Ertuğrul Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda İçişleri Bakanlığı Bütçesi üzerine yaptığı konuşmada: “Bir halk nasıl yaşamak istiyorsa, nasıl olmak istiyorsa öyle olur, eninde sonunda olur. Türklerin yabancı işgalinden kendilerini kurtarmak nasıl iradesiyse Kürtlerin de kendi istedikleri gibi yaşamak onların iradesi. Bu iradeyi tanıdığımız gün hem özgürlük hem eşitlik hem adalet yeni bir Türkiye’nin kurulmasının mihenk taşı olacak.” dedi.
HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; Halkların Demokratik Partisinin İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerine tutumunu açıklamak için buradayım.
Sözlerime başlamadan, şimdi aramızda olmaları zorbaca engellenmiş olan cezaevindeki eş başkanlarımız ve milletvekillerimizi buradan sevgi ve saygıyla selamlıyorum, elbette bütün cezaevlerindeki devrimcileri ve elbette halklarımızı da…
İçişleri Bakanlığı bütçesini Millî Savunma Bakanlığı bütçesiyle beraber 2018 bütçesi için bir okuma kılavuzu olarak değerlendirebiliriz. Maliye Bakanı 2018 bütçesinde en fazla millî eğitime kaynak ayrıldığını, sağlık ve eğitime bütçeden ayrılan payın yüzde 40 civarında olduğunu söylemişti. Bu sunuşta görünüşte bir yalan yoktu ama eğitim ve sağlık bütçelerinin yüzde 80’inden fazlasını bürokrasi ve cari harcamaların oluşturduğu apaçık ortadayken, her iki bakanlığın yatırım bütçelerinin toplamının Millî Savunma bütçesinin yanına bile yaklaşamadığı biliniyorken o zaman bütçe tartışmasının asıl öneminin nerede olduğunu görebiliriz. Bütçe tartışmasının asıl önemi, rakamların gerisindeki hakikate, rakamların gerisindeki hayata dönmek, rakamların örtüsü altından gerçekleri çıkartmak.
Bu bütçeden savunma ve güvenliğe ayrılan toplam pay 106 milyar 910 milyon 745 bin Türk lirası, iç güvenliğe ayrılan toplam pay 51 milyar 441 milyon 339 bin Türk lirası. Sunuşla yetinmez, bütçenin fonksiyonel dağılımına bakarsak görürüz ki önümüze konulan bir kamu hizmeti bütçesi değil, bir savaş ve iç güvenlik bütçesidir. İçişleri Bakanlığının bütçesinin savunuluşu da tıpkı genel bütçenin savunuluşunda olduğu gibi gerçekleri baş aşağı getiriyor, toplumsal hakikati görmemizi ve onu anlamlandırmamızı önlüyor.
Bu bütçenin sunuşu, herhangi bir demokratik rejimde bir içişleri bakanının, hatta hükûmetin kendisinin görevden çekilmesinin, istifasının gerekçesi olabilirdi. Binlerce yurttaşını “etkisiz hâle getirmek”, on binlercesini gözaltına almak veya tutuklatmak bir iç güvenlik aygıtı için bir başarı öyküsü olmuş olabilir mi? Yurttaşını öldürmek, onu hapishaneye tıkmak neden ötürü bir başarı gerekçesi sayılsın? İyi bir iç işleri yönetimi açısından asıl başarı, yurttaşını hiçbir zaman çatışmaya sürüklemeyecek, özgürlüğünü doya doya yaşayabileceği; tercihlerini, dilini, kültürünü, kimliğini ve inançlarını eşit haklı olarak diğer yurttaşlarla paylaşacağı bir yaşamı güvence altına almak olabilirdi.
