Açlık Grevlerini Çözmek Bakanlığın Elinde

Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda  HDP’nin açlık grevleriyle ilgili verdiği araştırma önergesi üzerine yaptığı konuşmada “Bir an önce cezaevlerindeki sorunlara çözüm bulmak için adım atmalıyız, insanlarımızı ölüme terk etmemeliyiz, cezaevlerindeki herkes diğer herkesle eşit haklara sahiptir.Bir an önce cezaevlerindeki sorunlara çözüm bulmak için adım atmalıyız, insanlarımızı ölüme terk etmemeliyiz, cezaevlerindeki herkes diğer herkesle eşit haklara sahiptir.” dedi.

Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Aslında konuşmam hepinizi ilgilendirecek diye düşünüyorum çünkü cezaevleriyle ilgili biliyorsunuz ve daha dün pek çok AKP’li vekil arkadaşımızın kol kola gezdiği insanlar şu anda cezaevlerinde ve Türkiye’nin tarihi böyle, iktidar ya da muhalefetin yolu her zaman cezaevlerinden geçer.

Bu referandum sırasında gerçekleşen seçim yasaları ihlalleri ve başta Yüksek Seçim Kurulu Başkanı olmak üzere bütün görevlilerin işlemiş bulundukları bütün seçim suçlarının da pekâlâ yarın onları mahkeme karşısında ve cezaevine taşımasına muhtemeldir. Bütün bu nedenlerle cezaevinde olup bitenler aslında hepimiz için son derece önemlidir.

Herkes için ilginç olabilecek istatistik, Türkiye cezaevlerinde 210 bin tutuklu ve hükümlü var. Bunların yüzde 80’i referandumda “hayır” oyu kullandı, yüzde 20’si “evet” dedi. Demek ki cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler aslında cezaevindeki gidişattan hiçbir şekilde memnun değiller. Sadece bu bile başlı başına burada bir tartışmayı bizim için önemli kılar.

Hakikaten çok önemli bir şeyden söz ediyorum çünkü bu cezaevlerinden daha çok insan gelip geçecek, düzeltirseniz iyi olur arkadaşlar, hepimizin başına gelebilir.

2012’de, bundan önce, bir açlık grevi için gene konuşmuşum, çok ilginç, o gün de açlık grevlerinin 64’üncü günüymüş. Bugün de Türkiye cezaevlerinde sürüp giden açlık grevlerinin 64’üncü günündeyiz ve bu açlık grevlerini sürdürenler yaşamsal tehdit sınırına çoktan yaklaştılar. Talepleri şunlar: İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevinde kalmakta olan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması.

Kürt, demokrat ve muhalifler üzerinde yürütülen yaygın gözaltı tutuklama operasyonlarının, askerî ve siyasi baskının sonlandırılması.

Cezaevlerinde gayri insani ve kötü muamele teşkil eden uygulamaların sonlandırılması. Bugüne kadar bu taleplerine ne cezaevi yönetimlerinden ne Adalet Bakanlığından yanıt aldılar.

Ben İzmir Milletvekili olarak büyük çoğunluğunun kalmakta olduğu Aliağa Şakran Cezaevi Kompleksi savcılarıyla görüştüm. Cezaevlerini ilgilendiren on temel husus hakkında iyileştirmeler yapılabileceği konusunda hemfikir olduk. Ancak ne yazık ki bu ilk iki talep konusunda cezaevi idareleri ellerinden gelen bir şey olmadığını ve konunun bakanlıkla çözülmesi gerektiğini belirttiler ancak bugüne kadar bakanlığın da bu konuda herhangi bir açıklaması olmadı.

Şimdi, bu taleplerin siyasi mahiyette olmasına bakarak bunların anlamsız ya da gereksiz olduğunu kimse söyleyemez çünkü bundan önceki bütün grevlerde de bu talepler gündemdeydi ve bütün bunları Meclis Cezaevleri Komisyonu ve diğer yetkililerle görüşmeler yoluyla çözebilmiştik. Özellikle Olağanüstü Hâl Yasası’ndaki değişiklikler ve olağanüstü hâl kararnameleri dolayısıyla cezaevlerine dayatılmış bulunan yaptırımlar dolayısıyla ortaya çıkan ihlaller son derece önemli bir sorun bloku oluşturmaktadır ve bunların çözümü pekâlâ mümkündür. Aslında bu yolda bir adım atılmış olsa siyasi taleplerin uzun vadede ve başka zeminlerde de çözülebileceği göz önüne alınarak pekâlâ bu grevler sonlandırılabilecekken cezaevi idareleri bu yönde de bugüne kadar herhangi bir adım atmadılar.

