Basın üzerindeki siyasi baskı ve manipülasyonların darbe dönemlerine yaklaştığı bugünlerde, basın özgürlüğünün kararlılıkla savunulması ve geliştirilmesi büyük önem taşıyor.
Bugün basın-yayın kuruluşları ve gazetecilere yönelik baskıların ötesinde sosyal medyaya yönelik kısıtlayıcı politikalar da ifade özgürlüğünü tehdit ediyor. Hükümetin, Başbakan, ailesi, yakın çevresi ve mesai arkadaşlarının yolsuzluk, suiistimal ve insan hakkı ihlallerinin yol açtığı suçları örtme gayretiyle yaptığı müdahaleler toplumsal kutuplaşmayı artırıyor ve otoriterleşme yönelimine işaret ediyor.
Asli görevi düşünce ve ifade özgürlüğüyle birlikte basın özgürlüğünü güvence altına almak olan hükümetin, icraatını eleştiren her eğilimden medya kuruluşunu ve sosyal medyanın özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik özel bir çaba içinde olması kaygı vericidir. Güdümlü, tek sesli bir medya oluşmasına yönelik müdahaleler demokrasi açısından kabul edilemez niteliktedir.
Başta Kürt basını olmak üzere, muhalif basını hedef alan siyasi baskılar, artık basının geneline de yayılmıştır. Toplumsal olayları izleyen basın emekçilerine yönelik sistematik polis şiddeti bir devlet politikası olarak uygulanmaktadır.
Türkiye’nin, uluslararası bağımsız kuruluş ‘Freedom House’ tarafından “basını kısmen özgür olan ülkeler” sınıfından “basını özgür olmayan ülkeler” sınıfına düşürülmesi; veya Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Türkiye’yi 180 ülke arasında 154’üncü sıraya yerleştirmesi bu gelişmelerin doğal bir yansımasıdır.
AKP Hükümeti’ne bir kez daha demokrasinin ancak demokratikleşerek gelişebileceğini hatırlatıyoruz.
Basında sıkça gözlemlenen nefret söylemi pratikleri de sağlıklı iletişim ve toplumsal diyaloğun gelişmesi önündeki önemli engellerdendir. Hrant Dink Vakfı tarafından yayınlanan “Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Dil Raporu”nda nefret söylemi örneklerinde ciddi bir artış olduğu tespiti dikkate alınmalıdır. Başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere dini ve etnik gruplar, kadınlar, LGBTİ bireyler ve savaş mağduru Suriyeli mültecilere yönelik nefret söylemi pratiklerinin üzerine gidilmesi ve bu dilin medya camiasınca dışlanması gereklidir.
Özgür bir basın için, basın yayın kuruluşlarının ve basın emekçilerinin hukuki güvence altında çalışabilmesi, basın yayın alanında iktisadi şeffaflığın sağlanması ve camiada nefret söylemine yönelik derin bir farkındalık gelişmesi gereklidir. 2014 yılı 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü, Türkiye’de demokrasinin gelişmesi için acil ihtiyaç olan barış ve diyalog ortamının gelişmesine ve bunu mümkün kılacak sağlıklı iletişim imkanlarının zenginleştirilmesine vesile olmalıdır.
Sebahat Tuncel – Ertuğrul Kürkçü
Eş Genel Başkanlar
3 Mayıs 2014
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.