İçişleri Bakanının sundukları kadar sunmadıkları da hakikati yurttaşlardan saklıyor: 2017’nin ilk on bir ayında İçişleri Bakanının emri altındaki kolluk güçleri tarafından yargısız infaz edilen, “Dur” ihtarına uyulmadı diye veya rastgele ateş açılması sonucu 36 kişi yaşamını yitirdi, 12 kişi de yaralandı. İçişleri Bakanlığına ait zırhlı araçların çarpması sonucu 6’sı çocuk, toplam 23 kişi yaşamını yitirdi, 46 kişi de yaralandı.
Türkiye İnsan Hakları Vakfına 2017’nin ilk on bir ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 570 kişi başvurdu. Başvuranların 328’i aynı yıl içinde işkence ve kötü muameleye de uğradıklarını belirttiler. İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre 2017 yılının ilk on bir ayında 423’ü gözaltında -kaba dayak ve diğer yöntemlerle- 1.855 kişi ise gözaltı yerleri dışında ve güvenlik güçlerince müdahale edilen toplantı ve gösterilerde olmak üzere toplam 2.278 kişi işkence ve kaba muameleyle karşılaştı. İçişleri Bakanlığı bunları da başarı hanesine yazacak mı?
İçişleri Bakanlığının emrindeki kuvvetlerin marifetince gerçekleşen bütün bu işlemlerin maliyeti Türkiye’nin Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından gözetim altına alınması, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği tarafından ağır insan hakları ihlalleri ve vahim katliamlara ilişkin ciddi iddialarla suçlan[masıydı].
Türkiye eğer bugün uluslararası camia tarafından bir “haydut devlet” olarak suçlanmıyorsa, böyle nitelenmiyor, böyle muamele görmüyorsa bu, Türkiye’nin büyük insani ve ekonomik potansiyellerinin yüzü suyu hürmetinedir. Hükûmet yatıp kalkıp vatandaşının, aydınlarının demokratik ve toplumsal güçlerinin, emekçilerinin, kadınlarının, Kürtlerin ve Alevilerin yeni bir Türkiye potansiyeli yaratma mücadelesinin uluslararası camiada yaratmış olduğu saygınlığa dua etmelidir.
İçişleri Bakanlığının, Hükûmetin ve AKP Genel Başkanının bütün eylemlerinin meşruiyet gerekçesi terörle mücadeleden ibarettir. AKP’nin hikmeti hükûmetine göre terörle mücadele olağanüstü hâlin, olağanüstü hâl de insan hakları ihlallerinin mücbir sebebidir. Her şeyden önce, bir ülkenin olağanüstü hâl ile yönetilmesi -bunun zorunda kalmak- bir hükûmet için dünyanın neresinde olursa olsun övünülecek bir şey değil, bir utanç vesilesidir. Bu, “Ben memleketi yönetemiyorum. Milletin rızasını, halkın rızasını kaybettim, buna sahip değilim. O yüzden halkın bütün haklarını ve bütün özgürlüklerini şimdi askıya alıyorum.” demektir; bununla övünülemez ama Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Hükûmeti için bu bir gelecek vaadidir. Doğrusu, yurttaşını öldürmeyi Meclise bir başarı öyküsü diye anlatan bir rejimin başka bir vaadi de olamazdı.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Terörist, terörist!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – “Terörist” de sizin bir yurttaşınız, o yüzden yurttaşlarınızı eşit haklı olarak görmeye alışınız.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Terör faaliyetini durdurmak için, engellemek için yapıyoruz. Kendini mi patlatsın vatandaşların içerisinde?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Cezaevlerinde köleleriniz değil, yurttaşlarınız var. Çatıştığınız insanlar, haklarını güvence altına alamadığınız yurttaşlarınız ve onların hepsinin yaşarken haklarını gözetmek, mahkûm olarak hakkını gözetmek, sanık olarak hakkını gözetmek, çatıştığınız insan olarak hakkını gözetmekle yükümlüsünüz; hükûmet olmak böyle bir şeydir.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Kamunun ortak menfaatlerini gözetiyor Hükûmet.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Hükûmeti bir çeteden ayıran, hükûmeti bir terör örgütünden ayıran şey işte budur: Hukukun yüksek ilkelerine uyması.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – 80 milyonun hakkını, hukukunu gözetmektir. Teröristlerin, hukuksuzluğun, zorbalığın, yağmanın değil, 80 milyonun hakkını, hukukunu gözetmektir.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Ama bunları bir kenara atmışsanız, eğer siz bir olağanüstü hâl rejiminin bir parçası olarak kendinizi ebedileştirmeyi öngörmüşseniz o zaman yapılacak bir şey yok. O zaman zaten niçin bir Hükûmet bütçesi tartışıyoruz, niçin bir Anayasa’mız var, niçin uluslararası sözleşmeler var, niçin bunların içinden konuşuyoruz, niçin? Çünkü biz modern bir devlette olduğumuzu varsayıyoruz. Bunun bir varsayımdan ibaret olduğunun ben farkındayım, merak etmeyin, sizin için bir hayal kuruyor değilim ama önünde sonunda kendinizi bağladığınız sözleşmeler var.
