Ertuğrul Kürkçü’nün söyleşileri topluca yayınladı. Bu uzun söyleşiler, bir dönemin sadece en yakın tanıklığı olmanın ötesinde keskin analiz gücü ve tarihsel bakışla donatılmış. 1971 sonrası ordu sermaye ilişkilerini, köylülükten çıkıp proleterliğe doğru ilerleyen yani “modernleşen” Türkiye toplumunu okumak için Kürkçü’nün söyleşileri hazine değerinde; Kürkçü yaptığı tarihi yazmasını da iyi biliyor.
Tarihte kopuşlar olur; daha önce bilinmeyen koşullara verilen tepkiler, eski geleneklerden yeni bakışlar çıkarmaya çalışırken “yeni” ama gökten zembille inmemiş, bizzat yeryüzündeki insanların koşulları anlamaya çalışırken ürettikleri fikirler ve varoluşlar türer. Marx’ın söylediği gibi hiç kimse hiç yoktan tarih yapmaz, tarihi ancak varolan koşullar içinde yapabilir. 68 kuşağı, dünyadaki “ilk” kuşak olabilir çünkü öncesinde hiç kimse kendisini böylesine bir “kuşak”a ait tanımlamamıştı. Türkiye’de 68 kuşağının ne olup olmadığı çok tartışıldı. Şimdi 90 kuşağı ya da diğer deyişle Y kuşağı tartışmaları varken, bu kuşak meselesine ve Türkiye’ye tarihten yeniden bakmak için iyi bir kaynağımız var artık. Öğrenci hareketinin tam ortasında, tüm tartışmalara herkesin en genci olarak katılan, Kızıldere’den canlı kurtulabilmiş ve hala aktif siyaset hayatına devam eden Ertuğrul Kürkçü’nün söyleşileri topluca yayınladı. Bu uzun söyleşiler, bir dönemi sadece en yakın tanıklık olmak ötesinde keskin analiz gücü ve tarihsel bakışla donatılmış. Kürkçü, 1986 yılında hapisten çıktığında gazeteciler anılarını yazıp yazmayacağını sorduğunda, “tarih yazımına değil, tarih yapımına katkıda bulunmak istediğini” söylemiş.
Kürkçü anılarını hiç yazmadı çünkü yazdıkları asla “anı” gibi kategoriye ait olmadı ama tarih yazımının bizzat içinde yer aldı. Kazananların yazdığı tarihi alttan yazmak da “tarihi yazarken yapmanın” bir yoluydu. “Anarşi dönemi” diye unutturulmak istenen bir dönemde aslında ne olduğunu, toplumun alttan yeniden örgütlenmesi için ayağa kalkan kitlelerin aslında hangi hayalleri kurduklarını öğrenmek günümüze bakmak için oldukça önemli. Dünyaya bakıp “böyle gitmez” diyorsak tarihe bakınca aslında “böyle gelmediğini”, gördüğümüz baskıcı ve sömürgen düzenin aslında yığınla özgürlük hayalini öldürerek, yani şiddetle kurulduğunu görebiliriz. Doğal düzen gibi görülen ve öyle anlatılan koşulların tarihsel süreçte bir özgürlük mücadelesinin kanla bastırılarak bizlere sunulduğunu anlayınca, etrafımızı saran dünyanın değiştirilebileceğini yeniden hayal etmeye başlarız. Tarihi “alttan” bilmek bu yüzden bu kadar önemli.
Kürkçü Sosyalizm ve Tarihsel Mücadeleler Ansiklopedisi’ni hazırlayan ekibin başında yer alırken kendinden sonraki kuşaklara, tarihi alttan anlatmaya başlamıştı. Siyasette aktif olarak devam ederken ve koşulları değerlendirirken yine bu tarihsel bakış açısını üretmeye devam ediyor. Kendi yaşadığı dönemi asla özel bir anı olarak görmeyip tarihin bir parçası olarak anlatması da onu izleyen kuşaklar için paha biçilmez değerde. Şimdi durup Kürkçü’nün söyleşilerine kulak kabartalım. Dinleyeceklerimiz, günümüzü anlamak için bize çok önemli araçlar sunacak. Diğer toplumsal mücadelelerden hep farklı olduğu söylenen Gezi Direnişi’nde, “fidanlara olan aşk”tan söz edildiğinde hemen bizlere ulaşan, Marx’ın söz ettiği “hayalet”lerle karşılaşırsanız sakın şaşırmayın.
