Halka, Partiye ve Kendimize Karşı Sorumluyuz. Görevlerimiz Devam Ediyor

HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, bir süredir yurt dışında yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi verdi. Meclis’te düzenlediği basın toplantısında konuşan Kürkçü, Avrupa’da HDP’nin itibarının hiçbir zaman olmadığı kadar yüksek olduğunu ifade etti. Basın toplantısının tam metni aşağıdaSevgili arkadaşlar günaydın hepinize.

Biraz uzunca süren bir aradan sonra bir kere daha bir basın toplantısı ile sizlerle hem uluslararası alandaki gelişmelere dair gözlemlerimizi hem de Avrupa’da sürmekte olan Halkların Demokratik Kongresinin referandum çalışmalarından edindiğimiz izlenimleri paylaşmak istiyorum.

Çok öngörülmediği halde 3-4 Kasım gece yarısı eşbaşkanlarımız ve 11 milletvekilimizin tutuklanmasıyla başlayan süreç dolayısıyla, Sofya’da iken Brüksel’e hareket etmek zorunda kaldım. Sofya’da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin seçim gözlem heyetinde başkanlık seçimlerini izlemekle görevliydim ancak gece yarısı gelen telefonlar üzerine eşbaşkanlarımızın gözaltına alınmaları ve ardından tutuklanmaları, onlarla birlikte 11 milletvekilimizin de tutuklanması üzerine onların serbest bırakılmasını ve bu haksızlığın telafi edilmesini sağlamak üzere uluslararası kuruluşlar nezdinde harekete geçtim. Geçmişte bu uluslararası ilişki ve etkinlikleri eşbaşkanımız Selahattin Demirtaş doğrudan doğruya uluslararası ilişkiler komisyonumuzun eşliğinde sürdürüyordu ancak o gözaltına alınıp daha sonra hapsedildikten sonra genel merkez düzeyinde bir müdahale gerekti ve partimizle görüşerek bu işleri devraldım.

Şunu söyleyebilirim; tabii ki uzunca süren çabalara rağmen ne yazık ki Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ üzerindeki tutukluluk hali kaldırılamadı. Ancak bunun hukukla hiçbir ilgisi olmadığı konusunda temasta bulunduğumuz bütün kuruluşların hemfikir olduğunu söylemek isterim. Bu kuruluşlar arasında Avrupa Parlamentosunun İnsan Hakları Komisyonu Parlamento Başkanının kendisi, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanının kendisi, İnsan Hakları Komiseri, İşkenceyi Önleme Komitesi, Venedik Komisyonu bütün bu kuruluşların -ki Türkiye bunlarla hem yasama hem yargı düzeyinde muhataptır- hiçbirinde bu gözaltıların ve eşbaşkanların, milletvekili statüsündeki insanların tutuklanması kabul görmüyor. Bütün bu kurumların Türkiye’yi yönetenlere yönelik olarak eşbaşkanlarımız üzerindeki ve milletvekillerimiz üzerindeki baskıların kaldırılması yönünde -hala sürmekte olan- çağrıları oldu fakat Türkiye bunlara olumlu bir yanıt vermiş değil -daha doğrusu Hükümet bunlara olumlu bir yanıt vermiş değil. Tabii ki, hiç kimse yürütme ile yargının birbirinden bağımsız olduğuna -Türkiye’de- inanmıyor, buna inanmak için de aslında elle tutulur bir sebep yok. Çünkü Kanun Hükmündeki Kararnamelerle ve OHAL altında yönetilen bir devlette Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin temel birkaç husus dışındaki bütün güvenceleri askıya alınmış ise eğer, “yasama ile yürütme, yürütme ile yargı arasında herhangi bir bağ yoktur, bunlar birbirinden bağımsızdır” gerekçesi kimse için inandırıcı değil. Doğrudan doğruya bu tutuklamalar her yerde eşbaşkanlarımızın ve milletvekillerimizin önümüzdeki siyasi dönemin gerekleri uyarınca rehin alındıklarına dair net bir kanaat oluşturmuş durumda. O yüzden şöyle söyleyebilirim; Dünyanın her yerindeki parlamenterler ve Türkiye’nin üyesi olduğu bütün uluslararası kuruluşlar ve insan hakları kuruluşları bu tutukluluk haline son verilmesi konusunda kesin olarak ısrarlıdırlar.