Meclis, ihtilaflı konuları tartışmaya sıra geldiğinde apansız bir amneziye, bir unutkanlığa yakalanıyor. Unutkanlık hastalığı bu Meclisin yakasındaki en büyük illettir. Nasıl 1920 Meclisinin bütün tutanaklarını, 1924, 1930 Meclisinin bütün tartışmalarını unutmaya karar verip bunu İç Tüzük’ünün dışına attıysa şimdi daha bundan üç yıl önce bu Meclisin bir Komisyonunun Hükûmete tavsiyelerini, yol göstericiliğini [de] ne kadar çabuk unutuyor. Bu Komisyon Türkiye Büyük Millet Meclisine şu tavsiyede bulundu: “Türkiye’de süregiden çatışmayı terörizm kapsamı içerisinde değerlendiremeyiz. Terörizm amaçsız bir isyandır.” Bir isyan ise çözülmemiş bir çelişkidir. O nedenle, bu çelişkinin çözümü bakımından şiddetin dışındaki yöntemleri arayıp bulmakla hem Hükûmeti görevlendirdi hem de bu Meclis bunu gerçekleştirmek için bir kanun çıkarttı. Kendi çıkarttığı kanunu unutup, bu hâl çaresini bir kenara koyup kanunun gereğini yapmayan bir Meclis, olsa olsa bir unutkanlık hastalığına yakalanmıştır. Ama bu unutkanlığın bir sebebi var, durup dururken bu olmadı. Çözüm süreci dediğimiz şey, Türkiye’de yurttaşın elini ve zihnini ilk defa serbest bıraktı.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Devlet 80 milyon vatandaşına şefkat yüzünü gösteriyor, teröriste şefkat yok! Teröriste şefkat yok, hukuksuzluğa.
BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Başkanım müdahale eder misiniz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Halının altına süpürülmüş, toprağın altına sürülmüş bütün meseleleri Türkiye tartışmanın yolunu, yordamını buldu. Türkiye, kendisinin başına Osmanlı’dan miras kalmış bütün sorunları çözebilmek için var gücüyle tartıştı. Halkın 2013-2015 arasındaki, 2015 ortasına kadarki parlayan zekasını, neşesini, birbirini anlama çabasını ne kadar çabuk unuttunuz? İnsanların birbirini öldürmemeye alıştığı, hiç kimsenin hiç kimseyi hakkı için, ihkakı hak için öldürmediği bir iki yıl.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Silahları niye bırakmadılar? Onlara niye bir şey yok?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Ya siz oraya konuşmak için mi oturdunuz?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Silahları niye bırakmadılar o zaman? Onlara da bir şey söyleseydiniz ya.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Türkiye’de gençlerin, onların ailelerin, askere alınmış üniformalı gençlerin yaşama geri dönüşleri, onların köylerine, doğdukları köylere tabutlar içerisinde değil davul zurnayla geri dönüşlerinin yaşandığı iki yıldır. Bu iki yılı sona erdiren şey sizin iktidar tutkunuz.
