Kürkçü, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bütçesi üzerine yapılan görüşmelerde: “Rantsız yaşayamamak bir kader değil, rantsız hayat olabilir, kârsız, faizsiz hayat olabilir; bu, üretimin nasıl yönetileceğine, üretime nasıl bir karakter verileceğine bağlıdır.” dedi.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesini değerlendirmeye başlarken aslında Sayın Temizel’in bıraktığı yerden devam edeceğim çünkü eğer o söylemiş olmasaydı söylediklerinin çoğunu söylemeyi planlamıştım. Aslında biraz da bu bütçe tartışmaları bana bir dejavu gibi geliyor çünkü 2016 Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bütçesinde ne konuşmuşsak hem Bakanlık onu konuşuyor hem de biz onu kendi söylemlerimiz içinden aynı biçimde eleştirmeye devam ediyoruz. Aslında geçtiğimiz bir yıl içerisinde herhangi bir ilerleme -bu bakımdan- olmamış gözüküyor.
Ben iki noktaya yoğunlaşmak istiyorum; birincisi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yüklenmiş bulunan misyon -birbiriyle bağdaşmayan iki işi bir arada yapma misyonu. Sayın Bakan, kendisi de geçenlerde bir demecinde söylemek zorunda kaldı “Rantsız hayat olmaz.” diye. Şimdi, rant olduğu zaman, işte, bütün bunlar olur. Eğer sizin bir kamusal kontrol mekanizmanız yoksa onu da kontrol edemezsiniz. Bugün hem Çevre ve Şehircilik Bakanımız hem İçişleri Bakanı hem Cumhurbaşkanı Türkiye’nin nasıl büyük bir “kentsel felaket”el yüz yüze olduğunu söylüyor ama bu kentsel felaketin on beş yılını sizin yönetiminizde yaşadık, öyle değil mi? Bakın, Türkiye’nin son on beş yılında neler oldu? Türkiye’de kent-kır dengesi 35-65 iken 25-75 oldu; Türkiye’nin nüfusunun yüzde 25’i Marmara Bölgesi’ne toplandı; Türkiye’nin ilk 5 kentinde yaşayanlar nüfusun yüzde 37,5’u oldu; Türkiye’nin ilk 10 büyük kentinde yaşayanlar, nüfusun neredeyse yarıya yakını, yüzde 41,5’u ve 2023 hedeflerinize baktığımız zaman şunları görüyoruz: “2023 hedefleri” denilen yerde hemen hemen Türkiye nüfusunun yarısını İstanbul’a ve havalisine çekebilecek bir hedefler bütünüyle karşı karşıyayız. Bizzat “Kanal İstanbul” denilen şeyin hem çevreyi bir bıçakla yarar gibi -İstanbul’un yüzüne bir ustura atar gibi- İstanbul’u yaracağını hem de bu ikinci su yolunun etrafında inanılmaz, kontrol edilmez bir yığılma olacağını hep beraber görebiliriz. Fakat bir yandan siz bu süreci yönetmek zorundasınız. Hem bu sizin kararlarınıza dayanacak, sizin Bakanlığınızın içinden geçecek Kanal İstanbul, sizin Bakanlığınızın içinden geçecek bu kentsel büyüme hem de siz Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak bununla başa çıkmaya çalışacaksınız; bu, imkânsız bir şey ve sürdürülemez bir şey. O nedenle hakikaten rantsız yaşayamamak bir kader değil; rantsız hayat olabilir, kârsız, faizsiz hayat olabilir; bu, üretimin nasıl yönetileceğine, üretime nasıl bir karakter verileceğine bağlıdır. Kaldı ki öyle olsa bile bunun başka türlü kontrol altına alınabildiği yerler, bölgeler, ülkeler var fakat bunun çaresi “yatay mimari” diye bir şeye öykünmek olmaz. Çünkü aslında bütün bunları konuştuğunuz yıllar içerisinde Türkiye, Rusya’dan sonra Avrupa’nın 2015’te en çok gökdelen barındıran -100 metrenin üzerinde gökdelen barındıran- ülkesiydi. Rusya’nın 192 gökdeleni var, nüfusunun Türkiye’nin neredeyse 4-5 katı olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin 185 gökdeleni var ve bunların neredeyse 70 tanesi sadece İstanbul’da. Şimdi, bütün bunlarla başa çıkabilmenin biricik yolu, rantın kamu kontrolü altına girmesi, bu, aslında bütün iktisadi düzenin değiştirilmesi demek. Kentleri ulusal ölçekte bir planlama olmadan düzenlemek mümkün değil, bu da iktisadi planlarınızla tam bir çatışma içindeyse bu işin içerisinden çıkmak hiç de kolay değil. Dolayısıyla insanlara, topluma saldıran kentler bir yanda, bir yandan da kentlere hücum eden bir devlet politikası var.