Tabii bununla eş zamanlı ve eş anlı olarak yürüyen diğer mesele Türkiye’deki olağanüstü hal rejimidir. Kanun Hükmünde Kararnamelerle aslında olağanüstü halin ilan edilmesine gerekçe gösterilen sebeplerin dışındaki her şeyin yürütülüyor olmasıdır. Bunun derin kaygı uyandırdığını her yerde söyleyebilirim. Bu arada sadece uluslararası kuruluşlarla değil hem Belçika Parlamentosu Dış İşleri Komisyonu, hem de Britanya Parlamentosu Dış İşleri Komisyonu’nda da partimiz ve Türkiye’de partimiz üzerindeki baskılar ve Türkiye’de olup bitenler üzerinde uzun süren bir brifing verme fırsatı buldum. Buralarda da şimdi sizlerle ne konuşuyorsak, Türkiye’de ne konuşuyorsak hepsini konuştuk sorulara da yanıt verdik. O nedenle şöyle söyleyebilirim; bu 2-2,5 aydır bütün dünyaya anlatmaya çalıştığımız şeyi: Türkiye’de Halkların Demokratik Partisi baskı altındaysa, Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanları, Eşsözcüleri, Halkların Demokratik Partisi milletvekilleri hapiste ise Türkiye’de bir dört başı mamur demokrasi, dört başı mamur bir parlamenter rejim olamayacağını sanıyorum ki kabul etmeyen kalmadı. Ancak bu rejimle ne yapılacağı konusunda rivayet muhteliftir. Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi bu rejimle bu kurumlar arasında bir aidiyet ilişkisinin eskisi gibi sürdürülemeyeceği görüşündedirler. Ancak Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi acil önlemlere gerek olmadığı kanaatindedir. Yani halklarla hükümetler, halklarla devletler arasında bu bakımdan da bir gerilim vardır.

Tabii biz sadece hükümet yetkilileri ve uluslar arası kurumlarla değil partiler arası, partiden partiye, sendikadan sendikaya, insan hakları kuruluşundan insan hakları kuruluşlarına yönelik çalışmaları da özendirmek istiyoruz. Bunun için çaba gösterdik. Şunu söyleyebilirim; Halkların Demokratik Partisi Türkiye’de iktidar partisi tarafından zulme layık görülmektedir. Muhalefet partileri de ya bu zulme ortak olmakta ya da bu zulme karşı çıkmaktan kaçmaktadırlar ama Halkların Demokratik Partisinin Avrupa’daki tüm demokratik partiler, sol sosyalist partiler nezdinde hiçbir zaman olmadığı kadar itibarı yüksektir. Bu açıdan şöyle söyleyebilirim; Türkiye eğer dışarıda hala bir bakıma iyi gözle görülebiliyorsa Türkiye’nin uluslar arası kredisi düşebileceği en son noktaya düşmemişse burada Halkların Demokratik Partisinin bir umut, bir alternatif imkân, siyasal imkan olarak varlığını her türlü baskıya rağmen sürdürmekte olması son derece önemli bir rol oynuyor. İkinci söylemek istediğim şey; bütün bu süreçte Halkların Demokratik Partisinin bir taban hareketi olarak Avrupa’da da hem göçmenler, ikinci, üçüncü kuşak işçi sınıfı arasında hem Kürt halkı hem Aleviler hem aydınlar arasında giderek artan ölçüde etkisini genişlettiğidir. Bunun için Halkların Demokratik Kongresi bir Avrupa yapısı şu an itibariyle oluşturmuş durumda, bunun çatısı çatıldı ve en son kongresini 4 Şubat günü Brüksel’de yaptı. Bu kongreleri de izlemek, bunlara katkıda bulunmak, bunların kuruluşlarına katkıda bulunmak fırsatı da buldum partimiz adına. Eklemeye gerek görmüyorum ki bütün bu faaliyeti sürdürürken hem partimizin yürütme kurulları hem de ilgili komisyonlarıyla hem de Avrupa birimleri ile mutabakat halinde bu kararları aldık ve yürüttük.

