Kürkçü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerine TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yapılan görüşmelerde: “Aslında Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılayabilmek bakımından bugün gelinmiş olunan teknolojik seviyede yerel yönetimler, hane halkları, köyler, kendi elektriklerini kendileri üretebilirler. Bunun için sermayeye ihtiyaçları yoktur. Kamu da dünyanın bütün petrol merkezlerine, doğal gaz merkezlerine Türkiye’nin kaynaklarını aktarmaya mecbur değildir. Eğer bundan kendi özel yararı ve çıkarı yoksa hiçbir yönetici bu kaynaklara yönelmez. ” dedi.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – İyi akşamlar Sayın Bakan.
Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; çok konu var, o yüzden hızlı hızlı gitmek ve nezaket cümlelerinden çok, hakikatlerle bir diyalog kurmak istiyorum.
Birinci nokta şu: Enerji Bakanlığı bütçesi, başka pek çok bakanlık bütçesi gibi taraflar ve paydaşlarla görüşülmeden, Bakanlık görevlilerinin hazırladıkları bir bütçe olarak önümüze geldi. Belki paydaşlardan sermaye tarafı Bakanlığa daha çok yaklaşabilmiştir ama eminim ki elektrik, enerji, çevre ve makine mühendisleri odaları bu süreçte yer almadılar. Tıpkı onun gibi, tüketici dernekleri, yurttaş dernekleri, hemşehri dernekleri yani kentlerde yaşayanlar ve işçi sendikaları, doğrudan doğruya enerji üretiminde çalışan ve enerji üretiminin sonuçlarından etkilenenler bu süreçte yer almadılar. O yüzden karşımızda devlet ve sermayenin gururla takdim ettiği bir prodüksiyon var ancak biz bundan hoşnut değiliz. Daha önemlisi, hoşnut olup olmamak için gereken verilerin birçoğunun ben bütçede eksik olduğu kanaatindeyim. Herhangi bir, sonraki yıl, önümüzdeki beş yıl, on yıla dair bir projeksiyon içermiyor.
Siz gayet iyi bileceksiniz kendiniz, 2023 hedefleriniz var. Bu 2023 hedeflerine göre 2 trilyon dolarlık bir gayrisafi yurt içi hasıla üreten bir ülke ortaya çıkartılacaktı. Bugün itibarıyla elde 830 milyar dolar var, önümüzde de beş yıl var. Tabii ki bu öngörülen hedef tutmayacak.Peki, o zaman, belki de bu bizim için ve sizin için bir şans olabilir. Buna dayandırdığınız, “Acilen enerji açığımızı kapatmamız gerekir.” diyerek kolları sıvayıp nerede linyit varsa kazmaya, bulduğunuz her yerde birer nükleer santral inşa etmeye ayırdığınız kaynak ve zamanı esirgeme fırsatınız var, bunu bir şans olarak değerIendirebiliriz ama siz tabii bunu böyle görmeyeceksiniz, fakat ben size eserinizi göstermek istiyorum: Bu fotoğrafı önceki gün Meclisin penceresinden çektim. Bu Ankara; böyle bir şehirde yaşıyoruz. Ben 18 yaşındayken Ankara böyleydi, elli sene geçti üzerinden, Ankara gene böyle. Bu, doğal gazı yakamadıkları için linyit kömürü yakan ve partiniz tarafından bolca dağıtılan kömürü de -havalar soğuyunca- kullanmaya başlamış olan halkımızın yoksulluğunun göğe vuruşu, enerji politikanız bu, şehirlerimiz bu durumda.
Dün, iki gün önce Türk Toraks Derneği açıkladı ki, Türkiye’nin 83 ilinden 58’inde hava kirliliği kabul edilemez değerlerde. Bir tek -nasıl olmuşsa- Cumhurbaşkanının ili Rize temiz kalmış, onun dışında her yer berbat olmuş. Nükleer santral ve termik santrallerin üretime alındığı her yer böyle olacak. Böyle bir Türkiye hakikaten bizim hedefimiz olabilir mi, böyle bir ülkede yaşamak istiyor olabilir miyiz? Bunun için Türkiye’nin yıllık bütçesinin altıda birini enerji temin etmek için harcamaya devam edebilir miyiz?
Bu, bizim iç meselemiz olması itibarıyla böyle ama öte yandan dünyada bir kürede yaşıyoruz ve bu kürede Birleşmiş Milletler hedefleri kaçınılmaz bir biçimde, hayat başka türlü idame ettirilemeyeceği için, önümüzdeki yüz yıl boyunca yerkürede ısının 1 dereceden daha fazla artmamasına yönelik tedbirler bütün ülkelere getiriyor.