SALİH CORA (Trabzon) – Sizin iki yüzlülüğünüz!
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Silah baronlarının, petrol şirketlerinin, faiz lobilerinin taşeronluğunu yapmayı bıraksaydınız…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Sizin Türkiye toplumunun önünüze çıkarttığı yeni toplumsal tabloyu tanımama ısrarınızdı. Sizin partinizi iktidardan etti bu millet. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk defa Kürt meselesinin çözümünü bayrak edinmiş, demokratik halkların Türkiye’ye hâkim olmasını bayrak edinmiş olan bir parti, Türkiye halklarının önemli desteğini aldı. Meclis kompozisyonu, demokrasi ve özgürlükler yönünde değişti. İşte sizin olağanüstü hâl ihtiyacınız o gün doğdu, o gün siz olağanüstü hâl olmadan bu memleketi yönetemeyeceğinizi, savaş olmadan memleketin başında güç sahibi olamayacağınızı gördünüz. Bütün bu nedenlerle şimdi karşı karşıya kaldığımız meseleler üstümüze üstümüze geliyor ama size şunu söylemek isterim: Bir siyasal sorun çözülmemiş bir çelişkidir. Bu çelişkiyi şiddetle ezmek isteyebilirsiniz ama sosyal, tarihî ve politik meseleler, çelişkiler şiddetle çözülemez; onlar anlaşılarak ve onlar kendi çözüm yollarının önü açılarak halledilebilir. Siz diyorsunuz ki: “Çözülmemiş Kürt meselesi.”
SALİH CORA (Trabzon) – Kürt meselesi yok, PKK meselesi var.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – “…Osmanlı İmparatorluğu’ndan müdevver ve sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda Irak ve Suriye’nin de meselesi olan bu Kürt meselesini biz şiddetle, sorunu imha ederek çözebiliriz.” Sevgili arkadaşlar, ben, bu yolda çalışan bir düzine hükûmet biliyorum. Türkiye, 1991’den beri hükûmetler boyu ve hükûmetler boyu bu sorunu şiddetle çözmenin yolunu aradı, buldu.
SALİH CORA (Trabzon) – Ne geçti elinize?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Sonunda, bugün, “Sen haklıymışsın.” diye hapisten çıkarıp elini öptüğünüz Genelkurmay Başkanı dedi ki: “Biz, bu meselenin böyle çözüleceğini sanmakla çok yanıldık. Altı defa bitirdiğimizi düşündük fakat yedinci defa yeniden doğmasının önünü alamadık çünkü aslında mesele askerî değildi, mesele teknik değildi; mesele tarihseldi, politikti, kültüreldi.”
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – O konularda Hükûmet tamamen yolunda devam ediyor. Sosyal, kültürel, eğitim çalışmalarıyla Kürt’üyle, Türk’üyle 80 milyon vatandaşımızı kucaklıyoruz. Ama Kandil’e sırtınızı dayadınız. Terör örgütüyle bağlantınızı kesebildiniz mi?
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) – Dinle… Dinle…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Sevgili arkadaşlar, sizin, tarihsel, kültürel ve politik çözümünüz şudur: Bu halkın kendisine sözcü, temsilci ve kendi kendini yönetmek için seçmiş olduğu belediye başkanlarını yerinden almak, oralara kayyum atamak; böyle olamadığını, böyle yapamadığınızı gördüğünüz zaman da halkın üzerine asker salmak.
