Kültürü tek bir etnisiteye bağlayarak dondurmak diğer kültürleri öldürmektir

Ertuğrul Kürkçü, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi üzerine görüşmelerde: “Türkiye’nin kültürü denilen şeyin ancak ve ancak -hem tarih içindeki derinliğinin hem de Türkiye’nin bütün coğrafyası bakımından genişliğinin- bir çokkültürlülük yaklaşımıyla anlaşabilir” dedi. “Kültürü bir yerde ve bir etnisiteye bağlı olarak dondurmak, onun hâkimiyetine bir devlet desteği sağlamak, esasen bütün öteki kültürlerin ölümü olabilir.”

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Bakan, hoş geldiniz

Siz, tabii, şu an karşı karşıya kaldığımız turizm ve kültür tablosunun başlıca sorumlusu değilsiniz çünkü kısa bir zamandır bu görevi üstlendiniz ama öte yandan, çok uzun zamandır da Hükûmetin bir üyesisiniz. Dolayısıyla, genel sorumluluklar ya da genel sonuç itibarıyla sizin de ortaya çıkan sonuçta payınız var ama gene de sizden önce başlanmış işleri tamamlamakla uğraştığınız bir tabloyla karşı karşıyayız. Ne yazık ki, Türkiye’nin 2017 kültür ve turizm tablosu parlak bir tablo değil, kayıplar, sıkıntılar ve yoksunluklarla dolu. En önemlisi, hem kültür hem turizm bakımından bizim için en önemli gelişme imkânı olacak olan şey, özgürlükler ve haklar ve demokrasi alanında 12 Eylülden bu yana Türkiye’nin en ciddi daralmayı yaşadığı dönemde bu tablo ortaya çıktı ve hem inisiyatif hem insan gücü hem yaratıcılık bakımından çok önemli kısıtlarla karşı karşıya kaldık. Esasen, kültürü geliştirecek olan insani sermaye çok büyük kısıtlılıklar altında. Yasaklarla, ifade özgürlüğü sınırlarıyla, bilim ve kültür alanına yapılan yukarıdan ve şiddetli müdahalelerle ve hepsinden önemlisi, hem kültür hem turizm bakımından en önemli handikap olan bir içe kapanma hamlesiyle karşı karşıya kaldık. Bu şartlar altında kalıcı ve anlamlı gelişmeler yaratmak imkânsız denebilir.

Öte yandan bütün bunlara yol gösteren üçüncü bir Millî Kültür Şûrası toplandı. Bu millî kültür şûrasının sonuçlarına baktığımız zaman da gördüğümüz en önemli şeylerden birisi, Türkiye’nin içinde barındırdığı çok kültürlülüğü neredeyse hesaba hiç katmayan, bunların kendilerini geliştirmeleri bakımından yönlendirme ve kaynak yaratmayı önemsemeyen, öte yandan da esasen Kültür Bakanlığı bünyesindeki ödenekli faaliyetleri özelleştirme hedefiyle sonuçlanan bir kültür şûrasıyla karşı karşıya kaldı[ğımızdır]. Bu, aslında önümüzdeki dönem için de oldukça önemli sorunları bize getiriyor.