Ben görüyorum ki bizim bakanlıklarımız, sizin Bakanlığınız da dâhil olmak üzere şu tartışmayı yapıyor: Öteki ülkeler daha çok kirletiyorlar, biz daha az kirletiyoruz; niye daha az karbon salımı yapalım? Bu bana çok tuhaf bir tartışma gibi geliyor. Batmakta olan, devamlı su almakta olan bir gemiyi düşünün. Bu geminin kaptan köşkünde ya da kamarasında oturanlar “Ben istediğimi yapabilirim, daha çok suyu gemiye taşıyabilirim.” diye birbirleriyle tartışıyor gibiler. Böyle bir şey yok. Bu çok ciddi bir risktir, gezegen riskidir, küresel risktir ve bu küresel risk eğer gerçekleşirse, biz de bu riskin gerçekleşmesine katkıda bulunursak kıyı kentlerimizin hemen hemen hiçbiri önümüzdeki otuz yıl içerisinde bugünkü yerlerinde olmayacaklar, en az 1 metre sular yükselecek ve o bölgenin incisi dediğimiz bütün büyük kentler; İzmir, İstanbul, Marmara Denizi’nde, Akdeniz’deki bütün kentler birer sel felaketiyle karşı karşıya kalacaklar, hayat darmadağın olacak. Biz buna razı olamayız. Böyle bir kalkınma yöntemini kabul etmeyiz, edemeyiz ve bunda ısrarı da vatanseverlikle, memleketin kalkınmasıyla açıklayamayız.
Bakın, ben size söyleyeyim neden böyle açıklanamaz: Bugün itibarıyla, elektriğin kilovatsaatinin üretimi Brezilya’da güneş enerji santrallerinde 1 sentin üçte 1’i mesabesinde, İngiltere’de nükleer santrallerden elde edilen elektriğin kilovatsaatinin bedeli 1 sent kadar yani arada 3-4 misli fark var. Türkiye’de bu çok daha yüksek, Türkiye’deki rakamlara baktığımız zaman görüyoruz ki aşağı yukarı 2002’de 12 kuruştan, şimdi 30 kuruşa kadar gelmiş ki bu -[yukarıdaki]- değerlerin de çok ötesinde. Yani Türkiye, bunca yoksulluk ve yoksunluğu içerisinde elinin altında dünyanın, yerkürenin en önemli güç kaynağı varken bunu bir kenara atıp, yeri kazıp zehir çıkartmak ve bunu yakarak enerji üretmek veya doğal gaz çevrim santrallerinden bunu sağlamak için çabalıyor. Kanaatimce bu, kalkınma ya da üretimle değil, esasen kudret ve servet üretimiyle ilgilidir.
Türkiye’yi yönetenler, onlarca yıldır Türkiye’nin jeostratejik konumunu bir “asset”, bir gayrimenkul değer gibi değerlendirerek Türkiye ile bu ülkeler arasında petrol ve enerji koridorlarından oluşan bir “nexus”, bir karşılıklı bağ oluşturmaya, o yüzden hem böylelikle göreli bir imtiyaz, avantaj kazanmaya hem de jeostratejik bir vazgeçilmezlik elde etmeye uğraşıyorlar. Bütün mevzu bununla ilgilidir. Çünkü eğer biz enerji üretiminin kendi öz kaynaklarımızdan gerçekleştirilmesi konusunda hakikaten kafaya bunu koymuş olsaydık… Bakın, Danimarka, 1975 yılında, Türkiye gibi yüzde 100 dışarıdan enerji girdisi ithal etmeye bağımlıydı. Bugün neredeyse sıfırdır. Bütün enerji üretim dinamiğinin yüzde 65’ini güneşten enerji elde etmeye bağlayabilmiştir. Demek ki sadece elli yıldan az bir zaman içerisinde, kırk yıl içerisinde, Türkiye’yle enerji bağımlılığı bakımından aynı konumda bulunan bir ülke -bilime, kaynakları rantabl kullanmaya, önceliklerini doğru saptamaya özgülediği zaman planlamasını- bu sonucu elde edebiliyor ama biz, şimdi aslında dünyada terk edilmeye başlanmış olan -yani şimdi çektiğimiz fotoğrafta “A Fransa’da ne kadar çok nükleer santral var” diye bakıyoruz ama dünyadaki trendin geriye doğru olduğunu, nükleer santral inşa hızının durmaksızın düşmekte olduğunu, trendin bu olmadığını gördüğünüz hâlde bunu…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Bitti mi?
