilirler. Bu kırılgan dengenin ortadan çatladığı yerde nereye doğru gideceğimizi hiçbirimiz bilemeyebiliriz.
Gene de temennimizi söyleyelim: Yol yakınken bizi taşımakta olduğunuz bu kaotik evrenin içine değil dışına doğru hareket edebilecek bir cevvaliyeti, bir aklıselimi umarım bulursunuz. Yoksa, gittiğiniz yer yer değildir.
Teşekkür ederim
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.