Garo arkadaşımızın anlattıklarına çok fazla bir şey katmak istemiyorum. Türkiye’nin kültürü denilen şeyin ancak ve ancak -hem tarih içindeki derinliğinin hem de Türkiye’nin bütün coğrafyası bakımından genişliğinin- ancak bir çokkültürlülük yaklaşımıyla anlaşabileceğini ve burada “yerlilik ve millîlik” iddiasının aslında bu çokluğu tanımaktan başka herhangi bir şeye tekabül etmeyeceğini ve bunun yapılmamış olmasının da çok büyük bir eksiklik olduğunu söylemek istiyorum. “Millî kültürü”, “millîliği” neye göre tanımlayacaksınız iş kültüre geldiğinde? Göçebe Oğuz Türkmenlerinin kendileriyle birlikte getirdikleriyle mi yoksa onlar geldiklerinde burada yaşamakta olan kadim kültürlerinkiyle mi ya da bunların hepsinin birbirine karıştığı, onlardan önce bu topraklarda yaşayan ve etkileri hâlâ süre gidenlerinkiyle mi ya da bunların hepsinin hakkını veren bir çoklu yaklaşımla mı? Bence doğrusu, sonuncusu gibi olabilir çünkü kültür değimiz şey sadece okulda öğretilen veya Kültür Bakanlığının faaliyetleri içine giren şeyler değil. Konuşmamızdan, duruşumuzdan, giyinişimizden, ayakkabımızı tamir edişimizden, elbisemizi yamayışımıza veya yemek yiyişimize, bir mahallede bulunuşumuza kadar her şeyi kucaklayan, insanın maddi ve manevi yaratımlarının toplamı olarak ortaya çıkan dinamik bir süreç. Bu dinamizm içerisinde bunu bir yerde ve bir etnisiteye bağlı olarak dondurmak, onun hâkimiyetine bir devlet desteği sağlamak, esasen bütün öteki kültürlerin ölümü olabilir. Ben doğrusu yeni edinilen bu içe kapanma eğilimi sırasında bu basıncın bütün kültürler üzerinde tek yanlı olarak artmakta olduğunu görüyorum ve bunu bir tehlike olarak size haber vermek istiyorum. Bu tartışmaların bir değeri de belki her zaman yüz yüze gelmediğiniz, dinlemediğiniz kesimlerin görüşlerini dinlemek olabilir, buradan bir sonuç çıksın isterim ben doğrusu. Dolayısıyla Kültür Bakanlığının faaliyetine böyle bir yaklaşım veriyor, vermesi isteniyor, Hükûmet politikası bu yöndedir ama öbür taraftan da yaşadığımız gerçeklikle bu politika arasındaki çatışmanın ortaya çıkardığı bir dizi gerilimin aşılması açısından da elinizde çok az kaynak var ve bu kaynakları da özel sektöre devretmekle görevlisiniz. Neredeyse bu Türkiye’nin parlamenter rejimine son vermekle görevli olan bir Hükûmet gibi, kültürün kamusal çıkara göre tanımlandığı bir kültür politikasından da vazgeçmenin Kültür Bakanlığının önüne konmuş olması gibi… Öyle görülüyor ki bütün ödenekli işlemler, beş yıl içerisinde hemen hemen tamamen kamu alanından çıkacak, özel alana doğru terk edilecek ve bunu destekleyen bir söylemi de yıllardır işitiyoruz, işte “Devletten para alan sanatçı mı olur?” “Devlet himayesinde sanat ve kültür mü olur?” gibi. Fakat işin doğrusunu isterseniz, devlet eğer kamu çıkarının kamu adına korunması ve yönlendirilmesi işine vakfedecekse çabalarını aslında modern sanatın, modern kültürün, modern edebiyatın ve modern mimarlığın, bunların hepsinin gelişmesi ve köklenmesi ancak kamu desteğiyle olabilir.

Türkiye’de çok eski bir kültür, sanat geleneği geleneksel sanatlar itibarıyla var ama modern kültür itibarıyla yok. Bunların hepsinin toplasanız yüz yıllık bir tarihi var ve bu yüz yıllık tarihin şimdiki hâliyle piyasaya devredilmek iç in hazırlanılıyor olması da aslında esasen, hakiki manada, derin, sahici bir kültür değil, bir piyasa kültürüne gerçek kültürü devretmek anlamına da gelecek. Ben o yüzden bu Türkiye Kültür Sanat Kurumuna ilişkin çalışmaların bu açıdan Türkiye’nin yeni bir özgürlük anına gelesiye kadar askıya alınmasını da tavsiye ederim. Yoksa bu hengâme içerisinde çok kısa süre içinde bütün alanların büyük bir hızla piyasaya devredildiğini ve para getirmeyen hiçbir şeyin kendisine bir destek bulamadığı bir yere varabiliriz ki bunun sinemadaki karşılığı sadece “Recep İvedik” dizileri olabilir, öte yandan kimi kârlı gösteriler olabilir ama bunun yanında, insanların hem uluslararası hem yerel ölçekteki yaratımlarının ancak ağır, uzun, sancılı bir süreçte ortaya çıkabileceği gerçek kültür faaliyetleri de kamu desteğinden mahrum kalır. O yüzden ben denklemi tersine çevirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Eğer kamu desteği olmazsa, kamu hiçbir kâr amacı gütmeksizin bireyin ve toplulukların yüksek kültürle, derin, sahici, hakiki kültürle ilgilenmeleri ve yaratı ortaya koymalarına kaynak ayırmayacaksa aslında kendi köklerine asit döküyor demektir çünkü piyasa sadece para edene yüzünü döner oysa kültür paradan çok daha fazla şeydir. Bunu size söylemek bile bana ayıp gibi geliyor, bunların farkında olabilirsiniz ama mekanizma böyle çalışıyorsa o zaman burada ters giden, yanlış giden bir yönelim var demektir. Turizm bahsi aynı şekilde. Şimdi, tabii, bu karşılıklı bir ilişki, biz hep bakıyoruz turizm gelirlerimiz neymiş diye…

