Ama üç değil, üç bin güvercin gördüm bu kez. Gönül gözü değil, bildiğin gözle; Meksika’da değil, Menemen’deyim, bunun da farkındayım.
İlkokuldan bu yana taşıdığım Menemen’in izi, bu kez nihayet silindi gitti. Kubilay yakışıklı bir subay olarak yontuda kalacakmış. Menemen şimdi bütün renklerini dışa vurmuş bahar gibi. Belki her yer öyle elbet ama burada başka bir renk daha var. HDP’nin rengi bu; düne kadar asla görünemeyen ve artık meydanlara taşmış olan. Menemen’e bahar çoktan gelmiş. 19 Mayıs’ta HDP İzmir adayı Ertuğrul Kürkçü ile sabahtan akşama kadar kapı kapı dolaşırken hissettim bunu. Ege’ye toplumsal bahar gelmiş artık.
Uyarayım; ben de “üç güvercin görsek Meksika sanan” Cemal Süreya ruhsal kuşağındanım. Kendimi yanıltmaya, biri bin yapmaya ruhsal olarak yatkınım; ama burada gördüğüm üç değil üç bin güvercindi.
Bu kentin “milliyetçi” Ege’nin en tipik kasabalarından biri olduğunu bilmem de gerekmiyor, o kendisini hatırlatıyor her yerinde. Devleşmiş bir kasaba, 100 bin’e yakın seçmeni barındırıyor. Tarım ile sanayinin yarışı, çilek kokusuyla mazot kokusunu birbirine karıştırmış. Menemen çayı koyu bir kirle akıyor kasabanın ortasından, ama şükür ki akabiliyor hâlâ. Yeşilden kopmuş artık bu azman kent. Nüfus hızla artmış, herkese yeteceğine inandırdığı verimli toprağıyla göçmenleri çağırmış, savaşın sürdüğü otuz yıl boyunca. Kendiliğinden, sessizce.
Rüzgarın taşıdığı tohumlar
Özellikle 1990’lı yıllarda yoğunlaşmış göç. Kürt köylerinden zorla koparılan aileler, varını yoğunu bırakıp verimli topraklara göçmekten başka yaşama yolu bulamamışlar, ulaşabildikleri her yere konmuşlar, o her yerden biri de Menemen. Rüzgârın taşıdığı bitki tohumları gibiler, o iklimde yeşermeyi başaranlar büyüyüp çoğalmış. O aileler ki, tohumlarının yani çocuklarının bolluğuyla övünen bir gelenekten geliyorlar.
Konuştuğum göçmenlerin hikayeleri birbirine çok benziyor. “Dayımı -ya da abimi- şehit verdikten sonra” diye başlıyor hikayeleri ya da, “ablam, -ya da abim- dağa gittikten sonra” diye. Mardin’den, Dersim’den, Batman’dan, Bitlis’ten… Jandarma, polis, korucu zoru Kürt aileleri bölüp parçalamış. Kimi dağa, kimi Avrupa’ya, kimi de Batı kentlerine sığınmış.
Göç alan her yere benziyor Menemen. Göçmenler cıva gibi. Parçalansa da kalan parçayı birlikte tutacak kader ve acı ortaklığı, zorluğa karşı dayanaklı kılmış onları. Gittikleri her yerde yeni bir hayat kurmayı başarmış olmanın gururunu saklayamıyorlar. Bu gururda yalnızca yaşar kalmak değil, yaşadığı yere ait olmak, o yere benzemek, mümkününü bulmuşlarsa onu dönüştürmek de hissediliyor. Bunu Menemen’de de izlemek zor olmuyor.
Yeni yaşamın yepyeni renkleri
HDP Menemen ilçe başkanı (Mustafa Aydın) bir Yörük. Doğma büyüme Menemenli, 50 yaşında bir enerji küpü. Kürt aileler yoksul Türkmenerle, her zaman göçebe Romanlarla, ve artık Araplarla, aynı mahallelerde yaşamanın, yan yana gecekondu yapıp komşu olmanın bir zorluğunu görmemişler, farklı diller dışında. Bu farklığı da okuyan gençler ortadan kaldırmış. İki dil biliyor olmanın imkanını yaşıyor Kürt gençler. Aşkın cilveli dilinin bu engeli aşmadaki dünyevi rolü burada da işlemiş. Ama henüz gençler başka bir alem, yaşlı kuşaklar başka.
Akşam Menemen hükümet meydanında gördüğüm üç bin güvercinde genç kuşağın çoğunlukta olmasını buna yordum. Kızlı erkekli kalabalıkta yeni yaşamın yepyeni renkleri vardı. Güvercinler gibi uğuldaşıyorlardı meydanda. Konuşmacıların her cümlesini can kulağıyla dinleyip coşan böyle bir miting kalabalığına pek tanık olmadım.
