Ertuğrul Kürkçü, TBMM Anayasa Komisyonu’nda görüşülen iç tüzük değişikliği yasa tasarısı ile ilgili: “Bu değişiklik aslında, bütünüyle yıkıcı bir biçimde mütalaa edilen, sadece şiddet ve onu uygulayanlarla değil, bu şiddet hakkında görüş ifade eden, onun hakkında yorum yapan, onun tarihî haklılığı ya da haksızlığını tartışan herkesi kucaklayarak cezaevlerine sürükleyen mevcut terörle mücadele konseptinin Türkiye Büyük Millet Meclisi içine taşınmasıdır. Çöktürme harekât planının Türkiye Büyük Millet Meclisinde icrasının sonuçlarıdır bütün bunlar.” dedi.
Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu tartışmanın sonuna yaklaşıyoruz. Bütün bu tartışma boyunca ifade ettiklerimizin dün bir an için anlaşılmakta olduğunu sanmıştık fakat öyle olmadığını, herkesin tartışmaya başladığı yerde durmaya devam ettiğini ve bu İç Tüzük’ün Komisyondan şu yapılan minimal değişiklik dışında geldiği gibi geçeceğini anlıyoruz, gidişat o yöndedir.
Bu gidişatın sonucunda, dokunulmazlıklara yönelik olarak Anayasa’nın etrafından dolaşarak gerçekleştirilmiş olan Anayasa değişikliği sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisindeki muhalefet milletvekillerine yönelik olarak ikinci bir kıskacın kapanmakta olduğuna dair net bir izlenim bende doğdu. Bunun, hakikaten, daha önce bir ihtimal olarak söylediğim şeyin gerçekleşmekte olduğunu düşünüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisini var eden kuruluş paradigmasından artık vazgeçiyor, herkesin eşit hakka sahip olduğu bir Meclisten şimdi iktidarın Meclise hükmettiği, muhalefet milletvekillerini kendi düşüncesine, kendi itikadına, kendine felsefi görüşüne, kendi siyasi yorumuna tabi kıldığı, tabi olmayanların da layıklarını bulduğu bir İç Tüzük’e bizi taşıyor.
Baştan beri bunları anlatmaya çalıştık ve öyle görüyorum ki bu, karşılığını bulmadı ancak gene de iki kelimeyle neden bizim bunu böyle söylediğimizi size anlatmak, kayıtlara bir kere daha geçirmek isterim. Birinci mesele şununla ilgilidir: Burada bir yaptırıma tabi tutulmak istenilen şeylerin hepsi insanların mütalaalarına, yorumlarına ve kendi öznelliklerine göre durmaksızın değişen şeylerdir. Bunları bir yaptırıma tabi tutabilmek bakımından nesnel bir ölçü olmadığı gibi, burada getirilen ölçüler Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tabi tutuldukları ölçülerden daha dardır. Yani anayasal olarak dokunulmazlığa sahip olan milletvekilleri, aslında bu dokunulmazlığa sahip olmayanlardan çok daha sert ve geniş yorumlanmış bir yaptırıma tabidirler. Bu maddedeki kısıtlar aslında Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinden buraya aktarılmış kısıtlardır.
Burada, nedir Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesindeki kısıtlar? Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ve devletin yargı organlarını alenen aşağılayanlara, bir de devletin askerî veya Emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişilere yöneliktir. Bunun dışında, Anayasa’nın ilk 4 maddesi, son 4 maddesi, bunların nasıl yorumlanacağı, bunların idari yapıyla ilişkisi bakımından Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tabi tutuldukları herhangi bir yargısal durum, herhangi bir cezai konum yoktur. Yurttaşlar için olmayan cezaların milletvekilleri için buraya taşınması, Anayasa’yı İç Tüzük’le delerek aslında Mecliste oluşmuş bulunan kanaat gruplarından birini veya birkaçını hedef almak ve Meclis dışına itelemekle ilgilidir.
Demin bunlar gerekçelendirilmeye çalışılırken kulağımla işittim, dedi ki Elitaş: “Mesela federasyon talebi üniter devlete aykırıdır, burada dile getirilirse cezayı görür.” Anayasa Mahkemesi, 2008’de, Hak ve Özgürlükler Partisinin tüzüğünün ve programının bu açıdan bir federasyon öngördüğü için Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, üniter devlete karşı olduğu gerekçesiyle açılan davayı reddetti. Bunların hiçbirisinin Anayasa’ya aykırı olmadığını, Anayasa’nın ileri sürdüğü prensiplerle çelişmediğini söyleyerek davayı reddetti ve Hak ve Özgürlükler Partisi şimdi bu tüzüğüyle Türkiye’de yaşayan bir partidir. Bu Meclise gelecek kadar güce hiçbir zaman sahip olmadı ama gelebilirdi. Hak ve Özgürlükler Partisi önümüzdeki seçimde bir milletvekili bile olsun çıkartabilip bu Meclise geldiğinde ne yapacaksınız? “Tüzüğünü ve programını bu Mecliste savunma.” mı diyeceksiniz? “Anayasa Mahkemesinde görüldü.” damgasını taşıyan tüzük ve programından ötürü onu programını savunduğu an Meclisten atacak mısınız? Çünkü buradaki gerekçeye göre böyle olması gerekir.