(Oturum Başkanlığına Kâtip Emine Nur Günay geçti)

BAŞKAN – Toparlar mısınız Sayın Kürkcü.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Toparlarım. …turizm gelirleri ne kadar arttı, ne kadar eksildi, niye eksildiğini hepimiz biliyoruz. Bir ülkede çatışma alanları var ise başka ülkeler Türkiye’ye giderken “Tedbirli olun, şuralara şuralara gitmeyin.” yurttaşlarına demek zorunda hissediyorlarsa tabii ki turist gelişi azalacaktır ama bunun bir öbür tarafı da var: Türkiye’den başka yerlere de insanlar gitmiyorlar çünkü iktisadi durum o kadar elverişli değil ve kendi içine kapanma eğilimi de başka yerleri görme arzusu, başka kültürlerle kültürleşme arzusu içeride teşvik edilmeyince kendisini kabule hazır olmayan topluluklara da başkaları o kadar çabucak hevesle ziyarete gelmiyorlar, bu karşılıklı bir şey. Ne kadar çok sizden giden varsa o kadar çok size gelen olur ama buna baktığımız zaman tabloya bu tablo da bu manada geriliyor. Ama dahası, esasen bu halklar arası bir ilişki, insanların nesnelere baktığı değil, insanların insanlarla kurduğu bir ilişki biçimi turizm dediğimiz şey. Bu bakımdan da milliyetçilik, içe kapanma, yabancı düşmanlığı, “gâvur” edebiyatı, yabancıların zararlı mahlukat olduğuna dair popüler kültürü kapsayan dil ve bunun devlet katından desteklenmesi hâlinde de -böyle bir hüsnükabul, insanları kendi içine alma arzusu olmadığı zaman da- bunu insanlar büyük bir hızla hissedeceklerdir. Bu nedenle ben diyorum ki sonuç olarak: Evet, siz bir miras devraldınız, fakat bu mirasın olumlu yönde değişmesi bakımından bence Hükûmetinizin ve sizin yapabileceğiniz en önemli şey Türkiye’deki çatışma iklimini ortadan kaldırmak, toplumsal tansiyonu sona erdirmek, bütün kültür mirasının yoğunlaştığı bölge ve alanların gezilir görülebilir yerler hâline gelmesini sağlamak -yani Ani Harabelerini, yani Hasankeyf’i, Diyarbakır’ın ilçelerini, her yeri görebilmek insanlar için mümkün hâle gelmeli ki ve nihayet insanlar bu kültürlerini açıkça korkmadan ifade edebilmeliler ki Kültür Bakanlığı işini yapmış olsun. Ondan sonra belki bütün görevlerini topluma devrede bilir ama o güne kadar kamunun bu yönde kültürü teşvik etmesi, demokrasinin ve özgürlüklerin kazanılması için olağanüstü hâl dâhil bütün önlemlerin kaldırılması, bilim, sanat, kültür üzerindeki bütün kısıtlamaların son bulması ve bu yerlilik ve millîlik edebiyatı adı altında aslında uluslararası etkileşime kendi kültürünü kapatmaya son vermesi en önemli şarttır. Umarım, elinizdeki kıt kaynaklarla bunu yerine getirebilirsiniz.

Son cümlem: Kültür bu kadar geniş ve kuşatıcı bir alanken elinizdeki kaynağın bu kadar küçük olması son derece katlanılmaz bir çelişki. Bence şu yaptığınız her şeyi yapmaya devam edin fakat bu kaynaklarla yapamazsınız. Son bir cümle, bunun da bir tartışma konusu olduğunu biliyorsunuz: İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezinin yıkılması ve yeniden yapılması meselesini siz bir gelişme, bir imkân olarak ortaya koydunuz.

BAŞKAN – Sayın Kürkcü, son cümleyi rica edelim.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Fakat, Taksim’in fethedilmesi mantığına bağlı olarak bu işin yapılmasındansa yeni bir kültür merkezini İstanbul’un başka bir yerinde yapmak pekâlâ mümkündü çünkü görüyoruz ki ortaya çıkan eser babasının eseri üzerine oğlunun yaptığı bir yeni düzenleme olmaktan daha öteye gitmiyor.

Teşekkür ederim.