Çıplak arama, kitap ve diğer basılı malzemenin cezaevine sokulmaması, görüşlerin gardiyan nezaretinde yapılması, avukat görüşlerinin kaydedilmesi ve gene onların da gardiyan nezaretinde yapılması; doktorlar tarafından muayene, hastaneye sevk konularının savsaklanması; uygun adım yürütme mecburiyetinin dayatılması, koğuşlarda ayakta sayım istenmesi, havalandırma saatlerinin kısıtlanması, sosyal alanlara çıkışın kısıtlanması gibi pek çok hususun aslında bugünkü mevzuat içerisinde dahi çözülebileceği ortadayken, bir tür disipline etme arzusu son derece açık bir biçimde gözükmektedir ve bu insanların aslında bu yoldan disipline edilemeyecekleri açık olduğu hâlde onlara bu dayatmalarda bulunulmaktadır. O nedenle bir an önce bu cezaevleriyle ilgili bir araştırmaya girişilerek Meclisin inisiyatifi eline alması son derece yerinde olacaktır. Ancak, cezaevi savcıları ve cezaevi müdürleriyle yaptığım görüşmelerden edindiğim izlenim şudur ki onlar Cezaevi Tüzüğü’ne dayanarak beslenmeyi reddeden tutuklu ve hükümlülerin isteklerine bakılmaksızın kurumda veya olanak bulunmadığı takdirde derhâl hastaneye kaldırılmak suretiyle tedavi ve beslenme gibi tedbirlere maruz bırakılacakları hükmüne güvenmek istiyorlar. Ancak şunu söylemek isterim: Türkiye’deki hiçbir cezaevi hekimi ve hiçbir hekim bu tüzüğün gereklerini yerine getiremez çünkü onların hekimliğe başlarken ettikleri Hipokrat yemini, bağlı bulundukları meslek kuruluşlarının hep birlikte kararlaştırdıkları Malta Bildirgesi kendi rızaları ve iradeleri dışında bilinçleri açıkken bu tutuklu ve hükümlülere hiçbir tedbirin -ister tıbbi, ister idari, ister siyasi hiçbir tedbirin- uygulanamayacağı konusunda son derece açıktır. O nedenle, ben Adalet Bakanlığının ve Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ve cezaevleri yöneticilerinin bu tüzüğe sığınarak esasen tıbbi etiğe aykırı dolayısıyla insan haklarına aykırı bu tür işlemlere güvenerek cezaevlerinde can kayıplarının önüne geçeceklerine güvenmemelerini dilerim. Cezaevlerinde can kayıplarını önlemenin biricik yolu, bu meselelerin çözümü konusunda somut bir adım atılmasının sağlanmasıdır.

İkincisi, şu an sadece hükümlüler değil aileleri de onlarla dayanışma için açlık grevindedirler, cezaevlerinden haber alamamaktadırlar, kaygı, endişe ve sürekli olarak çektikleri görüşememe sıkıntısı dolayısıyla son derce geniş bir kesimin mağduriyetinden söz ediyoruz. Bizler milletvekilleri olarak bu tutuklu ve hükümlülerle görüşerek onların gerçek düşüncelerini öğrenebilmek bakımından hiçbir imkâna sahip değiliz. Keyfî bir biçimde Adalet Bakanlığı tarafından bu tutuklu ve hükümlülerle görüşmelerimiz önlenmekte, milletvekili olarak esasen bu haklara sahip olduğumuz hâlde Meclis İçtüzüğü’nden, milletvekili statüsünden kaynaklanan bu hakların kullanılması Adalet Bakanlığı genelgeleriyle önlenmektedir. Son derece gülünç olduğunu sizin de kabul edeceğinizi düşünüyorum, hapisteki eş başkanlarımızla biz görüşemiyoruz fakat başka partilerin milletvekillerinin görüşmesi için Adalet Bakanlığı bu izinleri kolayca veriyor. Yani, bu, bir partiyi, bir parti grubunu topluca cezalandırma, aslında elde olmayan, Hükûmetin vekiller üzerinde uygulaması imkânı ve ihtimali teorik olarak bulunmayan bu yetkiyi Adalet Bakanlığı kullanarak bizlerin hem siyasi bakımdan olan biteni anlamamızı hem de tutuklu ve hükümlülerle görüşerek onların taleplerine çözüm getirilmesi ihtimalini ortadan kaldırıyor.