O yüzden, Anayasa’da ve yasalarda mevcut olmayan ve tamamen subjektif yorumlara tabi konuları burada bir müeyyideye bağlamak ve milletvekilini bununla kıstırmak herhangi bir biçimde kabul edilemez, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendisine bunu layık görmesi düşünülemez. “Ben kendimi ifade özgürlüğü bakımından sınırlıyorum ve yurttaşlar için konulmuş bulunan sınırlardan daha gerisine razıyım.” demek, “Yarın bu sınırları yurttaşlara da dayayacağım.” demektir. Yurttaşlarımız uyanık olsunlar. Sevgili yurttaşlar, uyanık olun, Türkiye Büyük Millet Meclisi sizin özgürlüklerinizi kısıtlama konusunda bir irade birliği üzerinde ilerlemektedir. Şimdi iktidarda olan parti ve onunla beraber bu tasarıyı buraya getiren parti, ikisi birden Türkiye’ye bir deli gömleği giydirmek üzerine anlaşmışlardır.
Bunların cezalandırılması konusundaki itirazlarımızı Başkanın hiç şık olmayan bir biçimde “bir tür para derdi” gibi ifade ediyor olmasını da son derece utanç verici bulduğumu söylemeliyim. Baştan beri bununla ilgili tartışmalarda buna itiraz edenlerin hepsi iki şey söylediler. Bir: Aynı işlemden, aynı eylemden dolayı bir insan iki kere cezalandırılamaz yani hem onu kınayarak bir ceza vermek hem de ondan sonra ona bir para cezası vermek kabul edilemez, ikisinden birini seç ve seçtiğin ceza da orantılı olsun. Fikrini ifade ettiği için, seninki gibi olmayan fikri ifade ettiği için, onun aslında kamusal bir hizmet görmek için kamu kaynağını kullanması demek olan ücreti ve ödenek ve yolluğunun üçte ikisini kesmeye kalkmak demek aslında onu siyasetten de bir manada men etmek demektir, bir Meclis içi ilişkiden toplumla olan ilişkiye son derece sert bir müeyyide uygulanmasıdır. O nedenle, lütfen, birbirimizin aklı, zekâsı ve ahlakıyla alay etmeyelim, bunların hepsini anlamaya aklımız yetiyor ve bu akılla size diyoruz ki: “Bunu yapmayın.” Ama siz derseniz ki: “Biz yaparız.” Tabii o sizin telakkiniz, bu da tarih mahkemesinde eninde sonunda değerlendirilecektir.
Bütün bunların sadece ve sadece Başkanın öznel yorumuna bırakılmasının ortaya çıkartabileceği bir açmaza net bir örnek vereyim. Dün tartışırken, Erkan Akçay şimdi burada yok, kendisine örnekler verdim 14’üncü madde dolayısıyla. Şimdi, bizim eş başkanlarımızın ve hapisteki vekillerimizin fotoğraflarının Mecliste sergilenmesi Milliyetçi Hareket Partisini hiç de hakarete uğramış, yanlış bir işle karşı karşıya gelmişlik duygusunu da göstermiyor. Bir fotoğraf gösterdim “Ne dersiniz buna?” Dedi ki Sayın Akçay: “Tabii ki. Öyle bir şey olabilir mi bunları mutlaka göstermeniz bile gerekir. Biz de bunlara gönül koymayız. Ama ben şuna itiraz ederim: Bu Mecliste bir Ermeni komitacının, şu kadar Türk’ün Erzurum’da kanına girmiş komitacının fotoğrafı gösterildi.” Ben tabii tereddüde düştüm, o gün Mecliste değilim. Bu fotoğrafları gösteren arkadaşımızla konuştum ve öğrendim ki -hakikaten de doğrudur, söylediğine yüzde 100 itimat ediyorum- 24 Nisan 1915 günü evlerinden alınarak Ankara ve İç Anadolu’nun diğer kentlerine doğru sevk edilirken yolda hayatlarına kıyılan Osmanlı Meclis -i Mebusanının Ermeni milletvekillerinin fotoğraflarını gösterdiğini söyledi. Dönelim şimdi ortak geçmişimize. Bu bizim ortak geçmişimizin bir parçası mı? İttihat ve Terakki bizim ortak geçmişimizin bir parçasıysa onların kıydığı Ermeni mebuslar da bizim ortak geçmişimizin bir parçası. Eğer İttihat ve Terakki mirasına sahip çıkmak haksa, bu hakkı çiğnenmiş, katledilmiş Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyelerinin hakkına sahip çıkmak da burada hak olacak. Gördüğünüz gibi, burada yapılan bir yanlış, Sayın Erkan Akçay’ın yaptığı yanlış bir yorum, işi nereye kadar götürebilirdi eğer bu tüzük o gün geçerli olsaydı? Şimdi, ben, bu nedenle diyorum ki bunların tamamı olamaz, ifade özgürlüğü milletvekilleri için herhangi bir biçimde, hem yurttaşlarınkinin altında hem de Anayasa’nın tanıdığı dokunulmazlık hakkının gerisinde bir biçimde kısıtlanamaz.