Bu ikinci konu yani Avrupa’daki politik göçmenler ve Türkiyelilerin politik iklimi hakkında eğer tek bir cümle ile bir şey ifade etmem gerekirse referandumda Avrupa “Hayır” diyecek bundan herkes emin olabilir. Bu referandumda genel seçime göre katılımın belki bir nebze daha yüksek olacağını düşünebiliriz. Ancak ibre Avrupa’da “Hayır”ı işaret ediyor “Evet” Avrupa’da kaybetmiş durumda. Tabii iki faktör burada söz konusu. Birincisi, Avrupa’da yaşayan Türkiyeli göçmenler ya da artık orada yerleşmiş ikinci, üçüncü kuşaklar eğer bu referandumda öngörülen başkanlık rejimi yani Türk usulü faşizm onay kazanacak olursa artık rüyalarının, umutlarının ve hayallerinin ülkesine bir daha geri dönemeyecekleri kanaati son derece egemendir. Tatillerini Türkiye’de geçirmek, Türkiye’de ölmeye gelmek, Türkiye’de hasret gidermek ümidinde olan herkes böyle bir ülke değil bugünkünden daha demokratik, özgürlükçü bir ülke görmek istiyor. O nedenle sadece HDP seçmenleri değil, Cumhuriyet Halk Partisine oy verenler, hiçbir partiye oy vermeyen ama bu referandumda oy kullanmayı düşünenler bunun için çaba gösterecekler. Şüphesiz Avrupa’daki demokratik ve toplumcu partilerin de üyesi ve seçmeni olan yurttaşlarımız o partilerle de bu konuda görüş alışverişi içindeler. Sonuç olarak Türkiye’nin Avrupa’daki imajı ne yazık ki bundan iki sene öncesine göre son derece farklıdır, 180 derece zıttır. Avrupa’daki demokratik ve insani değerlerin paylaşımcısı olarak bundan iki yıl öncesine kadar temayüz etmekte olan Türkiye şimdi artık başka bir aleme dahil olmak üzere olan ne yapacağı bilinmeyen uluslararası diplomasideki tabiri ile “unpredictable” yani öngörülemez bir ülke statüsüne maalesef gerilemiş durumdadır. Bunda tabii ki Cumhurbaşkanlığı hırsı ile Türkiye’yi aslında içsel olarak taşımadığı gerilimlere yukarıdan ve siyaseten taşıyan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın muazzam bir rolü olduğunda hiç kuşku yoktur bunun da altını çizmek isterim.

Nihayet bu uluslararası temaslar sırasında bizim için tabi ki gündelik politikanın ötesinde ya da cari siyasetin ötesindeki en önemli konu Küba Devlet Başkanı, Küba devriminin önderi Fidel Castro’nun hayatını kaybetmesi dolayısıyla Küba’da düzenlenen törenlere katılmaktı. Halkların Demokratik Partisini Küba’da bu şekilde temsil edebilmiş olmak benim için bir onur oldu. Çünkü kimliğimizin, kişiliğimizin de bir parçası olan Küba devrimi mücadelesi doğrudan doğruya Fidel Castro’nun şahsiyeti dolayısıyla bizim gözümüzde bambaşka bir anlam kazanan bu törenlerde partimizi temsil etme onurunu bana verdiler. Bunun için de partiye de müteşekkirim, Küba halkının da Fidel Castro’yu uğurlayışı, onunla vedalaşması bütün halklara örnek olacak bir sadelik, ciddiyet ve asalet içerisinde gerçekleşti. Buna şahit olmak bizim için çok önemliydi.

Birinci turunu bu görüşmeler silsilesinin trafiğini tamamladık. Bugünden sonra Meclisteki çalışmalara katılacağız. Tabii ki referandum için Meclis ara verecek olursa –ki öyle gözüküyor- gerek burada gerek partiyle işbirliği halinde yurt dışında bu çalışmaları sürdüreceğiz bunda da bir kuşku yoktur. Milletvekilleri üç noktada sorumlular. Birincisi, kendilerini seçen seçmene karşı ikincisi, kendilerini seçmene taşıyan partiye karşı nihayet üçüncüsü de kendilerine karşı. Bütün bunların hepsi her türlü olumsuz koşullara rağmen milletvekilliği dolayısıyla üzerimize yüklenmiş olan sorumluluğu sürdürmeyi, bunun hakkını vermeyi gerektiriyor. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da böyle olacağını söylemek isterim. Sizlerle paylaşmak istediklerim bu kadar. Sorularınız varsa onları yanıtlayabilirim.

SORU: CIA Başkanı ilk ziyaretini Türkiye’ye yapacak biliyorsunuz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ- Biliyorsunuz Sırrı Süreyya Önder arkadaşımızın meşhur ettiği bir deyiş var. “Azrail’in can dağıttığı görülmemiştir” diye. CIA’den hayır geldiği görülmemiştir. Gelmese daha iyi.

 

‘]