“Sen Kızıldere’den kalansın değil mi kardeş?”
Ertuğrul Kürkçü’nün halkla kurduğu temas, tam bir sosyolojik malzeme. Burada bireyin rolünü inkar etmemeli. Ağaran saçı sakalı, öne doğru uzamış göbeği olmasa, o hâlâ resimlerdeki eski Dev-Genç başkanı. Yaşıtlarıyla karşılaştığında tuhaf bir durum oluyor. Yüzüne büyük bir dikkatle bakıyorlar. Sanki 1972 Mayıs’ında fotoğrafını gördükleri, ölmemiş o tek genci düşünüyorlar.
Birkaçına tanık oldum: “Sen Kızıldere’den kalansın değil mi kardeş?” Buruk bir acıyla, derin bir dostlukla baktıklarını gördüm Kürkçü’ye. Hayranlığını gizlemeyen kadınlar ona bir Tarkan meşhurluğu da yaşatıyorlar. Fotoğraf için sıraya girenlerin çoğunluğu kadınlar ve çocuklar. O Dev-Geçlinin gövdesi de bir mıknatıs adeta. Sıkmak için uzandığı her elde bir hoşnutluk duygusu hissediliyor. Karşıt düşüncede olanlarda bile böyleydi bu. Ertuğrul’un elini tutup ayrılana kadar hiç bırakmadan konuşuyorlar. Fikirlerini, kaygılarını, duygularını saklamadan. Yalana, protokole gerek duyulmayan bir açıklıkla akıyor aralarındaki diyalog. Menemen yerlisi olduğunu söyleyen orta yaşlı sarı saçlı bir kadının Kürkçü’ye söylediği şu sözü hemen defterime kaydetme ihtiyacı duydum: “Ben HDP’li değilim. Değilim ama biz savaşçı insanları severiz. Sizin partinizin gerçek bir savaşçı olduğunuza inandım artık. Bu kez oyumu size vereceğim.” Oyunu vermeyeceğini, çünkü AKP’li olduğunu söyleyen bir adam da şöyle diyordu: “Sizin mecliste olmanızı sizden çok istiyorum, buna inanın lütfen. Çünkü siz bu ülkedeki barışın güvencesisiniz.”
Sanayi çarşısından esnaf çarşısına girmediği işyeri hemen hemen kalmadı Ertuğrul’un. En küçük bir terslik, bir kabalık, bir protesto tutumu ile karşılaşmadan hem de. Oyunu vereceğini açıkça söyleyen de vardı, vermeyeceğini söyleyen de. Ama bu kentte “Firavun” düşmanlığı çok güçlü. Adını anmıyorlar artık, “Yezit” ya da “Firavun” diyorlar. Çoğunluk, “firavun”un gücünü dizginleyecek olanın HDP olduğuna gönülden inanmış durumda. Bunun seçime nasıl yansıyacağı ise tam bir muamma ama umut çok güçlü.
HDP’nin temel gücü kadınlar
Şu gözlemi de eklemeden bitirmemeliyim. Burada da HDP çalışmasının temel gücü kadınlar. Berivan ile annesini tanıdım. İkisi de ellerinde bir tomar bildiriyle sabahtan akşama kadar kenti dolaştılar, kendileri gibi başka kadınlarla birlikte. Anne Türkçeyi çat pat konuşuyor ama öyle bir gülümseyişi var ki, hiçbir sözcük ondan daha anlatımlı değil.
Berivan’ın ablası dağda, babası Avrupa’da göçmen. Anne, o çilek gülümseyişli kadın, nasıl başarmış kalan üç çocuğuyla bu gurbet elde tutunmayı? Tutunmak da değil, konduğu bu yerin bir parçası olmayı? Berivan, çocukluğundan bu yana çalışıyor, çalışarak okumuş ve “uluslar arası ilişkiler” bölümünü bitirmeyi başarmış. Ama aklı fikri bir pastane açmakta. Pasta yapmayı çok seviyorum, diyor. Yüzündeki umut ile hüzün, gözlerindeki gülümseme ile hasret ona bambaşka bir güzellik vermiş.
Dedim zaten, ben de bir Cemal Süreya ruhsal kuşağındanım. Ama üç değil, üç bin güvercin gördüm bu kez. Gönül gözü değil, bildiğin gözle; Meksika’da değil, Menemen’deyim, bunun da farkındayım. (Mahmut Temizyürek/Bianet)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.