Sizin sunuşunuzun bir bölümü de çatışmalar dolayısıyla yıkılmış kentlerle ilgili. Ve siz, kentsel planlama ve kentsel dönüşüm bakımından savunduğunuz, benim de teorik olarak katılabileceğim ilkelerin hepsini bu bölgede ihlal ettiniz; yani yerinde dönüşüm, yani yurttaşın kendi varlığını tekrar ona geri döndürmek, onun rızasını almak, onunla birlikte kentsel dönüşümü planlamak. Ama siz, örneğin, sunuşunuzda diyorsunuz ki: “Bölgedeki belediyeler asli faaliyetleri yerine Kandil’e hizmet etmeyi birinci vazife gördüklerinden vatandaşlar altyapı hizmetlerinden de mahrum bırakılmıştır.” Bu belediye başkanları, hepsi vatandaşın seçimiyle oradaydılar, oradalar hâlâ, siyaseten oradalar; fiilen, idareten görevlerinden alındılar ama hiçbirisi “herhangi bir yere hizmet etmek”le henüz herhangi bir makam tarafından suçlanmış değiller, siyasi faaliyetleri ya da siyaseten söyledikleri sözlerden ötürü yargılanıyorlar ama belediye hizmetlerinde kendilerine gösterilmiş olan, yasayla ve siyaset tarafından kendilerine gösterilmiş hedefler dışında hedeflere hizmet ettiklerine dair hiçbir suçlamayla bugüne kadar karşılaşmadılar. O nedenle belediyelerin etrafında toplanmış, iradesini onun etrafına yığmış olan yığınlarla herhangi bir uzlaşma arandığına dair bir işaret ben görmüyorum bu planlamalar içerisinde. Ve bütün bunlar aslında yasaların kendileri için öngörülmüş hedeflere aykırı olarak kullanılmasından doğuyor. Zorunlu kamulaştırma, acil kamulaştırma yasasıyla Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Cizre’de, Silopi’de, İdil’de, Nusaybin’de, Yüksekova’da gerçekleştirilen faaliyetler arasında bir mütekabiliyet yok ve öyle ki bu yeni planlamalar yapılırken, yeni inşaatlar yapılırken gördüğümüz şey şudur… Bir önceki Başbakan dedi ki: “Biz aslında bütün bu olaylar olmasaydı da bu ilçeleri hedefimize koymuştuk, bu değişimleri gerçekleştirecektik.” Bu değişim hedeflerine baktığımızda kentsel barınma, kentsel planlama, kentsel refahtan çok güvenlik kaygısını görüyoruz. Daha geçen yılki, önceki yılki bütçeyi tartışırken de bunu konuşma fırsatı bulmuştum. Buna aslında büyük iç huzursuzluklar sonrasında bir otoriter yönetime geçildiği zaman rastlıyoruz. Paris’in baştan sona yıkılıp yeni baştan Hausmann Planı’na göre inşası böyle bir zihniyetin ürünüydü. İşçi kitleleri ayaklanıyorlar ve dar sokaklarda barikatlar kuruyorlar… İşte Şanzelize, işte Paris’in bütün büyük caddeleri bu aklın ürünüydü. Sonuçta Hausmann diyordu ki: “Kurşun köşe dönmez, o nedenle bu kadar çok köşe olmaz, dümdüz kurşunun gideceği caddeler açmak lazım.” Şimdi, bu güvenlik zihniyetinin Diyarbakır gibi, Şırnak gibi, Cizre gibi kadim kentlere uygulanması Toledo talihsiz örneğinin Türkiye için bir