Son olarak şunu söylemek isterim: Başkanın bu tasarrufuna karşı milletvekillerinin haklarını savunacağı hiçbir merci yoktur. Başkan karar verecektir ve çoğunluğa oylatacaktır. Her yurttaş kendisine karşı uygulanan cezanın, yaptırımın temyizini istemek hakkına sahiptir fakat vekiller, haksız olduğunu düşündükleri bir cezaya karşı, bir yaptırıma karşı gidecek bir yerden yoksundurlar. Eğer bunu getiriyorsanız, o zaman bütün bunların son karara bağlanacağı bir etik kurulu da bu Mecliste oluşturmanız lazım. Öyle şey olabilir mi? Bütünüyle subjektif, bütünüyle öznel, bütünüyle Anayasa’ya ve yasalara aykırı ya da onları yok sayarak getirilmiş olan bir yaptırım karşısında milletvekilinin eli kolu bağlı yaşayacak. Bu, açıkçası, 2019 hedefleriyle tutarlı olabilir fakat Anayasa’yla, demokrasiyle, Türkiye’nin uymayı taahhüt ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle, Birleşmiş Milletler Haklar Bildirgesi’yle hiçbir şekilde tutarlı değildir, var olan Anayasa’yla da tutarlı değildir.
O nedenle, bu bize sonuçta şunu düşündürüyor: Aslında, bütünüyle yıkıcı bir biçimde mütalaa edilen, sadece şiddet ve onu uygulayanlarla değil, bu şiddet hakkında görüş ifade eden, onun hakkında yorum yapan, onun tarihî haklılığı ya da haksızlığını tartışan herkesi kucaklayarak cezaevlerine sürükleyen mevcut terörle mücadele konseptinin Türkiye Büyük Millet Meclisi içine taşınmasıdır. Çöktürme harekât planının Türkiye Büyük Millet Meclisinde icrasının sonuçlarıdır bütün bunlar. Bütün bunlarla beraber, ne burada söylediğiniz değerleri teminat altına alabilirsiniz ne de bizim ortak tarihimizi korumuş olabilirsiniz. Bizim ortak tarihimiz Hızır Paşa’yı eğer içeriyorsa, onun kıydığı Alevi kitlelerini de içeriyor. Şimdi bunlara Hızır Paşa tarafından kıyıldığını, Osmanlı ve Selçuklu devletlerinin kıyıcı devletler olduğunu ben söylediğimde ortak tarihimize aykırı mı hareket etmiş olacağım? Eğer onlar bizim ortak tarihimiz olsaydı onları ortaklaşa yıkmazdık, biz onları yıktık. Yerine yeni bir devlet, yeni bir gelecek, yeni bir cumhuriyet kurmaya yönelmişken, şimdi bizi, ta bu geçmişin despotik mirasının kulu, kölesi kılmaya çalışarak, aslında, burada bir fikrî hâkimiyet, bir siyasi hâkimiyet, Meclis içerisinde hak edilmemiş biçimde, halk tarafından alınan yetkiyle sağlanmamış biçimde böyle bir hâkimiyet kurmanın kendisinin demokrasiyle, siyaset özgürlüğüyle, ortak geçmişimizi korumakla hiçbir ilgisi yoktur. Bütün bunları tek yanlı ve kendi tekelinde yorumlamaya çalışan, diktatörlüğü doğru giden bir siyasi rejim inşasının bir parçasıdır. Mutlaka ve mutlaka hem vekiller olarak bizler hem bizim seçmenlerimiz bununla mücadeleye devam edeceğiz.
Hepinizi selamlıyorum.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.