Ertuğrul Kürkçü 29 Aralık 2015’te TBMM Genel Kurulunda HDP Grubunun Roboski Katliamının araştırılması amacıyla verdiği araştırma önergesi üzerine konuştu: “Şimdi yeniden girdiğimiz savaş ve çatışma ikliminde her yeni ölümle birlikte Roboski yarası yeniden kanamakta, herkes yeniden, bir kere daha devlet ile halk arasında artık bir daha ortaklık, barışma olabileceğine dair umutlarını bir kenara bırakmaktadır. Ruhi bir kopuş, her gün asidin demiri kemirdiği gibi, pasın demiri kemirdiği gibi halklarımız arasındaki dokuları kemirmektedir.”
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu araştırma önergesinin lehinde tutum takınmanızı istiyoruz, çünkü dört yıldan beri hakları ve hukukları kendilerine iade edilmemiş 34 insanın ailesi, yakınları ve bir bütün olarak Kürt halkı karşısında ödenmesi gereken bir borç var. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu meseleyi ilk defa tartışmıyor. Katliamın hemen ardından kurulan, İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun bir alt komisyonuyla bu hakikati ortaya çıkarmak için Meclis adım attı. Ancak bu komisyonun Meclisin önüne getirdiği hakikat, hakikat olmayan bir şeydi. Döndü ve Kürt halkına, Türkiye halklarına dedi ki: “34 köylüyü uçaklar vurdu. Kimin vurduğunu ve niye vurduğunu bilmiyoruz. Kastı da bilmiyoruz. Hiçbir şey bilmiyoruz.”
Ancak bunun kocaman bir yalan olduğu bugün çok daha iyi ortada. Çünkü bu Meclis araştırma komisyonunun, İnsan Hakları Komisyonunun incelemesiyle aynı sırada cereyan eden bir adli kovuşturma aslında bütün gerçeği hiç değilse tanıklar düzeyinde ortaya çıkardı. Hepimiz şimdi biliyoruz ki, [bu kovuşturma] Genelkurmay Askerî Savcılığının Necdet Özel’i, dönemin Genelkurmay Başkanını soruşturmadan bağışık tutmak için verdiği kararda dayandığı olguları, iddiaları çürüten bir sonuç verdi. Sürecin her aşamasında, Roboski’de, Türkiye sınırının 5 kilometre ötesinde vurulan köylülerin herhangi bir biçimde bir şiddet olayının parçası olmadığı, onların köylüler olduklarını ve siviller oldukları, her düzeyde, 2. Ordu Komutanlığı İstihbarat Subaylığı, Batman 2. İHA Filo Komutanlığı, Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı, Şırnak Jandarma Komando Tugay Komutanlığı, İHA komutanlıkları tarafından üstlerine söylendi ki: “Bunlar sizin söylediğiniz gibi ‘terörist’ değildir. Bunları vurmak büyük bir hata olur.”
Ancak, gene, Genelkurmay Başkanlığı askerî savcılığının verdiği kararda görüldüğüne göre, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel kendisi, bizzat, kendi evinden hava harekâtı için emir verdi ve o gece 34 köylü göz göre göre, herkesin gözleri önünde, hakikat önümüzden akıp giderken “Teröristtir.” denilerek öldürüldüler. Uluslararası savaş hukukuna göre “teröristler” de böyle öldürülebilir mi? Bu bahsi diğer, bunu bir kenara bırakıyorum ama “Şüphe sanık lehinedir.” ilkesi bu olayda tamamen çöpe atıldı ve bir katliamla karşı karşıya kaldık. Meclis bu katliamın arkasındaki saikleri ve katliamın faillerini bugüne kadar ortaya çıkartmadı ama halk, bu konuya ilgi gösteren insan hakları savunucuları, tek tek gazeteciler bu olayın peşini bırakmadılar. Şimdi artık sabittir ki bu katliam[da], esasen, sözüm ona bir askerî politik zafer ümidiyle, PKK’ye karşı bir üstünlük sağlama kastıyla, arada sivillerin de olabileceği göz önüne alınarak, “Buna değer.” denilerek köylülere ateş açılmıştır, öldürülmüşlerdir ve ondan sonra da onlardan seslerini kesmeleri istenmiştir.