68, Kızıldere ve 71 Muhtırası
Ertuğrul Kürkçü, Türkiye’deki 68 hareketi olarak nitelendirebilecek öğrenci hareketinin en gençlerinden birisi olarak sahneye çıkıyor. Nasıl devrimci ve militan olduğunu anlattığı öyküsünde, gördüklerini sorgulayan merak eden bir gençle karşılaşıyoruz. Marx’ın eleştirisini yapan Russell’ın kitabını okuyup ikna olmuyor ve Marx’ın peşine düşüyor. Okuyan, müzik dinleyen, her şeyi öğrenmek için ODTÜ Mimarlık bölümüne giren bir genç bu. Sosyalist Fikirler Külubu, ardından konfedarasyon ve Dev-Genç başkanlığına, Mahir Çayan ve diğerleriyle birlikte de THKP-C’ye uzanan bir yol bu. Devrimci mi yoksa mimar mı olmak istediği sorusunu devrimci olarak cevaplayan bundan dolayı hiç pişmanlık duymayan ama yolda yürürken yaptığı bazı yanlışlardan üzüntü duyan bir devrimciyle tanışıyoruz. Mimar olarak bir tünel inşa ettiğini söyleyen Kürkçü’nün yaptığı bu tünel, Niğde cezaevinden kaçmak için kazılan 52 metrelik bir tünel fakat tünel yanlış yerde açıldığı için “tünelin patladığını” yani kaçışın gerçekleşmediğini ve “mimar olarak” başarılı olmadığını söyleyerek gülüyor.
Dev-Genç’in toplumsal muhalefetin merkezini doldurmaya başladığı günlerde, greve başlayan işçilerin, toprak işgal eden köylülerin onlara gelip akıl danıştıklarını ve tecrübesiz olmalarına rağmen Dev-Genç olarak onlarla dayanışmaya ve onlara yardımcı olmaya çalıştıklarını anlatıyor. Başınız sıkıştığında gidilecek bir toplumsal muhalefet merkezi olarak görülmeye başlayan Dev-Genç’in çok uzun boylu, dev gibi gençlerden oluştuğu söylencesi de o günlerde başlamış.
Sosyalist bir demokrasinin ismi konulmadan uygulanmaya çalıştığı Dev-Genç günlerinde, genişleyen toplumsal muhalefete karşı egemen güçlerin tepkisi baskı ve para-militer güçleri özgürlükçü güçlerin üzerine salmak oluyor. 15-16 Haziran 1971’de büyük işçi direnişine cevap olarak işçilerin üzerine asker saldırıyor ve bazı işçileri öldürüyor. Dönemin Genelkurmay Başkanı Tağmaç, “toplumsal olaylar, iktisadi olayları geçti” diye demeç veriyor. Kürkçü bunu, “toplumsal talepler kar marjını düşürüyor” dendiği şeklinde yorumluyor. Sermayenin saldırılarını, emek gücünün bastırılmasını, 1971 sonrası ordu sermaye ilişkilerini, köylülükten çıkıp proleterliğe doğru ilerleyen yani “modernleşen” Türkiye toplumunu okumak için Kürkçü’nün söyleşileri hazine değerinde; Kürkçü yaptığı tarihi yazmasını da iyi biliyor. Toplumsal muhalefet örgütlenmesi, fikri ve stratejik tartışmalar, fraksiyonların farkları ve silahlı mücadele kararı. Deniz Gezmiş’in kurduğu THKO’nun silahlı mücadeleye başlaması, Mahir Çayan ve arkadaşlarının hapisten kaçarak Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idamdan kurtarmak için İngiliz teknisyenleri kaçırarak Kızıldere köyüne saklanmaları ve ardından bilinen katliam. Kürkçü’nün söyleşileri bu anlamda çok bereketli bir satırında üç şey birden anlatıyor. Bu söyleşilerle Kürkçü, tarih yazmanın da tarih yapmak gibi özgürleştirici bir mücadele olduğunu ortaya koyuyor. Gezi direnişinin “fidanları” ve “karanfiller” kendi tarihsel koşullarımızın farkına vararak kendi koşullarımızda tarihi yapmaya teşvik ediyor bizi. Tarihi yapan bizsek yazan da biz olacağız, sözlerini söylemek için cesaret veriyor. Yaşlanmayan bir delikanlı, kendini her dönemde yenileyip gençleşirken yeni tartışmalarla gençler de onunla birlikte olgunlaşacak. (Ertuğrul Kürkçü, Pratiğin Aklı, Teorinin Heyecanı, Dipnot Yayınları)
(http://zete.com/tarih-yapmak-ve-tarih-yazmak-ertugrul-kurkcu/)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.