Sevgili arkadaşlar, bu iş böyle sürmez. Ben size derim ki: Eninde sonunda hakikatler kendilerini dayatırlar. Hakikatler kendilerini dayattığında, bir hükûmet hakikaten hükûmetse bunu çözmek için inisiyatif alacaktır. Bunu çözmemenizin sonucunun ben size ne olacağını söyleyeyim: İster istemez bu çatışmayı Türkiye’nin tamamına yayacaksınız ve şimdiden yayıyorsunuz çünkü bu, aslında bir çözüm bulduğunuz için de değil; bu, çözüm bulmamak için bulduğunuz bir çaredir. Sürekli gerilim, sürekli kutuplaşma içinde ancak durumu idare edebileceğinizi düşünüyorsunuz. O nedenle kendi belediye başkanlarınızı da görevden almaya, kendi belediyelerinize kayyum atamaya başladınız. İşte İçişleri Bakanlığının karşımıza koyduğu tablo budur.
Sevgili arkadaşlar, size şunu söylemek isterim: Türkiye’nin özgürlüğü ve geleceği, Kürt meselesini demokratik ve siyasal yollardan çözüp çözmeyeceğine bağlıdır çünkü Türkiye’nin bütün olağanüstü rejimleri…
SALİH CORA (Trabzon) – Daha ne yapacağız? Daha ne yapacağız?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – …Türkiye’deki bütün diktatoryal yönelimlerin hepsi Kürtlere boyun eğdirmek içindir.
SALİH CORA (Trabzon) – Kürt değil, PKK; karıştırıyorsun sen, kavramsal çarpıtma yapıyorsunuz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Kürt’ü sömürgeleştirmek için Türk’e faşizm dayatmak: Bütün hükûmetlerin denediği yol budur ve böyle çözülmemiştir. Bir: Türkler faşizme razı değildir. İki: Kürtler sömürgeye razı değildirler. (HDP sıralarından alkışlar) O nedenle bütün Türkler şunu bilmelidirler, şunu akıllarından ve kalplerinden hulus-u kalple geçirmelidirler: Kürt’ün baskı altında olduğu yerde Türk’e hakkı hayat yoktur. Türk’ün hayatı ve hakkı Kürt’ün özgürlüğüne, Kürt’ün özgürlüğü Türk’ün hayat ve hakkına bağlıdır.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Kürt vatandaşlarımızı temsil edemezsiniz. 80 milyonun Hükûmeti, 80 milyonun devleti Türkiye Cumhuriyeti.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bu ikisinin de hakkını birlikte gözeten bir siyaset; işte Halkların Demokratik Partisinin siyaseti budur. (HDP sıralarından alkışlar)
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Siz önce terör örgütleriyle aranızdaki bağı kesin.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bunca zulüm altında bu partiye diz çöktürememeniz, onu siyasi haritadan silememeniz; 1 Kasım 2015 zeminlerinde hâlâ durmaya devam etmemiz bundadır.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) – Biz PKK’ya diz çöktürüyoruz, PKK’ya, Kürtlere değil.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – İçişleri Bakanlığının bütçesi bir savaş ve olağanüstü hâl bütçesi olarak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) – PKK diz çökecek, Kürtler değil.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – …ister istemez bu çelişkileri yeniden üreteceği için çözümü daha da güçleştirecektir.
SALİH CORA (Trabzon) – Ertuğrul Bey, konuyu çok çarpıtarak anlatıyorsunuz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Başkan, bir dakika bitirmem için…
BAŞKAN – Buyurun, bir dakika ek süre daha veriyorum.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Fakat çare yok sevgili arkadaşlar. Bir halk nasıl yaşamak istiyorsa, nasıl olmak istiyorsa öyle olur, eninde sonunda olur. Türklerin yabancı işgalinden kendilerini kurtarmak nasıl iradesiyse Kürtlerin de kendi istedikleri gibi yaşamak onların iradesi. Bu iradeyi tanıdığımız gün hem özgürlük hem eşitlik hem adalet yeni bir Türkiye’nin kurulmasının mihenk taşı olacak.
Hepinize akıl, feraset, cesaret diliyorum. Hoşça kalın. (HDP sıralarından alkışlar)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.