örnek kabul edilmesi maalesef bu planların hiçbirisinin aslında gerçek bir planlama gerçek bir şehircilik faaliyeti olarak görülmesini engelliyor. O yüzden Sayın Bakan, bu onulmaz çelişkinin içinden çıkmak yeni bir iktisadi ilerleme modeli bulmayı gerektiriyor. Bu da piyasanın hakimiyetinden başka bir iktisadi ilerleme güdüsü, başka bir motivasyon bulmayı gerektiriyor. Bu durumda, bu şartlar altında kentlerin planlanması aslında hiçte kolay ve mümkün değil. Ben bütün belediye başkanlarına…
BAŞKAN – Sayın Kürkcü, tamamlar mısınız lütfen.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Tamamlayayım Sayın Başkan.
Bütün belediye başkanlarının gayretlerini bu açıdan ilgiliyle izliyorum ve bu işlerle başa çıkma hayaliyle gerçekte bununla başa çıkılamazlığı arasındaki çelişkiyi iyi niyetlilerin nasıl çözdüğünü doğrusu bilemiyorum. Ama kimilerinin aslında görevden alındıklarını biliyoruz -Ankara, İstanbul, Balıkesir, Bursa ve diğer belediye başkanlarının. Tabii ki onların kente karşı işledikleri, sizin “ihanet” dediğiniz suçlardan sorumlu olduklarını düşünüyoruz fakat neden onlara hakikaten böyle bir şey olduğu ve böyle suçlandıkları hâlde hiçbir sorumluluk getirilmediğini, Bakanlığınızın da onları neden hiçbir şeyden sorumlu tutmadığını doğrusu anlamak kabil değil. O nedenle ekolojiyle, çevreyle kent arasında anlamlı bir ilişki kurabilmek, ekonominin yeniden planlanmasıyla kentlerin çekim merkezleri olarak birbirlerinden çok farklı değerlere sahip olmamasıyla ilgili. Aslında kapitalizmin Avrupa’daki öncüsü olan Almanya’ya baktığınızda kapitalizmin bütün dayatmalarına rağmen Alman kentçiliğinin nasıl bütün bunlarla başa çıktığına baksak aslında kamu yararının -kârın yanı sıra, rantın yanı sıra halk tarafından kontrol edilerek- bu yönetimlere dayatılmış olduğunu görürüz. Belki de ikinci Dünya Savaşından geçmiş olmak, savaş sonrası kamu yararının her şeyden önemli hâle gelmiş olması dolayısıyla kent toprağında özel mülkiyetin sınırlandırılmış olması onlar için bir şanstır ama bizim bir savaşla şehirlerimiz yıkılmadı ya da iç savaş geçirmedik diye önümüze gelen her boşluğa neredeyse bulduğumuz her yeşil alana bir yapı diken serbestliğe bir sınır getirmedikçe, sermayeyi sınırlamadıkça bu meselenin içinden çıkamayacağız.
BAŞKAN – Sayın Kürkcü çok teşekkür ediyoruz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – O nedenle Sayın Bakan sizin sunuşunuz, evet bazı olumlu gelişmeleri de haber veriyor, her şey korkunç değil ama bir bütün olarak gidişe baktığımızda Adalet ve Kalkınma Partisinin genel siyaseti sizin kentsel endişelerinizin hepsinin üzerinden silindir gibi geçiyor. Size kolaylıklar diliyorum.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.