Ertuğrul Kürkçü, Anayasa Komisyonu’nda görüşülen TBMM İç Tüzüğünün 7. Maddesindeki milletvekillerinin tutanaklarda düzeltme isteklerinin sözlü değil yazılı yapılmasını öngören değişiklikle ilgili olarak söz aldı: “Bu değişiklik, metnin tamanına sinmiş olan ruhun vekillerin bu alandaki söz hakkını, diyalog hakkını ve imkânını sıfırlayarak hortlamasıdır!”
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, gördüğünüz gibi aslında kısıtlama eğilimleri kazandırmıyor, daha çok zaman kaybettiriyor -küçük bir model burada görüyoruz hep beraber- boş yere iki dakika ziyan ettik. Şimdi bu 7’nci maddeyle ilgili getirilen düzenlemeye ilişkin olarak arkadaşlarımızın söyledikleri her şey son derece açık ve yerinde, bunlara katılıyorum.
Peki, fazladan ne söylemek istiyorum, niye söz istedim? İki nedenle. Birincisi: Sizin söylediğiniz, orada kayıt altına almaya çalıştığınız şeyi ben Tutanak Müdürlüğüyle bu Meclise girdiğim günden beri zaten yapıyorum. Bütün tutanakları inceliyorum, eğer bir sürçülisan varsa ya da anlatım bozukluğuna yol açan sehven benim yaptığım bir yanlış varsa veya çözüm sırasında ortaya çıkan yanlışlar, kusurlar varsa Tutanak Müdürlüğüyle yazışarak ben bunu bugüne kadar hallettim zaten. Yani, burada yazılı bir beyanda bulunma işi zaten kimsenin önünde bir engel değil. Bunu buraya taşımanın ne anlamı olabilir diye düşününce asıl problem ortaya çıkıyor. Deminden beri, aslında bugün bütün örneklerini bu salonda, bu tartışma salonunda gördüğümüz gibi, bir diyaloğun yarattığı gerilim, bu diyalogdan doğan fikir çarpışmasının kendisinden kaçınma eğilimi bütün maddelere sinmiş olduğu için burada da kendisini gösteriyor.
Şimdi, sizin söylediğiniz böyle yapılabilir ama esas mesele şudur: Konuşan insan havaya, kâğıda, arşive, kayda konuşmuyor; konuşan insan karşısındakilere konuşuyor, onlarla tartışıyor ve söylediği sözlerin orada bir tesir meydana getirmesini istiyor. Ola ki, burada bu sözün maksadını aştığını fark etti, bunun böyle denmemesi gerektiğini, parti programına aykırı olduğunu veya aslında o anda kendi hareketinin ya da kendisinin çıkarlarıyla hiçbir şekilde uyumlu olmadığını gördü, bundan ötürü bu sözleri geri almak ve yerine başka bir şey koymak istedi ve bunun başkalarının zihninde, başkalarının politik anlayışında oluşturduğu etkileri gidermek istedi. Aslında bir düzeltmenin zaten biricik anlamı budur. Yanlış söylenmiş bir sözün ortaya çıkardığı sonuçları bizzat onu dinleyenlerin zihninde geri alma isteğidir. Bunu bu hâle getirdiğiniz zaman sonuçta bu sadece arşiv ile o kişi arasındaki bir ilişkidir fakat onun diğer bütün milletvekilleriyle ve toplumla arasında kurmuş olduğu ilişkiyi iyileştirmez, düzeltmez. Bu şu manaya gelir, “Mahkeme karşısında kendini sorumluluktan kurtarmak için tutanağı düzeltebilirsin ama siyaseten kendi yanlışını düzeltme ya da siyaseten başka bir söz söyleyerek onun sonuçlarını ortadan kaldırma hakkını biz sana vermiyoruz, onunla birlikte sonsuza kadar yaşayacaksın bizim hafızamızda.” demek olur. Bunu ne kendinize ne başkasına ne herhangi bir milletvekiline yapmanız gerekir.
Bakın, bunun başka meclislerde nasıl yapıldığına dair aslında arkadaşlarınızın bir deneyimini ben size anlatayım. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde bizim partimizden iki, sizin partinizden de pek çok milletvekili var ve kimi zaman yanlış sözler veya yanlış oylar kullanılınca, orada mevzuat buna müsaade ettiği için, mesela kendi önerisine “evet” oyu vereceğine “hayır” oyu vermiş olan arkadaşınız kalktı ve Meclis Başkanından söz istedi, dedi ki: “Ben sehven kendi önerime yanlış oy kullandım, hepinizin önünde bu oyu düzeltmek istiyorum, geri alıyorum ve bunun bu şekilde kayda geçmesini istiyorum.” Aslında bu İç Tüzük, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin iç tüzüğü olmuş olsaydı Adalet ve Kalkınma Partisi üyelerinin vermiş olduğu değişiklik önergesine “hayır” demiş olarak herkesin zihninde kalacak olan arkadaşınız bundan kurtulmuş oldu.
Peki, bizim kendimize bu imkânı, kendimize bu özgürlüğü, kendimize bu hareket alanını kapatmamız için ne gibi bir sebep olabilir? Burada tek sebep, aslında metnin tamamına yedirilmiş olan anlayışın bu maddede de kendisini göstermesi ihtiyacıdır, “Bunu da nasıl yapalım da söz hakkını, özetle diyalog hakkını ve diyalog imkânını sıfırlayarak burayı da geçelim.” derdidir. Çünkü arkadaşlarımız da gayet iyi anlattılar, ben de katılıyorum, sonuçta her oturumunda Meclisin kaç kişi söz alıyor bundan ötürü? Ben hemen hemen hiçbir şey hatırlamıyorum. Yani, evet, en sık Meclise devam eden üyelerden birisi değilim ama hatırlamıyorum bundan ötürü Mecliste uzun bir konuşma olduğunu; insanların “Ya yeter, sussa da işimize baksak.” dediğini görmedim. O zaman, olmayan, gerçekte varit olmayan, yürürlükte olmayan, bize, başımıza bugüne kadar herhangi bir problem açmamış olan bir maddeyi bu şekilde niye değiştiririz? Ancak şundan ötürü, bütün metne sinmiş olan ruhun burada da hortlamasından ötürü. O yüzden gelin, yol yakınken bunu eski hâline getirelim ve diyalog hâlinde bir Meclisin, hiç değilse şeklen diyalog hâlinde bir Meclisin sürüp gitmesine imkân verelim.
Bugün bu salondaki tartışmalardan ben aslında bu İç Tüzük geçtiği zaman başımıza neler geleceğini gördüm. Özgür Özel’in konuşması sırasında, onun söylediği sözü, aslında kendi bağlamının ötesinde anlama gayretiyle oradan yapılan müdahaleler sonucunda şu sözlerin herkes tarafından koro hâlinde söylenildiğini işittik: “Öyle konuşma.”, “Öyle konuşamazsın.”, “O lafı öyle söyleyemezsin.”, “O hakarettir.” Ben anlıyorum ki bu İç Tüzük geçtiği zaman bunu her gün yaşayacağız ve burası bir Meclisten çok bir çatışma alanı hâline gelecek. Kısıtlamanın gördüğünüz gibi çatışmayı giderdiğini değil, çatışmayı kızıştırdığını kendi kendimize ispat ettik. Hiç değilse bu kısıtlamayı kaldırmayı öneriyorum. Teşekkür ederim.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.