Bugün Kürt halkının her kesiminde, her yerde bu katliamın acısı yüreklerdedir, bununla ödeşilmemiştir, bu acı soğumamıştır ve her yeni acıyla birlikte bu acı depreşmektedir. Meclisin o nedenle bu meseleye el atması acil bir zorunluluktur. Yoksa şimdi yeniden girdiğimiz savaş ve çatışma ikliminde her yeni ölümle birlikte Roboski yarası yeniden kanamakta, herkes yeniden, bir kere daha devlet ile halk arasında artık bir daha ortaklık, barışma olabileceğine dair umutlarını bir kenara bırakmaktadır. Ruhi bir kopuş, her gün asidin demiri kemirdiği gibi, pasın demiri kemirdiği gibi halklarımız arasındaki dokuları kemirmektedir. O nedenle Meclis, belki de, belki de şunu yapabilir: Yürütmenin egemenliğinden kendisini kurtarabilirse Kürt halkının önüne hakiki bir tablo koyabilir. “Gerçek budur, hakikat budur; sizinle yüzleşiyoruz, ödeşiyoruz. Askerin yaptığı, Hükûmetin yaptığı bu katliamı biz kabul etmiyoruz.” diyebilir. O zaman, hakikaten bir yeniden ortaklık kapısı açılabilir.
Bu katliamın sorumluluğunun Necdet Özel ve dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’da olduğuna zerre kadar şüphe yoktur. Çünkü zaten Genelkurmay Başkanlığı katliamın ardından yayınladığı bildiriyle, kendilerinin bu katliamı sınır ötesi harekât yetkisine dayanarak yaptıklarını söylemiştir. Buradaki yanlış, sınır ötesi harekât yetkisinin kendilerinde [Genelkurmayda] olmadığıdır; doğrusu, sınır ötesi harekât yetkisinin Hükûmette olduğudur. Hükûmet adına “vur” emri yetkisinin angajman kuralları dolayısıyla Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından kullanıldığı da apaçık bir hakikattir. Bu iki yetkili bu katliama karar vermişlerdir. Şimdi bu katliamla, ama, bütün Türkiye ödeşmek zorunda kalmaktadır asıl failler ödeşmedikleri için.
Sevgili arkadaşlar, Meclis bu işe -derim ki- tekrar el koysun. Bu işe el koyduğu zaman aslında Kürt sorunu dediğimiz şeyin anatomisinin bu olayda da kendisini ortaya çıkarttığını görecektir. Çok açıktır; Türkiye’yi yönetenler, Kürt halkıyla Kürdistan devrimcileri arasında herhangi bir ayrım gözetmemektedirler, onların bir ve aynı şey olduğuna karar vermişlerdir. Nitekim bugün Sur’da, bugün Silopi’de, bugün Varto’da, başka yerlerde sürüp giden harekâtların hepsi de bu mantıkla süregitmektedir. Öyle mi; siz “onlar arasında bir ayrım yok” mu diyorsunuz. O zaman, bu ayrım yoksa karşı karşıya kaldığınız şeyin bir “terör vakası” olduğunu da söylemekten vazgeçeceksiniz. Başka bir şey var demektir: Bir halk isyanıyla karşı karşıya olduğunuz hakikatiyle yüzleşeceksiniz.
İkincisi: Halk da aslında kendisini Kürdistan’ın tamamının bir parçası olarak görmektedir, bir Kürdistan iç pazarı olduğu mantığıyla hareket etmektedir, değişilecek mallara ulaşabilmenin en kısa, en kolay, en ucuz ve en verimli yolunun sınırın öte tarafında olduğunu bilmektedir, burada bir iç pazar bulunduğu bilgisiyle hareket etmektedir. Bu iki hakikatin birbiriyle çatıştığı yerde doğmuştur Kürt meselesi. Bu meseleyi çözebilmek bakımından da bu katliamı Meclis aydınlatırsa çok önemli bir iş yapmış olacaktır. Bunu aydınlattığı zaman, bugün karşı karşıya kaldığımız çatışma durumunu anlamak için ileriye doğru bir adım atacaktır.