Bizler açlık grevlerine girenlerin bu kararları kendi iradeleriyle verdiklerini biliyoruz. Adalet Bakanlığında ve cezaevi idaresinde hâkim düşünce ise bunların dışarıdan siyasi komutayla gerçekleştiğidir. Aslında bunun böyle olmadığı bugün de gazetelerde ve internet medyasında yaygın yer alan KCK önderliğinin bu konuda yaptığı açıklamayla da bellidir. Fakat buna rağmen cezaevlerindeki grevler bitmemektedir. Çünkü anlaşılan o ki bütün bu manevi güçlerle bile başa çıkılamayacak kadar büyük bir ezilme, haktan yoksun bırakılma ve baskı altında tutulma duygusuna insanlar sahiptir.

Bir an önce cezaevlerindeki sorunlara çözüm bulmak için adım atmalıyız, insanlarımızı ölüme terk etmemeliyiz, cezaevlerindeki herkes diğer herkesle eşit haklara sahiptir.Unutmayın, en yakınlarınız cezaevindedir. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

 

AKP Konya Milletvekili Leyla Şahin Usta’ya Cevaben:

Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; hatibe hanımefendinin beni hiç dinlemediğini, eline verilmiş olan kâğıdı okumaktan başka bir şey yapmadığını söylemek isterim çünkü ben yalan yanlış bir talep, kendime ait bir talep ileri sürmedim, hangi taleplerle bu açlık grevlerinin başladığını ifade ettim.
Hangi taleplerle başladıysa bunlar Adalet Bakanlığı tarafından da biliniyor, bunlar Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafında da biliniyor. Bu bilenen hakikatleri ifade ettim.
İkincisi: Bu şikâyetlerin hepsi varittir. Şikâyet şikâyettir. Bu şikâyetin hakikat olup olmadığını tespit etmek, ancak Meclisin önündeyse bu mesele, Meclisin bununla ilgili bir araştırma heyeti kurmasıyla mümkündür veya Adalet Bakanlığı yetkililerini buraya çağırarak onlardan bilgi istemesiyle mümkündür. Bunların hiçbirisi yapılmadan bizim bu konularda bir şeyler uydurduğumuzu söylemek kendisi bir şey uydurmaktan ibarettir.
Üçüncüsü: Teröristlerin faaliyetleri vesaire… Siz, bu “terörist” lafını kullanırken biraz dikkat edin. Daha önce terörist diye hapse tıktığınız generallerin, avukatların, hukukçuların, yöneticilerin hepsinin karşısında hazır ola geçip özür dilediniz “bizi kandırmışlar” diye. Belki de hâlâ yanlış biliyor olabilirsiniz.
Adaletin verdiği karar her zaman doğru olmayabilir. Bugün terörist dediklerinizi, yarın kahraman görebilirsiniz. O nedenle, siz siz olun, bu uyduruk lafların arkasına geçmeyin; arkasına geçeceğiniz tek şey, insan hakları ve insan haklarının bir bileşeni olarak tutuklu ve hükümlü hakları olmalıdır.
Benden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisinin çok güzel ifade ettiği gibi, tutuklu hakkı bir temel insan hakkıdır, bu temel hakkın ihlal edilmiş olması hepinizi ilgilendirir.
İnanın bana, genç olanlar, daha çok inanın, günün birinde mutlaka orandan geçeceksiniz, “Ertuğrul demişti.” dersiniz.