BAŞKAN – Sayın Kürkcü, normal süreniz bitti, lütfen toparlar mısınız.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – İnanmıyorum. Hepsi on dakika mı? Ama macera uzun.
BAŞKAN – Evet.
Şimdi, Sayın Bakan, o zaman ben söylemezsem çatlarım. Bütün bunlar olurken sizin sürece bakışınızı belirleyen bir unsurun, sizin iş dünyasından, sermaye dünyasından gelmenizin sanki doğal bir hâl gibi bütün bu meselelere bakmanıza yol açtığını düşünüyorum. Bugüne kadar gerek Panama belgelerinde gerek Malta belgelerinde gerek Wikileaks belgelerinde ortaya çıkan ve Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısının, siz cevaplarken “Bunu işitmekten teessür duydum.” dediği iddiaları ortaya atarken ortaya koydukları çok önemli bir şey var. Siz, esasen her şeye kendi bulunduğunuz konumdan, sermayenin kıymetlenmesi, sermayenin nemalanması ve sizin de bunun içerisinde kamuyu, devlet aygıtını bu çıkara özgülemeye yatkın bir çalışma tarzınız olduğunu görüyoruz.
Ben sizden o gün cevaplamadığınız, “teessür duyduğunuz” şeyi bir kere daha size hatırlatmak istiyorum. Bugün “Türkiye’nin dünyada başlıca müttefiki, en önemli sırtını dayadığı ülke” diye takdim edilen Rusya’nın Dışişleri Bakan Yardımcısı, bundan sadece iki yıl önce…
BAŞKAN – Sayın Kürkcü…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Bitiriyorum.
BAŞKAN – Sayın Kürkcü, ek süre de bitti. İsterseniz soru bölümünde sorun.
Sayın Bakan, sözümü şöyle bağlayayım. Aslında Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılayabilmek bakımından bugün gelinmiş olunan teknolojik seviyede yerel yönetimler, hane halkları, köyler, kendi elektriklerini kendileri üretebilirler. Bunun için sermayeye ihtiyaçları yoktur. Kamu da dünyanın bütün petrol merkezlerine, doğal gaz merkezlerine Türkiye’nin kaynaklarını aktarmaya mecbur değildir. Eğer bundan kendi özel yararı ve çıkarı yoksa hiçbir yönetici bu kaynaklara yönelmez. O açıdan Türkiye’yi sermaye hâkimiyeti altında tutan bu rejimin hem dünyaya hem Türkiye’ye hem doğaya büyük zarar verdiğini ve bu bütçenin de bunu yansıttığını üzülerek belirtmek zorundayım.
Teşekkür ederim Başkanım.
Sorular Bölümü:
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Bakan, konuşmam sırasında da söylüyordum ancak yarım kaldı. Ben hakikaten öğrenmek istiyorum: Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Anatoly Antonov, 2 Aralık 2015’te bir basın açıklaması yaptı ve bütün Rusya televizyonlarından da verildi ve itham etti, dedi ki: “IŞİD kontrolündeki bölgelerden Türkiye’ye yapılan petrol ticaretinin üç ana güzergâhını belirledik. Suriye ve Irak’taki yasal sahiplerinden çalınan bu petrollerin ana tüketicisi Türkiye’dir. Bu yasa dışı ticareti Türkiye’nin üst düzey siyasi yönetim kadrosu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi karıştırmıştır.” ve devam etti… Anatoly Antonov, şimdi Rusya’nın Washington Büyükelçisi. Siz, bu yazılı soruma cevaben, bu soruyu sormamın “iyi niyetle bağdaşmadığını” söyleyerek yanıt verdiniz ve teessürle karşıladınız. Fakat bence asıl burada teessürle karşılanması gereken Antonov’un dediğiydi ama ona, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısına resmî olarak ne bir yanıt verildi, ne bir protesto notası iletildi. Dolayısıyla, bu benimle sizin aranızda değil Hükûmetiniz ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Savunma Bakanı Anatoly Antonov arasındaki bir meseledir. Bu konudaki tutumunuzu öğrenmek isterim.
İkincisi, gene Rusya, ister istemez aramıza giriyor. Bu Mersin Akkuyu Nükleer Santralini inşa edecek olan Rosatom şirketi şu anda Rusya Federal Savcılığının soruşturması altında. Teknolojik, ekonomik ve politik skandallarla gündemde. Nükleer reaktörler için adi malzeme satmakla suçlanıyor. Bundan dolayı, satın alma müdürü tutuklu olan böyle bir şirketle sözleşmenin sürdürülmesi doğru mudur?
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.