Bakın, bizim Türkiye’yi yönetenler; Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız ne kadar müşfiktirler isyancıları anlamak bakımından. DAİŞ’te haklı bir öfke, haklı bir isyan görebilenler, bugün Türkiye’de şiddetle başa çıkmak için ayağa kalkanların hiçbir hakkı olmadığından yüzde yüz emindirler, onlara siyasi lügatte bulunabilecek en ağır sözcüklerle saldırmaktan imtina etmemektedirler.
Meclis -gerçekten ben ummak istiyorum bu Meclise girdiğim günden beri- bir gün olsun 2000’lerin başında Irak Savaşı başlarken gösterdiği gücü gösterebilecek midir; Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a saldırı çağrısına “hayır” cevabı vererek egemenlerin kararına itiraz edebilen ve bu yüzden de Türkiye’ye bütün dünyada büyük bir itibar kazandırabilen bir Meclis hâlini yeniden alabilecek midir? Eğer Kürt halkına karşı, o gün Irak’a karşı tavrını yeniden takınabilirse, ona yönelik askerî harekâtlara karşı ayağa kalkabilirse bu Meclis, hakikaten bütün Türkiye’nin Meclisi olacaktır, o zaman o Meclisin altında yaşamak için şimdi gönülleri kararmış olan Kürtler de bir kere daha düşüneceklerdir yoksa önümüz hiç de çok aydınlık gözükmüyor.
Naci Bostancı’nı “Acıları etnikleştirmekle ve etnik hapishaneden çıkmamakla” ilgili sataşmasına cevaben:
– (AKP sıralarından) Başkan niçin söz verdiniz?
-Size cevap verebilmem için söz verdi.
Naci Bey, bir tek olaydan söz ediyoruz, birçok olaydan değil, Roboski’deki katliamdan. O köyde hiç Türk yaşamıyor, Arap da yaşamıyor, eskiden Ermeniler yaşarmış, onların mezarlarını gördük fakat onlar da yoklar. Dolayısıyla, öldürülenler arasında Kürt olmayan hiç kimse olmadığı için bu ölüm, -evet, ben Kürt değilim, beni de etkiliyor ama- esasen Kürt halkının, Kürtçe konuşan, o tarihe, o kültüre, o coğrafyaya ait olan insanların canını yakıyor ve Türkiye’deki mesele de…
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Herkesin, herkesin Ertuğrul Bey.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Türkiye’de herkesi yaksaydı, “Sizi de bak, sonra teröristlikle itham ederim, ona göre, kesin sesinizi.” demezlerdi Türkiye’yi yönetenler. Herkesin içini aynı şekilde yakmadı. Herkesin annesinin, babasının, kardeşinin, akrabasının canını öncelikle yakıyor ve bu acıyı da niyeyse (?!) Türkiye’de en çok Kürtler çekiyor çünkü kitlesel olarak bir şeye itiraz ediyor, en çok kurşun onlara isabet ediyor, en çok dayağı onlar yiyor, en çok sürgün edilenler onlardır.
Bütün bunlar nedeniyle ortada bir ulusal mesele, ortada bir hak meselesi, bir kimlik meselesi olduğu için kimliklerden söz ediyoruz. Yoksa, ekmek davası için isyan edenin davasını da takip ediyoruz ama ekmek davası için isyan edenler başka bir kategoride muamele görüyorlar. Burada ise başka bir çatışmayla karşı karşıyayız. Her şeyi adlı adınca çağırmak, her şeyi olduğu gibi adlandırmak doğrusudur. O yüzden Türkiye’nin bir Kürt meselesi vardır, bu kapsamdadır karşı karşıya kaldığımız her şey, adını doğru koyarak çözmek zorundayız. Karşı karşıya kaldığımız mesele bir terör meselesi değil, bir hak meselesidir.
(TBMM Genel Kurulunda HDP Grubunun Roboski Katliamının araştırılması amacıyla verdiği araştırma önergesi üzerine Ertuğrul Kürkçü’nün konuşması.29.12.2015)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.